Sovyetler Birliği pratiğinin işçi sınıfına ve halklarına kazandırdıkları tartışmasızdır ve ne yapılırsa yapılsın silinemez. Bizler için günümüzde önemli olan bundan sonrasıdır. Bu konuda maalesef 90’lı yıllarda ciddi alt üst oluşlar yaşandı. Reel Sosyalizm ülkelerinde yaşanan karşı-devrim kimi en değme komünistin dahi Marksizm-Leninizm’i sorgulaması sonucunu yarattı. Komünizmin sembollerine karşı başlayan uzaklaşma süreç içinde Sosyalizm düşüncesinden ve Marksizm-Leninizm’den uzaklaşma ve kopuşu getirdi. Tüm dünya ülkelerinde komünistler arasında bu gerçek maalesef yaşandı. Geçtiğimiz günlerde geç de olsa okuma fırsatı bulduğumuz Sadun Aren’in “Puslu Camın Arkasında” kitabında yazılanları gördüğümüzde hayretler içinde kaldık. TKP’yi likide edip, TBKP’yi devlete teslim edenler artık SBP adında bir parti ile yollarına devam ederlerken bakın nereden nereye gelmişler. Biraz uzun bir alıntı olacak ama mecburuz. “Seçimlerden bir süre sonra Kemal Anadol ‘Hocam çok önemli bir sorun için bir yerde yemek yiyelim’ dedi. Çiftlikte bir yerer gittik. Kemal Anadol, Zülfü Dicleli, Sıtkı Coşkun, yanılmıyorsam Nabi Yağcı vardı. Orada bana ‘Acaba biz partiyi feshetsek de CHP’ye katılsak nasıl olur?’ dediler. (…) Teorik gerekçeler de getirerek bu konuda ısrarlı oldular. Bunu daha çok TKP’den gelen arkadaşlar yapıyorlardı, sözcüleri de Zülfü Dicleli ve Erdal Talu’ydu. İstanbul’daki bir Genel Yönetim Kurulu toplantısında bunlar konuşuldu ve bu konunun tartışılması için 30 Kasım 1991’de bir genel parti toplantısının yapılmasına karar verildi. Konu CHP’ye katılmaktı ve bunun arkasında da artık sosyalizm bitmiştir, onun için böyle bir partiye gerek yoktur düşüncesi yatıyordu. Zaten Sosyalist Birlik Partisi kurulurken de TKP kanadı partinin isminde ‘sosyalist’ sözcüğünün olmasını istememişlerdi. Yani düşüncelerden sosyalizmi dışlama eğilimi daha önce de biraz vardı. Çünkü çok fazla angaje insanlar ve yalnız gönülden gelen bir istekle değil, biraz da yaşam koşullarının dayattığı nedenlerle bir siyasi görüşe sahip olan insanlar, koşullar değişince o siyasi görüşü de hemen değiştirebiliyorlar. Öyle anlaşılıyor. Çünkü bu arkadaşlar TKP’nin üst düzeyi, yani Politbürosuydu.” Sadun Hoca tabii ki bu öneriyi reddetmiş. Bu tür dönekler sadece TKP’de değil, dünyada bir dizi KP’de çıktı. Bunların en hafifi sosyal demokratlaştı ama tamamen düşman saflarına geçenler de oldu. Partiler bölündü, kimisi etkisizleşti ve tasfiye olma tehlikesi ile karşı karşıya kaldı. Sovyetler Birliği’nde karşı-devrim böyle sonuçlar da doğurdu. Sosyalist ülkelerde yönetici kadroların ruhlarını nasıl düşmana sattıklarını da hep birlikte yaşadık.
“Yaşam koşulları” değil bilimsel olarak Marksizm-Leninizm’e inananlar için durum farklı gelişti. Onlar, yani bizler için yaşanan gelişmelerin bilimsel değerlendirmesi, bundan sonra izlenecek yol belirleyici idi. Bugün değerlendirdiğimiz zaman Marks ve Engels’in Batı Avrupa’nın gelişmiş kapitalist ülkelerinden başlayacak ve tüm dünyaya yayılacak bir devrim dalgasının gerçekleşmediğini görüyoruz. Daha sonra Lenin’in devrimin merkezinin Avrupa’dan Rusya’ya kayası tespiti ve Ekim Devrimi’nin zaferle sonuçlanması gerçeği yaşandı. Ne ki, Lenin devrimin gelişmesi ve dünya çapında yaygınlaşması için Almanya gibi sanayileşmiş ve gelişmiş bir kapitalist ülkede devrime olan gereksinim tespitini yaptı. Bu da gerçek olmadı. 1918 Kasım Almanya devrimi şiddetle bastırıldı. Bu durumda “tek ülkede sosyalizm” deneyi yaşama geçirilmeye başlandı. II. Dünya Savaşı sonrasında Doğu Avrupa ülkelerinde kurulan Halk Demokrasileri ve Sosyalizme yönelmeleri de sorunu çözmedi. 1949 Çin Devrimi, 1959 Küba Devrimi, 1969 Vietnam Devrimi sırasıyla gerçekleşti. Asya, Afrika ve Latin Amerika halkları Ulusal Kurtuluş Hareketlerini geliştirdi. Ancak tüm bu ülkeler kapitalizmin gelişmediği ülkelerdi. Sosyalizmin dünya çapında güçlenmesi açısından politik etkileri oldu ancak ekonomik olarak aynı sonucu vermedi. Sonuçta emperyalizmin politikaları ve öznel hatalar ile de birleşince Reel Sosyalizm ülkelerinde karşı-devrimler yaşandı. Çin ve Vietnam farklı yollar deniyorlar. Küba’da birtakım reformlar gerçekleşiyor. Bunların nasıl sonuçlar vereceklerini hep birlikte yaşayıp göreceğiz. Ancak bilmemiz gereken bir tek konu var. O da işçi sınıfının bilimi doğrultusunda sosyalist devrimlerin dünya çapında nasıl üstün geleceği konusunda yeni stratejiler geliştirilmesi gerekliliğidir. ABD ve AB emperyalizminin muazzam sorunlarına rağmen özellikle savaş örgütleri NATO vasıtasıyla ömürlerini uzatma çabası komünistlerin sınıf mücadelelerini daha da geliştirip yaygınlaştırmalarını hem zorunlu kılıyor hem de yeni elverişli koşullar yaratıyor.
Türkiyeli komünistler arasında belirli bir dönemdir bölgesel devrimlerin sınıf savaşımı açısından artan önemi tartışılıyor. Biz bölgemize baktığımızda Ortadoğu gibi önemli bir bölgede devrimci sürecin gelişme olanaklarının gerçekçi olduğunu tespit ediyoruz. Dünya devrimi ve tek ülkede sosyalizmin başarılı olmaması koşullarında günümüzde bölgesel devrimlerin önemi artıyor. Ortadoğu’da dört ülkenin kesişme noktasında devletsiz bir ulus olan Kürt halkının Kürdistan toraklarında yaktıkları ateş dört ülkenin tümünü sarıyor. Tüm ekonomik krizlere, işçi sınıfı ve yoksul halkların altına girdiği sömürü cenderesine rağmen ayaklanmadığı koşullarda devrimci bir dinamik oluşturan Kürt halkının özgürlük mücadelesi artık sadece ulusal bir sorunu çözme mücadelesini çoktan aşmış ve bölgedeki dört devletin demokratikleşerek sosyalizme yönelme perspektifini belirlemiştir. Bu anlamda Ortadoğu’da devrimci sürecin gelişmesi bir hayal olmaktan çıkmıştır. Dört devletin egemenleri ve emperyalist güçler şimdi bu gelişmenin önünü tıkamak amacıyla aktifleşmişlerdir. Çünkü biliyorlar ki, Ortadoğu devrimi sadece Türkiye, İran, Irak ve Suriye ile sınırlı kalmayacak, Ortadoğu ve Kuzey Afrika halklarından başlamak üzere Kafkasya ve Balkanları etkisi altına alacaktır. Balkanlarda yaşanacak bir devrimci süreç de başta AB emperyalistleri olmak üzere ABD emperyalistlerinin hiç işlerine gelmeyecektir. Birleşik devrimci mücadelenin anlam ve içeriği bu gerçeklikten kaynaklanmaktadır.
Dünyada işçi sınıfı var oldukça, işgücü sömürüsü sürdüğü sürece Marksizm-Leninizm’in bilimsel idelerinin yok edilmesi mümkün olmayacaktır. O nedenle, Ekim Devrimi sonucunda yaşanan Sovyet deneyimi başarılı sonuçlanmamış olsa da, çıkarılan sonuçlar ve dersler yeni Ekimlerin yaratılması ve dünya devrim sürecinin tekrar yükselmesi konusunda hepimize ilham kaynağı olmaktadır.
HABER MERKEZİ