14-28 Mayıs seçimlerindeki yeni olgulardan biri iktidarın LGBTİ+ bireyleri, muhalefetin de göçmenleri düşmanlaştırarak tabanda bir pekiştirme sağlamaya çalışmaları oldu. Seçim öncesinde HDP ve Kürt seçmenin “kilit” ya da “anahtar parti/seçmen” oldukları ve bu kesimlerin oyunu almak için zoraki de olsa demokratikleşme yönünde açılımlar yapılması beklentileri varken, Cumhurbaşkanı adayı Sinan Oğan ve ortağı Ümit Özdağ’ın tamamen göçmen karşıtı kampanyayla dengeleri bozdular. Cumhur İttifakı göçmenlerin zorla ve derhal gönderilmesine karşı çıkarken K. Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakı göçmen karşıtı söylemi tamamen benimsediğini gördük. HDP ve diğer sol, sosyalist partiler ve gruplar da Kılıçdaroğlu’nu desteklediler.
Sol, sosyalist parti ve grupların seçimler arenasında pozisyonları ile ilgili iç tartışmalarda henüz bu göçmen karşıtlığına verilen destek gündeme gelmedi. Doktorasını Ermenistan’dan Türkiye’ye işgücü göçü ve ulus-ötesi göçmen ağları konulu teziyle bitiren ve göç, toplumsal cinsiyet, ulus-ötesicilik, ayrımcılık, araştırma yöntemleri ve toplumsal travma konularında çalışmalar yapmakta olan Barış Akademisyeni Lülüfer Körükmez, seçimlerde göçmen karşıtlığının “Türkiye toplumundaki kutuplaşmayı aşan ortaklaşma alanı” haline geldiğini belirttiyor. Solun diğer alanlardaki yetersizliklerinin bu alanda da kendini gösterdiğini söyleyen Körükmez, “Parti merkezlerinin politik doğrucu retoriğinin tabanda kabul edilip edilmediğini bilmiyoruz. Örgütlenme çalışmalarında bu konu tartışılıyor mu örneğin? Olumsuz görüşler nasıl değiştirilmeye çalışılıyor? Sendikalar ve diğer emek örgütlenmeleriyle birlikte neler yapılıyor? Veya en azından yapılması planlanıyor?” diye soruyor.
Lülüfer Körükmez ile göçmen karşıtlığının boyutlarını ve solun ne yapması gerektiğini konuştuk.
Göçmen karşıtlığı nedir; kullanışlı bir popülist söylem olarak mı, yoksa bir insanlık suçu olarak mı değerlendirmek gerekir?
Şuradan başlayalım: Sıkça göçmen karşıtlığı, yabancı düşmanlığı veya ırkçılık kavramları göçmenlere yönelen negatif tutum ve davranışları nitelemek için kullanılıyor ve birbirlerinin yerine de kullanılıyor. Sadece günlük hayatta değil, medyada ve akademik araştırmalarda da böyle. Bu durumun aslında göçmenlere yönelen nefretin aldığı formların iç içe geçiyor, örtüşüyor olmasıyla da ilgili olduğunu düşünüyorum. Örneğin; Suriyelilere veya Afganlara yönelen nefretin yabancı düşmanlığı ve ırkçılıkla elbette bağlantısı var ve zaman zaman bu formlarda gerçekleşiyor. Sadece göçmenlere yönelen ve o sınırlar içinde kalması eşyanın tabiatı gereği mümkün değil. 2000’lerin başında, örneğin, yabancı düşmanlığı yerine yabancı-ırkçılığı (xeno-racism) kavramını önermişti bir araştırmacı. Yani, eski bildiğimiz ırkçılığın yabancılara yönelik formundan bahsediyordu. Irkçılığın tarihten gelen kaynakları ve uygulamalarının göçmenlere, sığınmacılara ve mültecilere yönelik düşmanlığı nasıl beslediğini gösteriyordu.
Dolayısıyla, doğrudan bir kategoriye yerleştirmek yerine, şu anda tanık olduğumuz karşıtlıkların, düşmanlıkların biçimi ve içeriğinin tarihsel toplumsal kaynaklarını, geçişlerini anlamak çok daha faydalı olacaktır.
Sizin sorunuza dönecek olursak, göçmen karşıtlığının, bir düşmanlık, nefret, eşitsizlik ve ayrımcılık edimi olarak popülist söylem olarak yükseltildiğini ve yayıldığını da görüyoruz; insan onurunu zedeleyen, hiçe sayan vakalara da denk geliyoruz ve maalesef genel olarak göçmen karşıtı politikaların insanlıktan çıkarma biçiminde gerçekleştiğini de görüyoruz.
Nihai olarak, göçmen karşıtlığının hemen her tür kötü muameleye evirilebileceğini, temelde insan onurunu ve haklarını yok saydığını ve gerek popülist söylem gerekse de diğer biçimlerde yayıldığını söylemek lazım.
İktidarı muhaleferi ile Türkiye’de bir yandan en gerici, milliyetçi ve kadın düşmanı bir atmosfer yaratıldı. Göçmen karşıtlığı ile bu milliyetçi gerici atmosferi oluşturan ideolojiler arasındaki ilişkisellik ve geçişkenlik var mı veya nasıl oluşuyor?
Elbette var. Milliyetçilik gibi temelde eşitsizlik fikrini taşıyan, eşitsizliği temel alan ve talep eden bir ideolojinin göçmenlere yönelen nefreti de üretmesi ve yayması çok beklenir. Birçok kişi şöyle diyor: ‘Suriyeliler şöyle böyle ama mesela bak Afrika ülkelerinden gelenler öyle değil, Suriyeliler gitsin.’ Halbuki bir başka zaman, bunun tersini söyleyebiliyorlar. Örneğin, birkaç yıl önce Afganlarla ilgili bu kadar yüksek bir karşıtlık bir yana Suriyelilere nazaran ne kadar iyi birlikte yaşadığımıza ilişkin sözler duyuyorduk. Bugün öyle değil. Buradaki mesele, göçmen grupların ırksallaştırılması ve hatta etnikleştirilmesi.
Milliyetçilik, insanların etnik ve milli kökenleri temelinde bir hiyerarşi talep eder. En azından, kendi etnik ve milli bağıntısını merkeze koyar ve diğerlerini aşağı görür, öyle olmasını talep eder. Ancak sadece orda kalmaz; beraberinde din, cinsiyet, beden, ahlak vb alanlarda da sınırlar çizer ve hiyerarşiler oluşturur. Elbette iktidarı ve muhalefetiyle milliyetçiliği yükselten bir ortamda bu geçişler olur.
Avrupadaki neofaşist hareketlerin temel motivasyonlarının göçmen karşıtlığı. Türkiye’deki milliyetçi faşist ideoloji ve hareketi bakımından göçmen karşıtlığı yeni kriter haline sayılır mı?
Milliyetçi faşist ideolojilerin aynı zamanda oportünist olduğunu da görmek lazım. Yani, bugün göçmen karşıtlığı bir kriterken başka bir zaman bu kriter silinmeye başlayabilir. Türkiye’de yaşanan siyasal ve toplumsal kutuplaşma, küçük sayılabilecek bir kesim dışında, göçmen karşıtlığında birleşti. Burada, göçmenlere yönelik düşmanlığın seçim döneminde kutuplaşmayı aşma ve ‘bir araya gelme’ aracına da dönüştüğünü gördük. Göçmen karşıtlığının oy alıyor olmasını konuştuk ama bunun anlamını çok konuşmadık sanki. Göçmen karşıtlığı, neredeyse, Türkiye toplumundaki kutuplaşmayı aşan ortaklaşma alanı oldu. ‘Bizden olmayan, buralı olmayan ve bizim istediklerimizden olmayan’ göçmenlerin, ulus-devlet sınırını geçmesini, ‘sınır namustur’ gibi, milliyetçi, cinsiyetçi ve ahlakçı söylemle dolduruldu bir kere daha.
Bu kriterin değişebilme ihtimali teorik olarak var elbette. Ancak, iklim krizi ve barışçıl ve insancıl yaşam koşullarının olmadığı yerlerin varolması sebebiyle göç devam edecek. Ancak gerek Avrupa gerekse de dünyanın diğer göç alan zengin ülkelerinde göç politikası başta olmak üzere genel ve radikal bir değişiklik olmadığı sürece, göçmen karşıtlığının Türkiye’de de başka yerlerde de artarak devam edeceğini düşünüyorum.
Özellikle kendini sosyal demokrat tanımlamak ama bir yandan da göçmen karşıtlığı yapmak biçimindeki görünüşteki çelişkili durumu nasıl değerlendirmek gerekir?
Kendisini ulusalcı olarak tanımlayanlar arasında göçmen karşıtlığı çok daha yaygın bir durum. Kendi mantığı içinde de kendini solun herhangi bir yanında tanımlayanların göçmen karşıtlığına nazaran daha beklenir bir pozisyon. Asıl mevzu demokrat, sol ve sosyalistler arasında veya anti-kapitalist, iktidar karşıtı vb. gruplar arasında göçmen karşıtlığının dinamiklerini anlamak daha zor. Kendini anti-kapitalist, sosyalist tanımlayan ve göçmenlerle dayanışma etkinliklerine katılan kişilerin dahi çok açık biçimde göçmen karşıtlığı yaptığına defaten şahit oldum. Çokça konuştuğumuz ve tartıştığımız da bir konu ama sistematik olarak ele aldığımız bir konu değil maalesef.
Bu soruya yanıt ararken hem Türkiye’de hem dünyada sıkça yapılan bir yanlıştan kaçınmak gerekiyor. O yanlış da göçle ilgili meseleleri sadece göçle doğrudan ilişkili dinamiklerle tartışmak. Bu bir yandan göçün olağan dışı bir fenomen gibi görülmesine neden olurken bir yandan da anlama çerçevemizi kısırlaştırıyor. O nedenle de Türkiye’de göçmen karşıtlığını sadece son birkaç yıldır yaşananlar çerçevesine sıkıştırmadan, çerçevemizi hem zamanda hem mekanda genişleterek tartışmamız gerekiyor. Türkiye solunun tarihsel ve şu andaki bütün çelişkileri ve sınırlılıkları kendisini göçmen karşıtlığında da gösteriyor bence.
Sol-sosyalist hareketlerin açıkça göçmen karşıtı bir adayı desteklemesini nasıl değerlendirmek gerekir? Seçim pragmatizmi durumu açıklamaya yeterli mi yoksa daha yapısal sorunlar mı var? Sol-sosyalistlerin göçmenlerle ilgili bir politikası var mı?
Seçim için stratejik birliktelikler kurulduğunu biliyoruz. Ancak sol-sosyalist partilerin bu ortaklıklar kurulurken göç/göçmen politikalarının tartışmaya açıldığını, ortaklık kurmada üzerinde uzlaşma sağlanması gereken bir kriter olmadı. Tersine, sağ partiler bunu yaptı, karşıtlık ve düşmanlık üstünden yaptı.
Göç kapitalizmin ürünüdür, göçmenlerle eşit biçimde birlikte yaşayacağız demek önemli elbette. Evrensel haklara vurgu yapmak son derece elzem. Ancak bunu nasıl gerçekleştireceğini de açıklaman gerek, mekanizmalarını kurman gerek ve daha önemlisi de bu söylemi tabanında artırman, yayman gerekli. Parti merkezlerinin politik doğrucu retoriğinin tabanda kabul edilip edilmediğini bilmiyoruz. Muhtemelen edilmiyor. Örgütlenme çalışmalarında bu konu tartışılıyor mu örneğin? Olumsuz görüşler nasıl değiştirilmeye çalışılıyor? Sendikalar ve diğer emek örgütlenmeleriyle birlikte neler yapılıyor? Veya en azından yapılması planlanıyor?
Solun göçmenlerle ilgili söylemi büyük oranda ucuz işgücü temeline dayanıyor. Bu söylem göçmenlerin toplumsal varlık koşullarını tam olarak karşılıyor mu ve aynı zamanda bu söylem göçmenlik ve göçmenlerin sorunlarını anlamak bakımından yeterli mi? Nasıl bir söylem ve eylem hattı önerirsiniz?
Burada sol kanatı çok genelleyerek konuşuyorum; elbette bu kanat içinde çok farklı politikalar izleyenler ve pozisyonlananlar var. Bunu belirtme gereği hissediyorum.
Diğer yandan haklısınız, büyük oranda ucuz iş gücü temelinde tartışılıyor ancak ırkçılık tartışmalarının yapıldığını ve savunu yapıldığını da unutmayalım. Yine bunların, göç gibi karmaşık ve çok boyutlu bir fenomeni anlamak ve yanıt vermek anlamına gelmiyor. Örneğin, ucuz işgücü olmayan ve hatta müreffeh olan göçmenlerle ilgili ne diyor sol? Elbette, neredeyse (EMEP dışında) bir göç politika belgesi dahi olmayan sol partilerden bahsediyoruz. Göçmenlerin sorunu sadece emek sömürüsü değil. Elbette bu çok hayati bir konu ama bundan ibaret değil. Örneğin, Türkiye’de yaşayan Alman veya İngiliz emeklilerinin problemlerine ilişkin ne diyorlar? Bugüne kadar hiçbir şey duymadım. Sol partilerin emek süreçlerine odaklanması ve öne çıkarması çok doğal ama yeterli değil.
Eylem hattı olarak, naçizane benim fikrim göçe ilişkin kapsayıcı bir perspektif geliştirmek için adım atmaya başlamaları. Hayati olmakla birlikte sadece “eziyetten kaçan ve burada sömürülen göçmenler” perspektifi kapsayıcılıktan uzak. Sınıf perspektifi elbette göz ardı edilsin asla demiyorum ama tam da farklı sınıflardan göçmenlerin varlığını gören bir politika için adım atılması gerekiyor.
Cemil Aksu / POLİTİKA HABER