Künye   Hakkımızda
28 Mart 2023, Salı
Politika Haber
  • GÜNDEM
  • EMEK
  • EKONOMİ
  • DÜNYA
  • KADIN
  • GENÇLİK
Tüm Haberler
Sonuç Bulunamadı
View All Result
Politika Haber
Sonuç Bulunamadı
View All Result
Anasayfa Politika'dan Söyleşi

Sezai Temelli: Rifkin’in “Türkiye ekonomisine danışmanlık yapabilecek perspektife sahip midir” sorusunun cevabı hangi sınıfsal tercihlerle hareket ettiğinize bağlıdır

HDP eski Eş Başkanı ve Van milletvekili Sezai Temelli, CHP’nin yeni ekonomi kurmayının ekonomik vizyonunu değerlendirdi. Temelli “bütün çalışmalara baktığımda aradığım iki şey var. Yoksulluk meselesini nasıl çözüyor? Kürt meselesine nasıl yaklaşıyor? Şimdi ben bu metinleri okuduğumda ne Kürt meselesine demokratikleşme zemininde bir çözümü görebiliyorum ne de yoksulluk meselesinin yine demokratikleşme perspektifinden bir çözümünü görebiliyorum” dedi.

9 Aralık 2022
Sezai Temelli: Rifkin’in “Türkiye ekonomisine danışmanlık yapabilecek perspektife sahip midir” sorusunun cevabı hangi sınıfsal tercihlerle hareket ettiğinize bağlıdır
Facebook'ta PaylaşTwitter'da PaylaşWhatsApp'ta Paylaş

Millet İttifakı’nın Anayasa önerisinden sonra CHP yeni ekonomi kurmayıyla birlikte “Ekonomik Vizyon”unu açıkladı. “Siyasetler üstü” olarak sunulan “vizyon” sunumları birçok yönüyle tartışılmaya devam ediyor. Almanya’da son seçimlerde iktidarı kaybeden Angela Merkel’in ekonomi danışmanı olan Jeremy Rifkin’in ve Nobel Ekonomi ödülüne aday bile gösterilmiş Daron Acemoğlu gibi liberal iktisatçılarla yapılan sunumda “temiz sermaye”, “temiz ekonomi”, “temiz teknoloji”, “temiz büyüme” ifadeleri birçok kez tekrarlandı. Ortaya konan teknolojik atılım projeleri ile işsizliğin kısa zamanda aşılacağı, sosyal yardım politikaları ile de yoksulluğun ortadan kalkacağı vaad edildi.

Ortaya konan “ekonomik vizyon”unu HDP’nin iktisatçı milletvekillerinden ve bir önceki dönem eş genel başkanı Sezai Temelli’ye sorduk.

Geçen hafta Millet İttifak’ı Anayasa önerisini açıkladı. Ardından da Mİ’nın liderliğini yürüten CHP kendi Ekonomi Programını açıkladı. Öncelikle Türkiye’de ekonomi tartışmalarında hukuk, demokrasi geriledikçe ekonomi de geriler gibi bir bağlantı kuruluyor. Hatta yabancı sermayenin Türkiye’ye gelmemesini de buna bağlıyorlar. Muhalefet de toplumu demokrasi konusunda ikna etmek için sıkça bu argüman başvuruyor. Acemoğlu da “demokrasi, özgürlük ve yüksek kaliteli büyüme” arasında bağlantı kurmuş. Bu açıdan altılı masanın Anayasa Taslağı ile birlikte CHP’nin ekonomi programını nasıl değerlendirmek lazım?

Ekonominin iyi olması her şeyin iyi olmasına katkı sağlayabilir. Ama her şeyin iyi olması, özellikle demokrasi meselesinde bir şeylerin yolunda gitmesi, salt ekonomiye bağlanamaz. Her şeyden önce ekonominin de demokratikleşmesi gerekir. Diğer taraftan demokratikleşme sadece ekonomi ayağında gelişen bir şey değil. Siyasetin özgürleşmesi, toplumsal hakların ve toplumsal ilişkilerin bir demokratik zemine kavuşması gibi çok kapsamlı bir sürece işaret eder. Ekonomiyi “siyaset üstü” olarak almak ve bunun üzerinde yoğunlaşmak aslında diğer alanlara bir körlük de yaratıyor. Anayasa kuşkusuz önemli bir başlıktır ama tek başına o da yeterli olmaz. Dolayısıyla burada demokratik anayasadan başlayıp bütçeye, bütün kurumsal ve toplumsal yapıların yeniden düzenlenmesine kadar, demokratikleşme dediğimiz şey bizatihi toplumun katılımının önünün açılmasıyla mümkün olabilir.

Benim gördüğüm, açıklanan programlarda bütünlüklü bir demokratikleşme yaklaşımından yoksun bir programatik akıl söz konusu. Hem CHP’nin yapmış olduğu ekonomi programında, hem iktidarıyla muhalefetiyle sürdürülen anayasa tartışmalarında hem de sistem tartışmalarında bu yoksunluğu görüyoruz. “Ekonomi Bilimi” ve bu bilimin içine sıkışıp kalanlar meseleye liberal burjuva iktisat anlayışı çerçevesinde yaklaşır ve ekonomiyi siyasetten olabildiğince yalıtarak ele alırlar. Siyasi ve toplumsal meseleler türevseldir. Bayağı iktisadın rasyonalitesi piyasaların mükemmel çalışması, sermayenin serbest hareket edebilmesi, rekabet olanaklarının yaratılabilmesi, devletin buna refakat eden bir yerden kendini konumlandırılması gibi ilkelere dayanır. Şimdi de bu anlayış yeniden ve yeniden süslenip, yeni bir paketle sunulmaya çalışılıyor.

Bu rasyonaliteden hareketle ‘çözüm’ programları ürettikleri için hem bizim, hem bölge halklarının başlıca temel sorunu olan yoksulluk meselesini ıskalıyorlar. Yani yoksulluğun üretilen bir şey, bizatihi kapitalist sistem tarafından üretilen bir şey olduğu gerçekliği tüm çıplaklığıyla ortadayken, bu hâkim akademik anlayış bu derin ve katlanılamaz yoksulluk meselesinde sistemi aklayarak yoksulluğun insanların ve/veya iktidarların tercih hatalarından kaynaklı bir şey olduğuna bizi inandırmaya çalışıyor. Sistem içi geliştirilen formüller aslında insanları tekrardan kapitalist çarkların içine ısrarla davet ediyor. Örneğin yeni teknolojik gelişme konusunu temel mesele haline getirerek teknolojik tercih hatasının telafi edilmesinin yeterli olacağına ağırlıklı vurgu yapılıyor. Peki, doğru tercihi nasıl yapacaksınız, teknolojik gelişmeleri nasıl yakalayacaksınız? Yanıt kestirmeden eğitim oluyor. Mesela eğitimin bu denli ticarileştirildiği bir dünyada bu eğitimden kimler nasıl yararlanacak ve nasıl bir fırsat eşitliği çerçevesinde bir yarıl tasarlıyorsunuz? Yoksullar bu yarışa nasıl katılacak? Yoksulluğun kaynağı olan eşitsizliğin telafisi fırsatçı bir yaklaşımla giderilebilecek mi? Bunlara değinilmiyor, değinilmesini de beklemiyoruz zaten…

Hem Anayasa önerisinde hem de ekonomi programında Kürt sorunu da ıskalanmış, görünmez kılınmış. Muhalefetin ekonomi ile demokrasi arasındaki bağı doğru kuramamasının bir önemli nedeni de, Türkiye’nin siyasetini kilitleyen konu olan Kürt meselesi. Kürt meselesi çok kapsamlı bir mesele. Salt temel insan hakları indirgenecek bir meselenin ötesinde siyasi özgürlüklerden ekonomi meselesine kadar birçok alana etki yapan bir mesele. Meselenin çözümü, Türkiye’nin demokratikleşmesi, bölgenin demokratikleşmesi hatta küresel siyaset üzerinde önemli etkiler yaratabilecek bir konu.

O yüzden bu bütün çalışmalara baktığımda aradığım iki şey var. Yoksulluk meselesini nasıl çözüyor? Kürt meselesine nasıl yaklaşıyor? Şimdi ben bu metinleri okuduğumda ne Kürt meselesine demokratikleşme zemininde bir çözümü görebiliyorum ne de yoksulluk meselesinin yine demokratikleşme perspektifinden bir çözümünü görebiliyorum. Dolayısıyla da en temel iki meseleden yoksun bir siyaset ve ekonomi anlayışının demokratikleşme konusunda bir rol oynama yeteneğine sahip olduğunu söylemek mümkün değil.

Jeremy Rifkin, Daron Acemoğlu gibi bir “uzman” heyetçe oluşturulan ve “siyaset üstü” olarak tanımladıkları ekonomi programında Endüstri, işgücünün ve enerjinin dönüşümü, tarıma destek konularında açıklamalar yaptılar ve bunun için de Norveç ve Singapur gibi Avrupa ve Uzakdoğu ülkelerindeki emekli fonlarından kaynak bulduklarını açıkladılar. Üç sanayi devrimini kaçırmış Türkiye’nin Sanayi 4.0 devrimi yakalayarak halkın kalıcı zenginliğe kavuşacağını savundular. Dış kredilerle fonlanan endüstri 4.0 ile Türkiye’de halkın sorunları çözülebilir mi? Bu vizyonda halk nerede duruyor sizce?

Bir kere her şeyden önce endüstri 1.0’dan 5.0’a gelen süreç, kapitalizmin gelişme dinamiğine, sermaye birikiminin yolculuğuna bağlı bir süreçtir. Dolayısıyla kapitalizmi yine kendi dinamikleriyle çözmeye çalıştığınızda bizatihi kapitalizmin neden olduğu sorunları yeni boyutlarda üretecek bir hikaye yaratmış olursunuz. Yani sömürü düzlemini yeni bir yere taşıyorsunuz. Geçmişte endüstri 1.0’dan 2.0’a geçildiğinde böyle oldu, 2’den 3’e geçildiğinde de böyle oldu. Fordist üretim modelinden post-fordist neoliberal döneme geçtiğimiz sürece baktığımızda aslında söylediklerim daha iyi anlaşılacaktır, çünkü hala bu geçişin etkileri özellikle çevre ülkelerde yaşanıyor. Şimdi de, neo-liberalizmin krizinden çıkarken yeniden, yeni bir şey bulunmuş gibi bir şeylerin 5.0 modeliyle kapitalizmin merkezlerinde pazarlandığını görüyoruz. Eğer bir sıçrama peşindeyse arkadaşlarımız 4.0 yerine 5.0 hedefine odaklanmaları gerekiyor. Ama sorun burjuva iktisatçılarının başka bir ekonomi üzerinden konuşamıyor olmalarında saklı. İster Ortodoks olsun, ister heterodoks iktisatçı olsunlar, genelde kapitalist üretim ilişkileri içinden konuşmak ve “çözüm” üretmek gibi saplantılı bir duyguya sahip oldukları söylenebilir. Kaldı ki kapitalizmin merkezlerinde onca teknolojik gelişmeye rağmen kriz yaşanmıyor mu? Örneğin ABD’de milyonlarca insan sokaklarda yatıyor, işsiz ve de sosyal güvenceden yoksun sayısı inanılmaz yüksek. Siyahların ve Latinlerin yaşam koşulları ciddi bir yoksulluğu ve yoksunluğu gözler önüne seriyor. AB ülkelerinde de ciddi yoksulluk ve işsizlik meselesi söz konusu.

Kapitalizmin içinde bulunduğu kriz artık kendi içinden bir çözüm üretmeye çok da müsait değil. Bileşik büyüme sınırlarına dayandı ve duvara toslamak üzere. Bir kere ekolojik yıkımın geldiği düzey, emek sömürüsünün, yoksulluğun, mültecilerin geldiği düzey ve giderek yükselen militarist kapitalist sistemin yaratmış olduğu savaş atmosferi ve tabii ki enerji ve finansal kaynaklar üzerindeki vahşi rekabet aşılamayan ve yapışkan derin krizlere neden olurken bu bize artık kapitalist sistem içinden çözümler üretebilecek bir senaryonun mümkün olamayacağını gösteriyor. Bugün kapitalizm maddi artı-değer üretimini imha ederek, kendi mezarını kazarak yol almaya çalışıyor! Çin ile ABD arasındaki Pasifik’teki gerilimin en önemli nedenlerinden biri aslında bu. NATO’nun 2030 konsepti de aslında bize bu krizden çıkış arayışlarını gösteriyor. Vekâlet savaşlarından Ukrayna savaşına, ama en önemli kriz yansıması olarak Ortadoğu’daki gelişmeler, Kürt meselesinin küreselleşme nedeni gibi birçok başlığa baktığımızda bu kriz sarmalının etkisini görürüz. Kapitalizm sadece bir ekonomik formasyon değildir, dolayısıyla onun krizine baktığınızda ekonomiden siyasete yaşamın tüm alanlarındaki krizlerin gelişimini izlemeniz mümkündür.

Yani bu endüstri dönemlerinin gelişimi aslında bir birikim rejimi dönüşümüdür. Bugünün büyümesi artık insanlar için bir refah değil bir sorun nedenidir. Her seferinde ekonomiler büyüdükçe insanlar yoksullaşıyor. Ekonomiler büyüdükçe savaşlar artıyor. Ekonomiler büyüdükçe salgın hastalıklar yayılıyor, Ekonomiler büyüdükçe doğa çöküyor, açlık krizleri geliyor, ekilebilir araziler yok ediliyor. Ve böyle bir dünyanın içinde şimdi siz diyorsunuz ki öyle bir teknolojik atılım yapacağız ki yeniden üreteceğiz, yeniden büyüyeceğiz. İşte refah artacak, ekonomimiz düzelince de demokraside düzelecek.

İkincisi burada teknoloji fetişizmi diyebileceğimiz bir şey de var. Teknoloji bağımlılığı bizim yaşadığımız felaketin belki de en önemli nedenlerinden biri. Teknoloji olmasaydı ne yapardık diye herkes birbirine soruyor. Evet, teknoloji insan yararına olduğu sürece çok çok önemli. Ama bu teknolojiden insan yararına olan kısmı o kadar az ki. Yaşamın aleyhine yol alan çok ciddi bir teknolojik gelişme var. Bunu da işte özellikle savaş sanayiinde, uzay çalışmalarında, yapay zeka alanında görüyoruz. Biyolojik silah üretiminde görüyoruz. Zenginler için organ üretimi yatırımlarında görüyoruz. Bu ve benzeri alanlardaki gelişmeler teknolojik gelişmenin çok çok büyük bir kısmını oluşturuyor. Unutmayalım ki bu gelişme tamamen sınıfsal bir sorun. Artık gıda yok, yeterince iş yok, yeterince yaşam alanı yok, yoksullar için bir gelecek yok. Hatta artık üründen artık insana doğru korkutucu bir gidişat var.

Şimdi eğer bu inovasyon ile teknolojik gelişmelerle yoksulluğu, işsizliği çözeceğiz diyorsanız Hindistan’a bakalım derim. Bu konuda dramatik başarı öykülerine sahip bir güç Hindistan. Fakat Hindistan dünyanın en yoksul ve çok ciddi sorunlarla boğuşan bir ülke. Bunca yazılımcının çıktığı bir ülkeden bahsediyorum size. Dünyadaki yazılım teknolojileri konusunda Hindistan’ın başarı öyküsüne yetişmek bence artık çok da mümkün değil. Fakat bunun Hindistan’a yararı ne oldu? Siz bu alandaki yatırımları yaptığınızda buradan üretilecek olan teknolojik üretimlerin toplum yararına ne sağlayacağını düşünüyorsunuz? Üniversiteler inovasyona ağırlık verecek, yaratıcı alanlar geliştirilecek. Sonra? Sonrası yok.

İnanılmaz bir karanlık tablo çizdiğimin farkındayım ama kapitalizm böyle bir şey zaten. Sermaye birikimi dediğimiz genişleyen üretim ve birikim modeli her seferinde daha fazla artı değere el koyarak yol alabilir. Her seferinde daha fazla artı değere el koymak aslında insana, yaşama karşı açılmış bir savaştır. Çünkü her el koyduğunuz artı değer yeniden eşitsizliği üretir. Üretilen eşitsizlik beraberinde demokrasiden kaçışı, insan haklarından kaçışı, insanca yaşamdan kaçışı getirir.

Daren Acemoğlu, Türkiye ekonomisinin Akp’nin ilk döneminde yani 2006-7 yılında kadar çok iyi olduğunu –katma değerli ürünlerin ihraç edildiği, reformların doğru şekilde uygulandığını, “2001’den sonra yüksek kaliteli büyüme” vs.- bu tarihten sonra yolsuzlukların arttığı, düşük katma değerli ürünlerin ihracatta öne çıktığı, “insan kaynakları” bakımında eğitimin kötüleştiğini savundu. Bu dönemleştirme sizce doğru mu? 2008’e kadar her şey yolunda mıydı?

Şimdi çocukları ilk 5 yaşına kadar kötü beslerseniz ileride obez olurlar. Sonra çocuklara istediğiniz diyet programını yaptırın, o obeziteyle baş etmek çok zordur. Bu açıklamada buna benziyor. O ilk yıllarda iyi dediği şeyler yüzünden bugün bu kötülüğü yaşıyoruz. Dolayısıyla ekonominin kesintili bir analizle değerlendirilmesi her şeyden önce bilimsel değil. Kaldı ki iyi dediği yıllar da iyi değildi. Ama neye göre iyi, baktıkları pencereye göre iyi. O ilk yıllarda özelleştirme yapılıyordu. Türkiye tarihinin en büyük özelleştirmesi yapıldı ki 6’lı masadaki Babacan da ekonomiden sorumluydu. Türkiye’nin, halkın, toplumun 66 milyar dolarlık kaynağını o ilk 5 yıl içinde sattılar. Böylece kamusal kaynaklarının büyük bir kısmını sermayeye transfer etme olanağına kavuşmuş oldular. Yani küresel finans sisteminin istediği her şeyi yaptıkları dönemdir o. Sayın Acemoğlu da küresel finans sisteminin bir iktisatçısıdır. Dolayısıyla iyi olarak görüyor.

Bahsedilen dönemde inşaat ve enerji yatırımlarının inanılmaz derecede desteklenmesi ile Türkiye çok hızlı büyüdü, hatta inşaat sektörü yıllık yüzde 18’lik büyüme yakaladı. Fakat bu o kadar sağlıksız bir gelişmeydi ki, bugün çok ciddi yoksulluklar, işsizlikler yaşıyorsak, bunun en önemli nedenlerinden biri işte o ilk beş yılda oluşturulmuş olan ortamdır.

Şimdi sizin tercihiniz inşaat olmayacak da yerine başka bir şey koyarak ama aynı mantıkla hareket edeceksiniz. Siz de sosyal yardım programını zenginleştireceksiniz ama temelde esasta bir farklılık yaratmayacaksınız. Sadece yatırım tercihlerini değiştirmiş olacaksınız.

Kılıçdaroğlu’nun yeni başdanışmanı Jeremy Rifkin’i sormak istiyorum. ABD’li ekonomist Jeremy Rifkin daha önce Sarkozy ve Merkel başta olmak üzere bir çok hükümete danışmanlık yaptı? Sizce vizyonu ve misyonu nedir?

Merkel neo- merkantilist bir modeli hayata geçirdi. Bu modelin başarılı kabul edilmesi de bir illüzyon. Merkel dönemi Almanya’sını eğer başarılı olarak nitelendiriyorsanız, bunun Alman sermayesinin gücünden ve bu sermayenin özellikle Avrupa Birliğini yeniden düzenleyebilmesinden kaynaklandığını bilmelisiniz. Bu sermayenin yaratmış olduğu tahribat ayrı bir röportaj konusu olabilecek kadar kapsamlı. Ama kısaca bu “başarı”yı Yunanistan’da yaşanan olaylar üzerinden değerlendirebiliriz. Yunanistan’da özellikle Syriza döneminde yaratmış oldukları yaptırımlar bu aklın bir ürünüydü. Yunan halkını çok ciddi anlamda yoksulluğa sürüklediler. Orada kullandıkları mekanizma aslında bir borç sarmalı mekanizması idi.  Yunanistan’ın borcu 330 milyar avroya ulaşmıştı ama aslında Yunanistan 330 milyar avro borç alıp kullanmamıştır. Kullandığı borç bu rakamın çok çok altındaydı. Ama finansal sitemin yıkıcı yöntemlerini burada görmemiz mümkün. Aynı şeyi İtalya’ya yaptılar, İspanya’ya yaptılar. Bu ekonomileri borç batağında çökerttiler. Merkel ekonomisi Alman sermayesi için başarılı olmuştur ama unutmayın ki Almanya’da 5 milyona yakın Kürt ve Türk emekçilerinin ve dünyadan gelen birçok emekçinin sömürüsünün ciddi boyutlara ulaştığı bir dönemden bahsediyoruz. Merkel’in 16 yılını muhasebeleştirirseniz, bunun yaratmış olduğu külfeti Akdeniz ülkelerinde, o ülkelerin emekçileri üzerindeki etkilerinde, Avrupa’da yaşayan mültecilerde görmeniz mümkün. Madem Almanya’da muhteşem bir on altı yıl Merkel dönemi oldu da Almanya niye şimdi bu krizde? Tıpkı AKP’nin ilk beş yılını övmeye benzer bu.

Bu açıdan Rifkin bugün Türkiye ekonomisine danışmanlık yapabilecek bir perspektife, birikime sahip midir, nerede durduğunuza, hangi sınıfsal tercihlerle hareket ettiğinize bağlıdır bu sorunun yanıtı.

Vizyon sunumlarında en çok kullanılan tanımlamalar “temiz kaynak”, “temiz enerji”, “temiz üretim”, “temiz toplum” oldu. Üretimde “yeşil dönüşüm”den bahsettiler. Aslında son yıllardaki özelikle gençlerin iklim krizine dönük hareketlerinden sonra Amerika’da ve Avrupa’daki yeşil yeni düzen, yeşil mutabakat açıklamalarını Türkiye için de vaad ettiler. Fakat bu “yeşil dönüşümü” biraz sorgulamak istiyoruz. Bu dönüşümü kim yapacak? Bu dönüşüm için kaynak olarak yine merkez kapitalist ülkelerdeki emeklilik fonları ve yeşil fonlar gösterildi ve bu fonlarla şirketlere teşvik sağlanacağı söylendi. Fakat bu kamu kaynaklarının şimdiki yandaşlara olmasa bile yine şirketlere aktarılmaya devam edeceği anlamına gelmiyor mu? Neden kamu kaynakları kamu yararına ve kamu eliyle değerlendirilmiyor? Şirketler eliyle bu yeşil dönüşümü sağlamak isteniyor. Bu konuda sizin değerlendirmeniz nedir?

Sermayenin içinde hala bir temiz kısım aramak mümkün mü? Sermayenin temiz olmasını beklemek eşyanın tabiatına aykırı. Sermayenin hareket yasası aslında hep daha fazla sömürüyü ve buna bağlı istikrarlı getiriyi sağlayacak risksiz alan arayışına dayanır. Siz şimdi, risk olmayan bir alan yaratacaksınız, artı ortalamanın üzerinde bir getiri sağlayacaksınız ve o ‘temiz sermaye’de gelip yatırım yapacak. Kısaca kapitalist büyüme dinamikleriyle hareket etmek istiyorsunuz.

Oysa yeşil üretim dediğimiz bir şeyden bahsedeceksek, doğa üzerindeki kapitalizmin tahribatını azaltmaktan ve ortadan kaldırmaktan, doğayı kendi ritmine kavuşturmaktan bahsediyoruz demektir. Bunun için de öncelikle kapitalist büyüme anlayışını sorgulamamız gerekir. Gerçekten bu kadar büyümeye ihtiyacımız var mı? Bu büyüme kimin hayrına? Ne için büyüyoruz? Mesela büyüdüğümüz için daha mı iyi besleniyoruz? Hayır. Büyüdüğümüz için daha mı iyi yaşıyoruz? Hayır. Büyüdüğümüz için mi savaşlar sonlandı? Hayır. Aksine artan savaşlar, göçler, artan yoksulluk, işsizlik, artan açlık, trafik sorunundan barınma soruna kadar keşmekeş kentler, iklim krizi ve birçok sorunla boğuşan bir insanlıktan bahsediyoruz bugün. Bu çoklu krizlerin ve baş edilemez sorunların müsebbibi kapitalist büyüme. O zaman büyüme sorunsalını yeniden konuşmalıyız. Ne için ve nasıl sağlıklı sosyal bir büyüme yaratabiliriz? Bunun yolu evet yeşil büyümeden geçiyor ama yöntemi yeşil sermayeden geçmiyor. Bunun yöntemi doğayla barışık, ekolojist bir üretim ve paylaşım mekanizmalarını kurmaktan geçiyor. Tarımdan, ihtiyaçlarımızla bağdaşık üretimden, insan yararına olan ve insan yaşamını daha nitelikli, daha sağlıklı yere ulaştıracak bir üretim anlayışından, toplum yararına bilimsel bir yaklaşımdan geçiyor. Bunu mümkün kılabilirsiniz. O zaman yeşil üretimden bahsetmeniz mümkün. Yoksa ötekisi sermayenin kirliliğini yeşile boyamak anlamına gelir.

HDP ve EÖİ herkesten önce programlarını açıkladılar. Siz nasıl bir ekonomik politika ön görüyorsunuz?

HDP’nin ekonomiye bakışı aslında bütünlüklü bir yaklaşımın içindendir. Siyaset ile ekonomi ilişkisini güçlü bir paradigmadan referans alarak oluşturmaktayız. Bugün yaşadığımız bütün krizleri çoklu kriz olarak görüp çoklu çözüm üreten bir yerden meselelere yaklaşıyoruz. Temel yaklaşımımız bu alamda radikal demokrasidir ve bu anlayışımız özünde antikapitalist bir çizgiyi ifade eder. Üretime de, bölüşüme de, büyümeye de bu çerçeveden bakıyoruz. Demokratik planlama çerçevesinde antikapitalist bir programla bu kirlilikten kurtulmanın ve insanca yaşamın var edilebileceğine inanıyoruz. HDP özellikle böyle bir anlayışla, stratejik olarak Üçüncü Yol anlayışıyla hareket ediyor.

Kaldı ki bizim etkilendiğimiz çok önemli de bir devrim var. Hemen sınırımızda Rojava devrimi. Ve dolayısıyla oraya dönüp baktığımızda bunun mümkün olabileceğini de görüyoruz. Yani başka bir dünya mümkün, başka bir ekonomi mümkün dediğimizde bunun nasıl mümkün olacağının bir örneği de hemen yanı başımızda. O yüzden de zaten sabah akşam iktidar tarafından bombalanmakta. Çünkü kapitalist olmayan bir üretim ve yaşamın da mümkün olabileceğine dair bir şeyden bahsediyorum.

Evet, bugünkü ekonominin en önemli sorunu her şeyden önce bu iktidarın yirmi yıldır uygulaya geldiği neoliberal politikalardır, kapitalizmdir aslında. Ve tabii ki en büyük pay ısrarla sürdürülen Kürt düşmanlığına bağlı savaş harcamalarıdır. Savaşın finansmanıdır. Bir barış ekonomisi inşa edersek, sadece savaş harcamalarını kısarak ekonominin yükünü, toplumsal maliyetleri önemli ölçüde azaltmış olacağız.

İkincisi, adaletli bir vergileme ile haksız zenginleşmeye, gelir ve servet dağılımındaki uçurumları törpülemeyi başarmak istiyoruz. Çünkü adaletli bir vergi sistemi yoksa bir toplumda adaletten bahsedemezsiniz. Adaletli bir vergi sisteminin olduğu yerde bu tür enflasyonla ya da hayat pahalılığıyla karşılaşmazsınız. Enflasyonla mücadele etmek için para politikasının, maliye politikasının değişik araçları var ama esas olarak ekonomi anlayışınızı değiştirmeniz gerekiyor.

Üçüncüsü üretimi, yatırımları düşünürken temel araç demokratik planlama olmalıdır.  Demokratik planlama nasıl sağlanabilir? Kuşkusuz yerel demokrasi ile sağlanabilir. Van’ın, Diyarbakır’ın, İzmir’in ekonomik planını buradaki halk yapmalı. Yerel planlamalardan hareketle bütünlüklü makro planlamalara varılmalıdır. Bizler demokratik planlama esasına dayalı katılımcı bütçe anlayışıyla bir ekonomik programı hayata geçireceğiz. Ekonomiyi demokratikleştireceğiz.

Önümüzdeki seçimler bu açıdan da çok önemlidir. Demokrasi İttifakı olarak bu seçimlerden güçlü bir şekilde çıkarak hem Meclis’te hem de yerel meclislerde Kürt meselesinden yoksulluğa birçok sorun alanında kalıcı çözümler üretmeyi hedefliyoruz. Kuşkusuz demokratik cumhuriyet adına bu bahsettiğim konular önemli başlıklardır. Demokratik cumhuriyete kadar uzun bir yolumuz var, ama bu yolu toplumsal mutabakat zeminlerinde üreteceğimiz geçiş programıyla hızla kat edeceğimize inanıyorum.

Cemil Aksu / POLİTİKA HABER

İlgili Haberler

Siyaset Bilimci Görkem Doğan: Seçimle çözülecek bir kriz yok
Politika'dan Söyleşi

Siyaset Bilimci Görkem Doğan: Seçimle çözülecek bir kriz yok

27 Mart 2023
TKP eski Politbüro üyesi Veysi Sarısözen: “devlet krizinin” “devrimci krize” dönüşme şartları var
Politika'dan Söyleşi

TKP eski Politbüro üyesi Veysi Sarısözen: “devlet krizinin” “devrimci krize” dönüşme şartları var

25 Mart 2023
Teori ve Eylem dergisi yazarı Arif Koşar: Gelecek mücadele döngüsünün sınıfsal rengi çok daha güçlü olacaktır
Politika'dan Söyleşi

Teori ve Eylem dergisi yazarı Arif Koşar: Gelecek mücadele döngüsünün sınıfsal rengi çok daha güçlü olacaktır

22 Mart 2023
Marksist Teori dergisi yazarı Olcay Çelik: “Restorasyon” halk için değil, sermaye blokları için
Politika'dan Söyleşi

Marksist Teori dergisi yazarı Olcay Çelik: “Restorasyon” halk için değil, sermaye blokları için

20 Mart 2023
Cenk Saraçoğlu: Halkın dinamizmini temsil edecek bir sol Türkiye’nin kaderini değiştirebilir
Politika'dan Söyleşi

Cenk Saraçoğlu: Halkın dinamizmini temsil edecek bir sol Türkiye’nin kaderini değiştirebilir

13 Mart 2023
Politika'dan Söyleşi

Şehir Plancısı Ceren Gamze Yaşar: Öncelikle insanca ve yaşanabilir konteynır kentler kurulmalı

23 Şubat 2023
Politika'dan Günün Yorumu
Akşener, Millet İttifakı ve olasılıklar
Politika'dan Yorum

Akşener, Millet İttifakı ve olasılıklar

admin_ca
8 Mart 2023
Politika'dan Söyleşi
Siyaset Bilimci Görkem Doğan: Seçimle çözülecek bir kriz yok
Politika'dan Söyleşi

Siyaset Bilimci Görkem Doğan: Seçimle çözülecek bir kriz yok

admin_ca
27 Mart 2023

EN SON HABERLER

Av. Vesek: Fatma’nın fotoğrafı, insan hakları ihlallerinin en net göstergesi

Av. Vesek: Fatma’nın fotoğrafı, insan hakları ihlallerinin en net göstergesi

28 Mart 2023
Tahliyeye “aile dışında kişilerle mektuplaşma” engeli

Tahliyeye “aile dışında kişilerle mektuplaşma” engeli

28 Mart 2023
Malatya’da kayısıyı önce deprem sonra yağışlar vurdu

Malatya’da kayısıyı önce deprem sonra yağışlar vurdu

28 Mart 2023
Van’daki barajların doluluk oranı kritik seviyede

Van’daki barajların doluluk oranı kritik seviyede

28 Mart 2023
DİB üyesi: Emek ve Özgürlük İttifakı’nın tutumu Türkiye’nin geleceği için önemli

DİB üyesi: Emek ve Özgürlük İttifakı’nın tutumu Türkiye’nin geleceği için önemli

28 Mart 2023
Askerlerin ilk ifadeleri: Helikopterden atıldılar, pistte linçe maruz kaldılar

Askerlerin ilk ifadeleri: Helikopterden atıldılar, pistte linçe maruz kaldılar

28 Mart 2023
Cezaevinde tutuklular kilo kaybediyor, ilaçları verilmiyor

Cezaevinde tutuklular kilo kaybediyor, ilaçları verilmiyor

28 Mart 2023
Politika Haber

© Tüm hakları saklıdır
Politika Haber'de yayımlanan yazı, haber, fotoğraf ve videoların her türlü telif hakkı Mustafa Suphi Vakfı'na aittir. İzin alınmadan, kaynak gösterilmeden ve link verilmeden alıntılanamaz.

Bizi Takip Edin

Kurumsal

Künye

Hakkımızda

Çerez Politikası

Gizlilik Politikası

Kullanım Koşulları

Politika Haber MA, ANKA ve SPUTNIK abonesidir.

© 2020 Politika Haber - Büyük İnsanlık İçin Politika!

Sonuç Bulunamadı
View All Result
  • Politika’dan Yorum
  • Politika’dan Söyleşi
  • Gündem
  • Emek
  • Ekonomi
  • Dünya
  • Ortadoğu
  • Kadın
  • Gençlik
  • Göçmen
  • Emeklilik
  • Eğitim
  • Doğa
  • Tarih
  • Kültür
  • Sağlık
  • Teknoloji
  • Spor
  • Video Haber
  • Foto-Galeri
  • Tüm Haberler

© 2020 Politika Haber - Büyük İnsanlık İçin Politika!