“Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanın Önlenmesine İlişkin Kanunu” muhalefetin “derneklere kayyım atamanın önünü açtığı” ve “avukatlara muhbirlik” dayattığı yönündeki tepkisine rağmen Meclis Genel Kurulu’ndan geçti. Kanunla birlikte, hakkında “terör soruşturması” başlatılan dernek ve sivil toplum örgütlerinin faaliyetleri geçici süreyle sınırlandırılabilinecek. Yine dernek ve vakıfların yöneticileri görevden alınarak yerlerine kayyım atanabilecek.
‘GİZLİ’ AMAÇ
Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı (TOHAV) Yöneticisi avukat Ezgi Güngördü, kanunun “Terörizme finansmanın engellenmesi” yönünde çıktığını ancak gerçeğin bu olmadığını belirtti. Kanunun gizli bir amacının olduğuna dikkati çeken Gürgördü, “En önemli husus kayyum atama durumu olarak duruyor. İkinci husus ise ‘risk’ grubunda yer alan dernek ve vakıflara yönelik denetim mekanizmasının işleyişi olacak. Ülkede hakkında ‘terör suçlaması’ olan 1 buçuk milyon insan var. Bunların arasında binlerce dernek ve vakıf yöneticisi var. Şu an zaten az sayıda faaliyet yürüten dernek ve vakıf kaldı, bu kanunun aslında bunlarında faaliyetleri durdurmaya yönelik doğrudan bir amaç taşıdığını söylemek mümkün. Tabii ki bunu da ‘terör örgütü ile mücadele’ kisvesi altında yapıldığını ve yapılacağını görüyoruz” dedi.
BASKI ARACINA DÖNÜŞTÜ
Bugüne kadar zaten dernek, vakıf ve meslek odalarının sürekli terörize edildiğine işaret eden Güngördü, buna örnek olarak; “Çoklu Baro Yasası”nı ve salgın nedeniyle paylaştığı görüşlerden dolayı iktidarın hedefi olan Türk Tabipler Birliği’ni (TTB) gösterdi. Güngördü, kanunun sivil toplum örgütlerinin faaliyetlerini tamamen durdurmaya yönelik olduğunu belirterek, durumun hukukla da bağdaşmadığına işaret etti. Güngördü, “Anayasada dernek kurma özgürlüğünün temeline bir müdahale var. Zaten belirli zorluklar yaşanıyordu dernek vakfı oluşturma noktasında. Bununla birlikte daha da zorlaşacak. Dernek kurma, faaliyette bulunma, ifade, siyaset yapma ve sosyal faaliyete bulunma özgürlüğü bunların hepsinin ihlaline dönük bir kanun” tespitinde bulundu.
KÜRTLERLE BAŞLADI
Kanunun temel amacının muhalif dernek ve vakıfların yanı sıra özellikle Kürtlerin haklarını savunan ve bu bağlamda çalışmalar sürdüren sivil toplum örgütlerini kapatma ve işlevsiz bırakmak olduğunu ifade eden Kürt Araştırmalar Derneği Eşbaşkanı Eyüp Subaşı, “Kendilerine muhalif gördükleri dernek ve vakıfların hiçbir yerde nefes almasına istemiyorlar. Bu kayyum atamayı Kürt belediyeleriyle başladı. Şimdi de dernek, vakıf ve sivil çalışmalar yürüten kurumlar hedefte. Yarın da başka şeyler için de aynı şekilde kanunlar çıkarabilirler. Farklı gerekçelerle örneğin gazeteler, dergiler ve yayın evleri için de çıkarabilirler. Şu anda durum bunu gösteriyor. Kürtler her zaman bu zorbalığa karşı sözünü söyledi. Ancak artık tüm Türkiye hedefte. Herhangi bir sebeple başka bir belediyeye de kayyum atayabilirler. Bu nedenle tüm toplum olarak birlikte buna karşı ses çıkarırsak önünü alabiliriz” diye konuştu.
KARŞI DURUŞ SERGİLENECEK
Durumun demokrasilerde görülmediğini, diktatörlüklerde bu tür durumların söz konusu olduğuna dikkat çeken Doğu ve Güneydoğu Dernekleri Platformu Başkanı Abdulhakim Daş da kayyım atama dışında dernek ve vakıfları işlevsiz kılmak için de ciddi para cezalarını da olduğunu kaydetti. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından yeni bir darbenin yapıldığını ve bu kanunun da bu darbenin bir sonucu olduğunu ifade eden Daş, “Her şey adım adım ilerledi. Yarın öbür gün ne çıkacağını artık kestiremiyorum. Halkın bir arada olduğu, birlikte mücadeleyi ördüğü her yere saldırıp boğuyorlar. Buna karşı ancak demokratik bir şekilde tepkimizi koyabiliriz, başka elimizden ne gelir. Halkın kolunu kanadını kırmışlar. Ancak biz her zaman olduğu gibi bu haksız ve hukuksuz duruma da karşı durmaya, yanlış olduğunu söylemeye devam edeceğiz” ifadelerinde bulundu.
‘SÖZ ÜSTÜNE SÖZ İSTEMİYORLAR’
İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi Başkanı Gülseren Yoleri ise kanunla sivil toplum örgütlerinin susturulmak istendiğini kaydetti. Bu durumun demokrasiden uzaklaşmanın göstergesi olduğunu ifade eden Yoleri, kanunla iktidarın yönünün nereye doğru olduğuna dair veri sunulduğuna dikkati çekti. Bu faaliyetlerin ancak bir diktatörlük rejiminde görülebileceğinin altını çizen Yoleri, “Kendi sözünün üstene söz, eyleminin üstüne eylem istemiyor. Tek ses, sadece kendi sesini dayatıyor. Bunun dışında hiçbir sesi kabul etmiyor” şeklinde konuştu.
Bu ve benzeri uygulamaların ilk olarak toplumun zor ses çıkarabildiği yerlerden başladığını aktaran Yoleri, sözlerini şöyle sürdürdü: “Kayyum uygulaması ilk olarak Kürt kentlerinde görülmeye başladı. Bütün devlet güçleri, bu uygulamalar için Kürtleri her zaman elverişli bir ortam olarak değerlendirmiştir. Çünkü eğer Kürtler baskı altın alınıyorsa diğer insanlar seslerini çıkardıklarında ‘Sen de mi onlardansın’ denilerek suçlandığı için pek çok insan bu tür durumlarda seslerini çıkarmamıştır.”
Mehmet Aslan / MA