■ Politika’dan Yorum
28 Aralık 2011’de Roboski’de Zaho’dan gelen araçlardan mazot, şeker, pirinç ve çay almak için öğlen saatlerinde Gülyazı ve Ortasu köylerinden hareket eden 38 kişi Diyarbakır’dan kalkan Türk Silahlı Kuvvetlerine ait 2 F-16 uçağı tarafından bombalandı. 19’u çocuk 34 kişi katledildi.
Salih Encü, Seyithan Enç, Muhammed Encü, Cihan Encü, Selman Encü, Mehmed Ali Tosun, Erkan Encü, Nadir Alma, Osman Kaplan, Özcan Uysal, Zeydan Encü, Orhan Encü, Vedat Encü, Fadıl Encü, Şêrvan Encü, Şerafettin Encü, Şivan Encü, Savaş Encü, Karker Encü, Nevzat Encü, Mahsun Encü, Bilal Encü, Hüsnü Encü, Hamza Encü, Aslan Encü, Selam Encü, Adem Ant, Yüksel Ürek, Bedran Encü, Salih Ürek, Cemal Encü, Hüseyin Encü, Celal Encü, Serhat Encü…
Roboski katliamının üzerinden 11 yıl geçti, açılan soruşturmalar kapatıldı, ailelerin başvuruları reddedildi, yakınlarını kaybedenlerin kurduğu dernek Kanun Hükmünde Kararname ile kapatıldı; Diyarbakır’daki Roboski anıtı kaldırıldı; ailelerin avukatı, Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi öldürüldü.
Hava saldırısı 28 Aralık 2011’de yapılan 5 saat 20 dakika süren MGK toplantısından sonra gerçekleşti. Dönemin cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve başbakanı Recep Tayyip Erdoğan da MGK toplantısındaydı. MGK toplantısında olan Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’e telefonla “hava harekâtı için onay” talebinde bulunan şimdiki Savunma Bakanı Hulusi Akar’dı.
Hava bombardımanı ile 26 Mart 1994’de yine Şırnak’ta bir katliam daha yapılmıştı. Şırnak’ın Kuşkonar ve Koçağılı köylerinde 26 Mart 1994’te 38 kişinin ölümüyle sonuçlanan hava bombardımanı ile ilgili dönemin başbakanı Tansu Çiller, “bombardımanı gerçekleştiren uçakların devlete ait olmadığı”nı ileri sürmüştü. Aynı günlerde DEP milletvekilleri Leyla Zana, Hatip Dicle, Orhan Doğan, Ahmet Türk, Sırrı Sakık, Selim Sadak ve Sedat Yurtdaş tutuklandılar.
Devletin 19,5 yıl boyunca inkar ettiği katliamla ilgili Tahir Elçi’nin özel çabaları sayesinde yürütülen hukuk mücadelesi sonucunda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 12 Kasım 2013 yılında Türkiye’yi “köy bombalamak” suçundan mahkum etti. Mahkeme Türkiye’nin 38 başvurucuya toplam 2 milyon 305 bin Euro manevi, 5 bin 700 Euro maddi tazminat ödemesine karar verdi.
Sırnak’ta yaşanan iki katliam “devlette süreklilik esastır” ilkesinin bir göstergesi. Aynı Şırnak, özyönetim direnişleri sürecinde de tanklarla yerle yeknesak edildi.
AKP iktidarı, Rojava’daki gelişmeler ve 7 Haziran seçimlerinde aldığı yenilgi sonucu “çözüm süreci”ni bitirmiş ve “Çöktürme Planı” adı verilen planı devreye sokmuştu. Suruç katliamıyla başlayan sürece karşı başlatılan direnişlerde Şırnak il merkezi ile birlikte Cizre, İdil ve Silopi’dee devlet mahallelere tank ve zırhlı araçlarla birlikte 10 bin asker göndermişti. 14 Aralık 2015’te başlayan 13 Şubat 2016 günü bittiği açıklanan “operasyon” sürecinde mahalleler tanklardan yapılan top atışlarıyla yıkılmış, keskin nişancılar tarafından siviller hedef alınmıştı. Onlardan bir de 11 çocuk annesi Taybet İnan’dı. HDP’nin raporuna göre Ağustos-Aralık 2015 tarihleri arasında Cizre’de 56, Silopi’de 29 olmak üzere toplam 85 sivilin, 14 Aralık 2015 – 9 Ocak 2016 tarihleri arasında Cizre ilçesinde ise 39 sivilin öldürüldüğü tespit edilebilmişti.
Kürt Tarihi, topraklarını parçalayan egemenlerin katliamlarla bir halkı esir tutma, sömürgeleştirme tarihi olarak yazılmıştır. “Kürt sorunu” olarak kodlanan bu tarihin halkların özgür gönüllü birlikteliği doğrultusunda demokratik çözümüne varması da bu egemenler tarafından “beka sorunu” olarak görülmüştür. Kitle katliamları, cinayetler, her türlü insanlık dışı uygulama, Kürt siyasetçilerine karşı işletilen “ikili hukuk” bu çerçevede her dönem yürürlükte olmuştur.
Roboski katliamı ve yüzyıllık Cumhuriyet tarihinde yazılı diğer katliamlar, gerçek bir demokrasinin, halkın kendi kendini yönetmesinin düşmanı olan bir egemenlik biçiminin sonucudur. Bu egemenlik, yurdu “yer altı ve yer üstü kaynakları” olarak, halkların iliğine kadar sömürülecek “insan kaynağı” olarak gören bir sömürgeciliktir. “Kürt sorunu yoktur” diyenlerle Kürt halkının taleplerini “etnik milliyetçilik” diye yaftalayanların ya da “emperyalizmin oyunu” diye karalayanların “ortaklığı” da bu egemenliğin devamıdır. Kürt halkının anadilde eğitim gibi en temel demokratik, insani talepleri için bile hiç bir eylemde bulunmayanlar Kürt özgürlük hareketini, HDP’yi, hatta Emek ve Özgürlük İttifakı’nı “etnik milliyetçilik” yapmak, “emperyalizmin oyununa gelmek”le eleştirerek “Kürt sorunu yoktur” diyenlerle ittifak kurarak bu sömürgeciliğin sürmesinden taraf almaktadırlar.
Bu egemenliğin şimdiye kadar geldiği gibi süregitmesi için de terör ve şiddet tek seçenektir. Çünkü bu halklar artık bu sömürgeciliğe boyun eğmiyor. “Kürt sorunu” da budur: Kürt halkı, artık bu sömürgeciliğe boyun eğmiyor. Roboski katliamı ve onun aynasından yansıyan gerçeklik, bu katliamın bir “istisna” olmadığı, Devlet’in bir rutini olduğunu gösteriyor. Bu sömürücü sistemden kurtulmak için Devlet’in bu rutin faaliyetleri karşısında birlikte örgütlenmekten başka şansı yoktur.