Künye   Hakkımızda
29 Mart 2023, Çarşamba
Politika Haber
  • GÜNDEM
  • EMEK
  • EKONOMİ
  • DÜNYA
  • KADIN
  • GENÇLİK
Tüm Haberler
Sonuç Bulunamadı
View All Result
Politika Haber
Sonuç Bulunamadı
View All Result
Anasayfa Politika'dan Söyleşi

Şehir Plancısı Ceren Gamze Yaşar: Öncelikle insanca ve yaşanabilir konteynır kentler kurulmalı

Binlerce yurttaş enkaz altında kurtulmayı beklerken iktidar yeni inşaat dalgası için adımlarını atmış ve ilk etapta bir yılda 30 bin konut yapacağını açıkladı. Yıkılan kentlerin bu şekilde yeniden inşası mümkün mü ve doğru mu? Şehir plancısı Ceren Gamze Yaşar, “şehircilik kuralları da kanla yazılmıştır” diyerek, şehrin sadece binaya indirgenemeyeceğini söylüyor.

23 Şubat 2023
Facebook'ta PaylaşTwitter'da PaylaşWhatsApp'ta Paylaş

Türkiye iki haftadır deprem gerçeğini yaşıyor. 10 kenti derinden etkileyen deprem artçı şoklarla devam ederken iktidar hala ne çadır ne de diğer temel yaşam ihtiyaçlarını karşılayacak bir çaba içinde oldu.

Aynı iktidar depremin ikinci gününde yandaşı inşaat şirketlerine bir yılda 30 bin konut yapılması için start vermelerini talimatı verdi. Henüz ağır kış şartlarında dışarıda kalan yurttaşlarına çadır sağlayamamışken hemencecik alınan bu 30 bin konut kararı iktidarın “asrın felâketi”den asrın rantını yaratma azmini gösteriyor.

Şimdiye kadar yaptıkları gibi deprem bölgesini şantiyeye çevirerek, OHAL koşullarında bina yaparak şehirler yeniden inşa edilebilir mi? İktidarın bu aceleciliğinin arkasında ne var? Ve muhalefet iktidarın bu yeni inşaat dalgasına karşı ne yapmalı?

Ankara Şehir Plancıları Odası Yürütme Kurulu üyesi Dr. Ceren Gamze Yaşar, 30 bin konutlu çözümlerin, bugünlerde en acı sonuçlarını gördüğümüz kentleşme ve konut sorunumuzu yeniden üretmek olduğuna dikkat çekerek “Öncelikle evsiz kalanların içinde bulunduğu durumu iyileştirmek üzere konteynır kentler, geçici yerleşimler sağlık koşullarına uygun, standartlara uygun, insanca ve yaşanabilir biçimde kurulmalı” diyor.

Enkaz altında binlerce insan kurtarılmayı beklerken iktidar adeta uzun zamandır krizde olan inşaat sektörünü kurtaracak bir plan yaptı ve 1 yıl içinde 105 metrekare 3+1 daireler şeklinde 10 ilde ilk etapta 30 bin konutu projelendirdiğini duyurdu. Binlerce yurttaş çadırda ya da derme çatma yerlerde kalıyor, durum acil ama çözüm bu tek kalemde 30 bin TOKİ konutu ile çözülebilir mi?

Depremden etkilenen yerleşim yerlerinin toplam nüfusu 13,5 milyon, bunun içinde 123 şehir (10 il merkez yerleşimi ve 113 ilçe merkez yerleşimi) ve coğrafyaya dağınık halde 6000 civarı köy var.

Etkilenen kentsel yerleşimler, şehirler, eğitim, sağlık gibi kentsel toplumsal hizmetlere, açık yeşil alanlara, gündelik perakende ticaret hayatına sahip canlı merkezlere, su, kanalizasyon, katı atık toplama, toplu ulaşım, iletişim altyapısı gibi teknik altyapıya az çok sahip yerlerdi. Ayrıca tarihler boyu o bölgede birikmiş, coğrafyanın ve iklimin etkisiyle harmanlanmış, bölgede yaşayan türlü halkla şekillenmiş çeşitli ve çok katmanlı bir kent, gündelik yaşam, mimari, toplumsal doku kültürü vardı. Şehir plancısı da olsam tek bir kişi olarak benim de tamamını sıralayamayacağım bir sürü bileşenden oluşuyor şehir dediğimiz. Bizim alanın okudukça cevaplaması en zorlaşan sorularından biridir: şehir nedir? Bunun cevabını şehirlerin sakinleriyle, mimarlık ve mühendislik genel alanlarının bütün alt kollarıyla, sosyal bilimlerin bütün alt kollarıyla beraber arayıp bulabiliyoruz ancak.

Şimdi bu çok bileşenli, çeşitli arazi kullanımlarına sahip, gündelik hayatlarımızın bütün işlev ve ihtiyaçlarını yerine getirebildiğimiz şehirler salt konuta indirgenmiş durumda bu yaklaşımla. 30 bin konut. Nerede yapılacak, altyapı, ulaşım, burada yaşayanların ihtiyaçları nasıl karşılanacak, kopyala yapıştır birörnek bu yavan alanlar yaşayanları nasıl etkiliyor gibi elzem soruları şimdilik bir kenara bıraksam bile bir şehir plancısı olarak aklım almıyor kaybedilen koca koca şehirlerin yerine sadece otopark ve bir örnek apartmanlardan ya da bir örnek iki katlı evlerden ibaret köşesine en iyi ihtimalle bir okul kondurulmuş bu alanların çözüm olarak önümüze konmasındaki rahatlığı.

6000 civarı da köy etkilendi bölgede. Bu köyler, bazıları 6360 sayılı yasa yüzünden mahalle olarak anılmak zorunda olsalar da büyükşehir olan illerin sınırları içinde kaldıkları için, kırsal nitelikli yerleşimler, dağınık biçimde kırsal bir coğrafyada yer alıyorlar. Kendilerine has ihtiyaçları var, toprağa bağımlılar, çiftçilik ya da hayvancılık yapıyorlar, tarlalarını, meralarını taşıyamacaklarına göre, bu köylerde yaşayanlar buralarda yaşamaya devam etmek durumunda. Hala çadır ve yardımın yeterince uğramadığı yerler buralar, bu köyler için uzak bir yerlere ikibin hanelik TOKİ yaptık gelin siz on köy burada toplanacaksınız 15 köy şurada diyemezsiniz. Hayvanları ile iç içe yaşıyor hayvancılık yapanlar, evleri yanlarında ahırlarıyla beraber buna uygun. Bu insana iki-üç katlı apartmanda gel bak dairen bu diyemezsiniz. Kısacası kentsel yerleşimlerin de kırsal yerleşimlerin de kendine has ihtiyaçları var. Biz insanların gündelik hayattaki ihtiyaç ve isteklerimiz ve yaşamımız için bir sürü farklı türde arazi kullanımına, hizmete, altyapıya ihtiyacımız var. 30 bin konutlu çözümler, içinde bulunduğumuz, bugünlerde en acı sonuçlarını gördüğümüz ve bu anlayışla devam edersek başka afetler ve başka şehirlerde de görmeye devam edeceğimiz kentleşme ve konut sorunumuzu yeniden üretmekten başka bir şey değil.

Durumun aciliyetine de derman olacak başka türlü bir şehirleşme, konut yapma imkânı yok mu? Muhalefet de hala dayanışma sorunlarını çözme arayışında. Ama inşaat şirketleri çoktan iş makinalarını, kamyonlarını deprem bölgelerine sevk etmiş durumda. İktidarın bu inşaat çılgınlığına dur demek için hemen şimdi ne yapmak gerekiyor?

Şehir planlama ya da güvenli, sağlıklı, yaşanabilir kentler bir tür ütopya değil. Son derece yapılabilir ve uygulanabilir ancak bunun için iki ana bileşen var, birincisi devlette planlama yaklaşımı ve güçlü teknik olarak yetkin bir bürokrasi. İkincisi ise bunları talep edecek ve kendinden taviz vermeyecek bir kamu oyu. Bürokratik aşınma, yapıların yıkılması ve kurumsallığın yerini kişilere bırakması, teknik bilginin görmezden gelinebilmesinin önünü açtı. Konut pazarı ve inşaat sektörü tarafından esir alınmış olmamız, çoğunluğun konutu bir yatırım aracı olarak görme işini içselleştirmiş olması ile birlikte ise bu düzensizleşme, teknik bilgiden ama aynı zamanda temsiliyetten de uzaklaşma, piyasa mekanizmaları ile kontrolden çıkan şehirciliğimiz ve konut üretimimiz ile bugün bu noktadayız. İmar hakkı pek çok kesimin kutsalı haline geldi, planlama meslek alanı ciddi bir imar istiyoruz baskısı altında hala, her şeye rağmen. Hani bir söz vardır pilotların, havacıların çok kullandığı, havacılık kuralları kanla yazılmıştır diye. Aslına bakarsanız şehircilik kuralları da öyle. Salgın hastalık olmuş, bu binalar güneş ve rüzgar almıyor, hastalığı önleyemiyoruz bunları biraz ayrı yapalım şuralara pencereler koyalım demişler, kuralı konmuş. yangın olmuş bu malzemeden yapmayalım, sokakları böyle dar yapmayalım tulumbacılar geçemiyor demişler, kuralı konmuş. Deprem olmuş binalar birbiri üstüne yıkılmış biz bunların arasına yüksekliklerinin en az yarısı kadar boşluk bırakalım demişler, kuralı konmuş. Şu kadar katlı binayı şu kadar sütun şu kadar kirişle şu beton yoğunluğu ile yapınca yıkılmış, kuralını koymuşlar. Böyle böyle konan bu kurallara uymadan, bilerek ya da bilmeyerek ama imar hakkını kutsayarak yapılan yapılar, yapılara eklemeler, yapılarda değişiklikler de bugün 24.süne kadar gelmiş olan imar afları ile affedildi. Yani böyle yapamadığımız ve artık tıkandığımız bir noktadayız.

Peki ne yapmalı? Dünyanın en kolay sorulan ama en zor cevaplanan sorusu. Bize bir derste sormuştu bir hocam (Melih Ersoy) planlama araçları nelerdir diye, bu soru benim ara ara düşündüğüm sorulardan, o zaman basitçe şöyle düşünmüştüm, işte planın kendisi, çiziyoruz, baş araç bu. Sonra günler, aylar ve yıllar geçtikçe planlama araçlarının ne kadar fazla ve geniş olduğunu ancak piyasa kontrolünde bir devletin bunları kullanmaktan genelde imtina ettiğini fark ettim. Plan sadece çizimden ibaret değil, koca bir analiz, uygulama ve denetleme süreci. Düşünün, bir dünya analiz yaptıktan sonra (öyle olmasını bekliyor ve istiyoruz yani) mevcut coğrafyayı ve yerleşimleri gösterir altlık üzerine yerleşimler çiziyorsunuz, belediye meclisi ikna oluyor önce, sonra oradaki hak sahipleri, piyasa aktörleri, merkezi idarenin kamu yönetimi taşra teşkilatı ki kendileri analiz sürecinde de yer alıyor çoğunlukla (ya da alması bekleniyor), sonra önce altyapı sonra üst yapı biçiminde ve etap etap inşa ediliyor bunlar. Yani bu ideali tabii, Şehircilikte Türkiye Deneyimi de bir sonraki sorunuz için cevabım olacak zaten.

Planlama araçları nelerdir diyordum. Örneğin yapı denetim cezaları planlama araçlarıydı, büyükşehirlerde boş duran oturma ruhsatı alınmış evlere getirilecek yüksek vergiler de öyle. Ya da TODAİE’nin örneğin, ki burası da kapatıldı, belediyelere imar planının nasıl yapılması gerektiği konusunda verdiği eğitimler. Aslına bakarsanız, bugünlerde meslektaşlarımın işin doğrusunu anlatmaya çalışmaları, kamuoyunu bilgilendirmeye çalışmaları da uzun vadeli planlama araçları.
Hala cevaplamamışım gibi geliyordur size belki, peki ne yapmalı? Çizili plan olan ve olmayan bütün planlama bütçeleme araçları kamu yararına kullanılmalı, vergiler, cezalar, sıkı denetimler, nitelikli ve asgari standartlara uygun imar planları, başından sonuna kadar bütün adımlar tek tek düzgün ilerlemeli, ben bunu kendi meslektaşlarıma ve ilgili bütün meslek gruplarına da söylüyorum aslında, en çok da onlara, bize söylüyorum. Ancak kamu olarak, hepimiz de konutu yatırım olarak görmekten vazgeçmeli, kiralara denetim, boş evlere yüksek vergilendirme gibi araçları desteklemeliyiz. Tek başına kimse sağ çıkamaz bu depremlerden sağ çıksa da. Sizin binanız yıkılmayan TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası binası gibi hasarsız durur orada ama sağındaki solundaki binaların tamamı yıkıldığı için içine girip de kullanamazsınız, altınızdaki kanalizasyon ve su sistemi çökmüştür, bütün ulaşım kesilmiştir, tüm teknik ve sosyal altyapı yıkılmıştır, siz binanız sağlam kalsa da binadan canınızı kurtarabildiğinizle kalırsınız.

Bundan sonrası için bu yıkılan yerlerin, başta dediğim 123 şehir ve 6000 civarı köyden hangileri etkilendiyse onların yeniden imarı için ne yapılmalı peki? Öncelikle evsiz kalanların içinde bulunduğu durumu iyileştirmek üzere konteynır kentler, geçici yerleşimler sağlık koşullarına uygun, standartlara uygun, insanca ve yaşanabilir biçimde kurulmalı. En acili bu. Bir de diğer şehirlere gidenler ve aslında Türkiye geneli için kiraların seviyesi belirlenmeli, kontrol altına alınmalı, iyi yöntemlerden biri kira miktarına göre alınan vergi oranını kademelendirip arttırmak olabilir, bu konuda çalışan vergi konusunda ve kamu yönetimi alanında uzman kişiler benden çok daha iyi önerilerde bulunacaktır muhakkak. Tüm bunlar yapılırken bütün yıkılan kentsel ve kırsal yerleşimler tek tek, evet tek tek analiz edilmeli, neler oldu, burada neler var, ihtiyaçlar neler ortaya serilmeli, bu yapılırken şehir plancıları başta olmak üzere bütün kentsel ve kırsal yapılı çevrelerle, tarım alanlarıyla, doğal alanlarla, toplumsal yapı ve sosyal bilimlerle ilgili meslek gruplarından katılımcıları içeren ekipler bu analizi yaptıktan sonra, kendi uzmanlık alanına göre kısıtlarını, önceliklerini ve olmazsa olmazlarını belirlemeli ve sonrasında her kentsel ve kırsal yerleşime özgü kendi planı ortaya konularak etaplanarak uygulamaya başlanmalıdır. Şehir kurmak aceleye getirilemez. Köyleri yeniden yerleştirmek aceleye getirilemez.

Türkiye’nin “çarpık kentleşme” hikâyesi oldukça uzun. Modernleşme olarak rasyonalize edilen kapitalist kentleşme yaşanmaz ve sorunları da çözülemez kentler yaratmış durumda. Hepimiz büyük, asansörlü vb. ev rüyasını paylaşıyoruz. Değişik medya ortamlarında sıkça Amerikan banliyö sistemi gibi seçenekler savunuluyor. Bir kent planlamasında birçok parametre söz konusudur muhakkak, peki demokratik, katılımcı, ekolojik bir kentin asgari müşterekleri var mıdır?

Biz plancılar çarpık kentleşme tabirini hiç kullanmayız, bizim için onun adı plansız kentleşmedir. Çarpık bir sıfattır çünkü, güzel gibi, çirkin gibi, muğlak; anlamı söyleyene ve dinleyene göre değişen. Oysa plansız dediğimizde bir sürece işaret ederiz, anlamı tektir: plansız.

Şehir planları tek bir ölçekte yapılmaz. Belediyeye gittiğinizde kendi arsanızın imar durumunu öğrenebildiğiniz planlar uygulama imar planlarıdır örneğin ve 1/1000 ölçekte yapılırlar. Yani mevcut binalar ve yollar, yapı adaları, parklar, okullar binde biri büyüklüğünde kağıt üzerinde gösterilir, üzerine ön çekme mesafesi şu kadar yan çekme mesafesi bu kadar olacak, emsal bu, taban alanı kat sayısı (TAKS) bu, kat alanı kat sayısı (KAKS) şu diye yazılır ve siz de bakar görürsünüz ki arsanızda ev yaptıracaksanız sizin mahallede ve sizin sokakta ön bahçeyi en az beş metre bırakmanız, yan bahçeleri 3’er metre bırakmanız gerekiyor, ayrıca 4 kattan fazlasına izin yok. Bu bilgiler işte bu planlarda olur. Herkesin aşina olduğu ve takip ettiği planlar da çoğunlukla bunlardır. Oysa ki bunlar, yine Melih Ersoy hocamdan bir alıntı ile devam etmek gerekirse planlardaki kademeli birlikteliğin en altındaki ve en sonundaki basamaktır.

Adı üstünde uygulama imar planları uygulama aşamasının bir öncesidir. Bu planlar bütün kentsel alanların çoğunda üretilmiş durumdadır. Peki bu kadar plan varken biz neden plansız kentleşme diyoruz? Çünkü kent planlama faaliyeti, 5 yıllık kalkınma planları çerçevesine uygun biçimde, 1/250000 gibi bölge planları üretildikten sonra ve analizleri çok detaylı yaptıktan sonra üst ölçekten yani bazı kentler için kentin büyüklüğüne ve yayıldığı alana göre 1/100000 ve 1/50000 gibi ölçeklerden, orta ölçekli kentlerde ise 1/25000 gibi ölçeklerden başlar. Bunlar sırasıyla Bölge Kalkınma Planı, Çevre Düzeni Planı (ve Master Plan, Ana Plan) ve Nazım İmar Planıdır. Bu planlar üretildikten sonra 1/5000’lik yaklaşık mahalle ölçeğinde ve arazi kullanımını yapı adası bazında gösteren Nazım İmar Planları üretildikten sonra ancak 1/1000 Uygulama İmar Planı üretilmelidir. Bu plan üretildikten sonra altyapı inşasına başlanmalı, en son üst yapı ve konutlar tamamlanarak (eğitim, sağlık gibi toplumsal hizmetleri de içerecek şekilde) toplu taşıma ağı ile bu alanda dolaşım sağlanmalıdır. Bizdeki sıraya baktığımızda ise özellikle kent çeperlerinde önce bina yapılıyor, sonra belediye altyapı götürüyor sonra da bunlar planlara işleniyor. Bazen de plan yapılıyor ama etaplanmıyor bir anda örneğin Ankara kentinin önümüzdeki elli yıl boyunca rezerv olarak duracak alanı küt diye imara açılıyor, uygulama imar planı yapılıyor ve tarlaların ortasında böyle tek tük apartmanlar görüyoruz sıklıkla. Ya da kent içinde bu yıl yirmi dördüncüsü beklenen deprem olunca askıya alınan imar afları ile aslında planlı alanlar yönetmeliğine uygun yapılmamış planlarla ya da yönetmeliğe uygun yapılmamış binalarla sorunları derinleşen mevcut yerleşim alanlarının tamamen piyasa taleplerine uygun olarak riskli alan ilan edilip ya da edilemeyip, dönüşümünü ya da dönüşememesini görüyoruz.

Elimizdeki deneyim bu kadar kuralsızken, ilk bakışta çok düzenli, hoş ve güvenli görünen Amerikan banliyösü, yani işte 50’lerin, 70’lerin Amerikan rüyası bir arzu nesnesi haline gelebiliyor. Yoğunluğu kuralsızca arttırılmış merkezlerimiz, güven vermeyen denetlenmemiş yapılarımız, standartlara uygun inşa edilmemiş evlerimiz pek çok insanda müstakil evim olsun, kentin merkezinden hay huyundan uzak bir kıyısında yaşayıp gideyim gibi bir hisse kapılmaya neden olabiliyor. Ya da bazılarında koskoca Amerikalılar yapmış biz bu “çarpık kentleşmemizle” ne cüretle onların banliyösünü eleştiririz gibi refleksler olabiliyor kendince “batı görmüş” insanlar arasında.

Burada iki sorun var, birincisi ve en önemlisi, her yerleşim için mucize bir reçete yok, her yere şöyle evler yapalım geçelim gibi bir kolaycılığa Müsaade etmeyen bir alan bu ve kent ilk soruda yanıtladığım gibi sadece evlerden ibaret değil, sokak da ihtiyacımız çok kıymetini bilmesek de, meydan da ihtiyacımız, küçük perakende ticaret de (evinizin altındaki eczane, yan sokaktaki dönerci, çaprazdaki kuaför) ihtiyacımız, park da, spor alanı da, okul da, sağlık ocağı da ve kenti kent yapan çeşitlilik neyse o da. Amerikan banliyösünün en çok eleştirilen yanlarından biri de bu tek tip arazi kullanımı, Amerikan planlama sistemine göre, eyaletlere göre farklılaşmakla birlikte zoning ordinance diye bir kurallar manzumesi var, bu karma kullanımları büyük ölçüde yasaklıyor, bugün Amerikalı şehir plancıları ve kamu yönetimi uzmanları da bu çıkmazı düzeltmek için neler yapabiliriz diye düşünüyorlar. Ovaların imara açılması meselesinin hem deprem yönünden, hem tarım alanları ve gıda krizi yönünden risklerine girmedim bile.

Gündelik hayatı iş, ev ve alışveriş merkezinden ibaret arabalı yığınlar için bu hoş bir yaşam biçimi gibi görünebilir ancak herkes böylesi bir yaşamı yeterince yaşanası bulmak zorunda değil. Burada sorun, böyle bitimsiz konut alanlarının araç bağımlılığı ile merkezde pek çok alanın otoparka dönüşmesine, ciddi ulaşım sorunlarına, katlı kavşaklarla dikişleri atmış gibi ayrılan yürünemez merkezlere çevirmesi. Yani bireysel olarak size işten eve evden işe arabayla gidip gelmek ve arada bir markete gitmek yetiyor ancak bu tercihiniz orta ve uzun vadede şehirleri yürünemeyen parçalı yapılara, yavan gündelik hayata sahip alanlara, arabaların en fazla yeri kapladığı, pek de kamusal alanı kalmayan (bizdeki meydanların nasıl da katlı kavşak ve kavşaklara dönüştüğünü düşünün, bu katlı kavşağın bir tarafında inseniz otobüsten, diğer tarafa geçmek büyük bir iş) merkezlere dönüştürüyor.

Paraselsus demiş ya hani, her şey zehirdir bu bir doz meselesidir diye, bu banliyö tipi de ilk anda göze hoş görünse de kontrolsüzce yaygınlaşmaya çok meyilli, merkezi olmayan, hizmetleri çok zor sağlanan, kamuya maliyeti yüksek, arazi tüketimi ve kaynak tüketimi yüksek bir doku bu. Buradaki ikinci sorun da işte bu doz meselesi, yer yer böyle alanlar, uygunluk durumuna göre olabilir tabii, ancak bizim önümüzdeki sorun, her yeri bu hale getirmek değil (ki bunun kendisi de bir sorun, hane halkındaki herkese araba ve ucuz benzin gerektiği için, burada Amerikan banliyölerinin Amerikan otomotiv sektörünün gelişmesiyle araba alımını arttırmak için bizzat tasarlandığını, 1970’lerde yaşanan petrol krizi sonrası da petrol tüketimini garantilemek için ABD’nin Ortadoğu müdahaleleri ile petrol fiyatlamasında aktif rol aldığını, yani Amerikan banliyösü ile ABD’nin Ortadoğu’da sürdürdüğü politikaların doğrudan ilişkili olduğunu hatırlatmayı bir borç bilirim) yaşanamaz ve güvensiz hale gelmiş merkez yerleşimleri sağlıklaştırmak gerektiğinde ve belli sınırlar içinde (yine analiz ederek ve kamu yararını gözeterek) dönüştürmek, canlandırmak, çeperde yeni kentsel gelişimleri ise yukarıda anlattığım gibi planların kademeli birlikteliği ve onu sıkı sıkıya takip eden uygulama ile yönlendirmektir.

Diyeceksiniz ki ben müstakil iki katlı evde oturmak istiyorum hiç mi yolu yok? Var tabii, bunun iyi örneklerinden biri de Amerika’dan falan değil, bizzat Türkiye’den, Ankara’da Batıkent örneği. Batıkent planlı bir alt merkez, düşük yoğunluklu tasarlanmış büyük ölçüde, şu hoşunuza giden iki katlı bahçeli evler yani. Ancak Amerikan banliyösünden farklı olarak kendi merkezi var, toplu taşıma sistemine entegre edilmiş, 1. derece tarım arazisi üstüne değil daha düşük nitelikli arazi üstüne inşa edilmiş. Bugün oraya metro da otobüs de rahat rahat gidiyor. Sorunlu yerleri illa ki vardır (benim için birisi merkeze uzak olması örneğin, ama bunlar tercihtir, ben kent merkezinde yaşamayı tercih edebilirim, siz de biraz uzak olsun ama bahçeli bir ev olsun diyebilirsiniz, bunda bir sorun yok tercih hakkımız olabildiği sürece).

Bu soru birkaç soruyu birden içeriyor, umarım hepsine yeterince değinebilmişimdir diyerek asgari müştereklere geçiyorum. Şehir planlama işi her yerleşime özgü yapılır, tıpkı her parsele kendine özgü mimari proje hazırlandığı gibi. Ancak bu demek değildir ki mimaride ya da planlamada ya da peyzaj mimarlığında örneğin, belli başlı ilkeler yoktur. Aksine pek çok ilkemiz var ve bunlara bağlı hareket etmeliyiz biz kentsel yapılı çevre ile ilgili meslek grupları. Bunun başında her bölgeye kopyala yapıştır plan yapmamak geliyor, bu da temelini analiz ihtiyacından alıyor, aklınıza gelebilecek hemen her konuda analizler üretiliyor ve üretilmeli plan yaparken. İklim, kültür, tarih, coğrafi koşullar, eğim, fay hatları ve zemin yapısı, depremsellik, taşkın alanları, ulaşım ağındaki yeri, ticaret, turizm, sanayi, tarım. Bir de şunu eklemek lazım, kentler ve kent planları boş kağıda sıfırdan çizilen resimler değiller, altta hep bir şey var, çoğu zaman mevcutta bir kent var zaten, bazen bir köy var, bazen çok eskiden beri yerleşilmiş bir yerleşim. Antakya örneğin, Türkiye’nin en eski yerleşimlerinden biri, yüzyıllardır Asi nehri etrafında ve orada kurulmuş. Tarihte de depremlerle yıkılmış ve kaynakları yüzünden, alışkanlıklar yüzünden yeniden kurulmuş. İşte bu analizler bize orada ne varsa onu anlayıp geliştirme, iyileştirme ya da olduğu gibi koruma şansı veriyor. Üstüne ekleyerek gidiyoruz. Kümülatif bir şey kent dediğimiz, bir çağda biri bir şey yapmış, başka bir çağda bir mimar gelmiş bir şey eklemiş, başka bir zaman ustalar mahalle yapmışlar bir yangından sonra, böyle böyle bugünlere gelmişiz. Son dönemde, yani 2000ler sonrası, alıştık her şeyin tamamen “sıfırlanıp düzlenip” yeniden ve ayrık nizam bir örnek yavan biçimde her yere aynı şeyi yaparak yenilenmesine.

Türkiye’de binaların belki yarısı 2000’ler sonrası yapıldı. Yani bizim bunları düzgün yapma, niteliklileri de sağlamlaştırarak koruma şansımız vardı, ama piyasa tercih etmedi, devlet de buna çanak tuttu, halk göz yumdu. Sonuçta en azından depreme dayanıklıdır dediğimiz bu yavan yapılar, onu da başaramadı. Genel bir umutsuzluğa düşüp bari bahçeli evim olsun kendimi kurtarayım hislerine kapıldık, ama bu yanlış yol, bitimsiz bahçeli evlerden ibaret şehirlerimiz olsa sırf, bu olmayan piyasa etiğine teslim olmuş yapılaşmamızla onlar da yıkılır, zaten öyle Amerikan banliyösü gibi en azından göze hoş görünür de olamazlar, burj el babas bu ülkede yapıldı sonuçta, açın bakın TOKİ’nin iki katlı konutları var, hiç öyle görünmüyorlar. Bir de tabii o dağınık alanda hizmetlere erişimi nasıl sağlayacağız, evlerin, arabaların, benzinin her şeyin fiyatı bu haldeyken?

Böyle evler yapıldı diyelim belki %80’i boş kalacak biz bunları alamadığımız için ya da buraya gidip gelecek arabayı alamadığımız için. Ülkenin konut sorunu tam da bu zaten, büyükşehirlerin tamamında bir sürü boş konut var, bir yandan da ben dahil bir sürü insan evden çıkarılsak ev bulamayız çıkacak, çünkü kiralar çok pahalı, bu boş evler de çok uzaklarda doğru dürüst altyapısı yok ya da var ama yine pahalı, ya da ev sahibi yatırım amaçlı almış borsada hisse alır gibi ve kenarda tutuyor ya da alsatçılık kârcılık yapıyor.

Bizim alan da böyle laf lafı açıyor. Asgari ilkelerle toparlamak isterim, kamu yararı baş ilke, planlama kişilerin ve grupların çıkarlarını gözetmez, gözetmemeli, kamu yararı asli unsuru. Uzun erimli olma asli ilke, planlar bugünden hemen yarına yapılmaz, en az önümüzdeki 20 yılı kapsar ve aradaki adımları da düşünür.

Dönüşüm budur aslında, bugünden 20 yıl sonrasına adım adım nasıl gidecek bu yerleşim? Uzun erimli olması pek çok başka ilkeyi yanında getirir, nüfus artarsa ne olacak (nüfus değişimini kestirmek için projeksiyonlar yaparız), su kaynakları için sınırımız nedir? Çevreyle kurduğumuz ilişkiyi nasıl düzelteceğiz? İklim krizine kentlerin etkisi nedir? Nasıl azaltılır? İklim krizinin kentlere etkisi nedir? Nasıl önlemler almak lazım? Bir kere başlayınca genişleyerek gider, sonrasında bu sorulara verilen cevaplar ve üretilen analizler sentezlenir ve plan üretilmeye başlanır.

İktidarın inşaat üzerinden sermayeye birikim alanı yaratma çabası son 20 yılda hem kentlerde hem de kırda/çevrede büyük çevresel yıkıma neden oldu. Kentlerde deprem tehlikesi gerekçesiyle başlatılan “kentsel dönüşüm projeleri” sonucunda deprem toplanma alanları bile kalmadı. Kırda ise her yer taş ocağı, maden sahası oldu. Ama bunlar iki ayrı olgu gibi de ele alındı. Şimdi de yine deprem gerekçesiyle yeni bir inşaat dalgası ile benzer bir ekolojik yıkım dalgası da yaşanacak. Bu kısır döngüden nasıl çıkılır?

Soru durumu çok iyi ifade etmiş, kent daha göz önünde kentsel hareketler kentsel dönüşüm sorunu da daha gözle görünür kentteki hareketler için ancak ekoloji hareketlerinin daha çok farkında olduğu, geniş kırsal coğrafyaya yayılmış olan madencilik, enerji projeleri, taş ocakları konusu da aynı sorunun iki yüzü. Doğrudan ilişkililer birbirleriyle. Yeni yerleri inşa etmek için bir sürü yeni taş ocağı açılacak kırsal alanlara, hepsinin ruhsatı çoktan dağıtıldı haritalardan ve doğrudan kırsal alanlardan gördüğümüz kadarıyla. Bu kısır döngüden nasıl çıkılır konusu benim de sık sık aklımı kurcalıyor, şehir plancısıyım ben, böyle şeyler dahil olmak üzere sadece mekanı değil süreçleri ve yapılacakları planlamak da alanım benim. Adım adım düşünüyorum. Yani ilk en yakıcısından başlanacak. Deprem bu döngüyü ani ve kötü biçimde kırdı aslında, önce bunun farkına varmak lazım. Her ne kadar olumlu olumsuz yüzeysel derin pek çok yorum olmakla birlikte, örneğin şehir planlama son yıllarda hiç olmadığı kadar konuşulmaya başladı. Bu döngünün de böyle anlarda kırıldığının farkında olmak lazım. Böyle gelmiş böyle gider diye düşünmemek lazım. Meslek odaları, kentsel toplumsal hareketler, ekoloji hareketleri olarak bu tartışmayı çoğaltmak lazım, ama en önemlisi, bireysel olarak da kendimize sormak lazım, ben konutu yatırım aracı olarak görüyor muyum? Kamu bu inanıştan vazgeçerse döngüyü kırmak kolaylaşacak çünkü. Bu, örneğin TL’ye duyulan güveni arttırma talebi doğuracak, toprağa para gömmek ve sürekli ev yapmak yerine belki pek çok parametreyi de hesaba katarak üretime yönelme gibi bir sonuç doğuracak. Bir de işin meslek insanları boyutu var, örneğin biz plancıların üstümüzdeki baskı yüzünden bile olsa her isteyene imar verme gibi bir lüksü yok artık, inşaatçıların yapı denetime direnme lüksü yok, yapı denetimcilerin savsaklama lüksü yok. Baştan sona her adımda meslek etiği, teknik bilgilerle hareket etme ama bunu yaparken de asma kesme değil, yerelde ihtiyaçları ve istekleri de öğrenme ve kamu yararına uygun olanları içerme gibi yapılacak işler var.

İlgili Haberler

Siyaset Bilimci Görkem Doğan: Seçimle çözülecek bir kriz yok
Politika'dan Söyleşi

Siyaset Bilimci Görkem Doğan: Seçimle çözülecek bir kriz yok

27 Mart 2023
TKP eski Politbüro üyesi Veysi Sarısözen: “devlet krizinin” “devrimci krize” dönüşme şartları var
Politika'dan Söyleşi

TKP eski Politbüro üyesi Veysi Sarısözen: “devlet krizinin” “devrimci krize” dönüşme şartları var

25 Mart 2023
Teori ve Eylem dergisi yazarı Arif Koşar: Gelecek mücadele döngüsünün sınıfsal rengi çok daha güçlü olacaktır
Politika'dan Söyleşi

Teori ve Eylem dergisi yazarı Arif Koşar: Gelecek mücadele döngüsünün sınıfsal rengi çok daha güçlü olacaktır

22 Mart 2023
Marksist Teori dergisi yazarı Olcay Çelik: “Restorasyon” halk için değil, sermaye blokları için
Politika'dan Söyleşi

Marksist Teori dergisi yazarı Olcay Çelik: “Restorasyon” halk için değil, sermaye blokları için

20 Mart 2023
Cenk Saraçoğlu: Halkın dinamizmini temsil edecek bir sol Türkiye’nin kaderini değiştirebilir
Politika'dan Söyleşi

Cenk Saraçoğlu: Halkın dinamizmini temsil edecek bir sol Türkiye’nin kaderini değiştirebilir

13 Mart 2023
İstanbul Şehir Plancıları Odası Başkanı Pelin Pınar Giritlioğlu: Kentlerimiz depreme hazır olmadığı gibi, sonrasına yönelik bir senaryo da yok ortada
Politika'dan Söyleşi

İstanbul Şehir Plancıları Odası Başkanı Pelin Pınar Giritlioğlu: Kentlerimiz depreme hazır olmadığı gibi, sonrasına yönelik bir senaryo da yok ortada

13 Şubat 2023
Politika'dan Günün Yorumu
Akşener, Millet İttifakı ve olasılıklar
Politika'dan Yorum

Akşener, Millet İttifakı ve olasılıklar

admin_ca
8 Mart 2023
Politika'dan Söyleşi
Siyaset Bilimci Görkem Doğan: Seçimle çözülecek bir kriz yok
Politika'dan Söyleşi

Siyaset Bilimci Görkem Doğan: Seçimle çözülecek bir kriz yok

admin_ca
27 Mart 2023

EN SON HABERLER

Depremin 50’nci gününde de cenazeler çıkarılıyor

Depremin 50’nci gününde de cenazeler çıkarılıyor

28 Mart 2023
BM ve AB’ye “Türkiye’nin saldırıları sonlandırılsın” çağrısı

BM ve AB’ye “Türkiye’nin saldırıları sonlandırılsın” çağrısı

28 Mart 2023
TC Merkez Bankası

Merkez Bankası, 30 milyar liralık deprem yardımını onayladı

28 Mart 2023
TBMM

HDP’nin seçim güvenliğine ilişkin grup önerisi reddedildi

28 Mart 2023
Kılıçdaroğlu: Beraber olacağız, birlikte olacağız, kavgayı bitireceğiz

Kılıçdaroğlu: Beraber olacağız, birlikte olacağız, kavgayı bitireceğiz

28 Mart 2023
Tahliye kararı verilen sahte doktor Ayşe Özkiraz cezaevinden çıktı

Tahliye kararı verilen sahte doktor Ayşe Özkiraz cezaevinden çıktı

28 Mart 2023
AKP’li belediye önünde kendisini ve eşini ateşe verdi

AKP’li belediye önünde kendisini ve eşini ateşe verdi

28 Mart 2023
Politika Haber

© Tüm hakları saklıdır
Politika Haber'de yayımlanan yazı, haber, fotoğraf ve videoların her türlü telif hakkı Mustafa Suphi Vakfı'na aittir. İzin alınmadan, kaynak gösterilmeden ve link verilmeden alıntılanamaz.

Bizi Takip Edin

Kurumsal

Künye

Hakkımızda

Çerez Politikası

Gizlilik Politikası

Kullanım Koşulları

Politika Haber MA, ANKA ve SPUTNIK abonesidir.

© 2020 Politika Haber - Büyük İnsanlık İçin Politika!

Sonuç Bulunamadı
View All Result
  • Politika’dan Yorum
  • Politika’dan Söyleşi
  • Gündem
  • Emek
  • Ekonomi
  • Dünya
  • Ortadoğu
  • Kadın
  • Gençlik
  • Göçmen
  • Emeklilik
  • Eğitim
  • Doğa
  • Tarih
  • Kültür
  • Sağlık
  • Teknoloji
  • Spor
  • Video Haber
  • Foto-Galeri
  • Tüm Haberler

© 2020 Politika Haber - Büyük İnsanlık İçin Politika!