Dünyada yaşanan iklim krizine çözüm bulmak amacıyla aralarında Türkiye’nin de olduğu 175 ülke, 22 Nisan 2016’da New York’ta düzenlenen Yüksek Düzeyli İmza Töreni’nde Paris Anlaşması’na imza attı. İmza atan ülkelerin anlaşmaya taraf olabilmesi için kendi parlamentolarında da kabul etmesi gerekiyor. Ancak Türkiye bu şartı yerine getirmiş değil. Yapılan anlaşmaya göre, 2020 sonrasında iklim değişikliği tehlikesine karşı küresel sosyo-ekonomik dayanıklılığın güçlendirilmesini hedeflemekte. Uzun dönemli hedefi ise endüstrileşme öncesi döneme kıyasen küresel sıcaklık artışının 2 santigrat derecenin altında tutulması. Ekolojistler ise, bu anlaşmanın çözüm olmayacağını sadece halkı daha da yoksullaştıracağı konusunda hem fikir. Gazeteci Yusuf Gürsucu, Paris Anlaşması’nı ve bu anlaşmanın iklim krizine dair etkilerini değerlendirdi.
EKOLOJİK KRİZ
Küresel ısınmanın, kapitalizmin zorunluluğu olan aşırı üretim ve tüketim politikalarıyla ortaya çıkan ekolojik krizin bir sonucu ve parçası olduğunu ifade eden Gürsucu, dünyada yapılan iklim zirvelerinde sadece küresel ısınmanın gündeme alındığını söyledi. İklim zirvelerinde alınan kararların kapitalist üretim ilişkileri içindeki “odak nokta”larının enerji üretim biçimine yönelik olduğunu belirten Gürsucu, “Enerjide dönüşüm olması halinde küresel ısınmanın ortadan kalkacağı iddia edilmektedir, ancak bu doğru değil” diye belirtti.
TEMİZ HAVA TİCARİ META OLDU
Paris Anlaşması’ndan önce Kyoto’da yapılan zirveye bakıp orada alınan somut kararların önemli bir gösterge olduğunu vurgulayan Gürsucu, Kyoto Sözleşmesi’yle birlikte karbon ticaretinin başlatıldığını ifade etti. Gürsucu, “Bu ticaret ile parası olanın havayı özgürce kirletmesi sağlanırken, soluduğumuz temiz hava da ticari bir meta haline getirilmiş oldu” dedi.
YURTTAŞ YOKSULLAŞTIRILIYOR
Paris Anlaşması’nda alınan kararlarda temiz hava vergisi olan “karbon vergisi”nin ülke gündemlerine alınarak yasallaştırılmaya başlandığının altını çizen Gürsucu, karbon vergisinin ilk olarak akaryakıta uygulanarak halkın soyulmaya başlandığını söyledi.
Gürsucu, “Vergilerin amacı ‘alternatif enerji’ üretimine geçişte finansman kaynağı olarak ele alındı. Ancak bu durum sorunu çözmeye yönelik olmadığı görülüyor. Bu adımla birlikte yurttaşlar daha da yoksullaşacak ve halktan toplanan vergilerle sermayenin büyümesini kesintisiz sürdürecek. Termik santrallerin belli bir süre içinde kapatılması anlaşmanın bir parçası olması ve yeni karbon salımı kotaları getiriliyor olması Türkiye gibi diğer 6 ülke için çekici gelmemektedir” diye belirtti.
KURAKLIĞIN NEDENLERİ MASKELENİYOR
Dünyada kuraklığın genişlemesinin küresel ısınma, sanayi havzalarında sınırsız su kullanımı, enerjide kullanılan yoğun su ve madenlerde kullanılan yüksek su miktarları ile su havzalarının yok edilmesi gibi nedenlerin olduğuna dikkat çeken Gürsucu, su kıtlığına tek sebebinin iklim değişikliğine bağlanarak, kapitalist işletmelerin su havzalarını yok eden süreçlerin maskelendiğini ifade etti. Gürsucu, “Tarımsal sulamalarda kullanılan salma su yöntemi nedeniyle aşırı su çekiminin de su kıtlığında önemli bir etken iken kısa dönem içinde tarımsal alanlarda su bulma tehlikesi ortaya çıkacak” dedi.
SU META HALİNE GETİRİLİYOR
Susuzluk ve kuraklığın kapitalizm koşullarında durdurulamayacak boyutlara ulaştığını ifade eden Gürsucu, STÖ’lerinin de desteklediği ve iktidarın yakın bir zamanda Meclis’e getireceği “Su Kanun Tasarısı”nın hazırlandığını söyledi. Gürsucu, “STÖ’leri, Avrupa Birliği’nin (AB) ‘Su Çerçeve Direktifi’ni baz alınarak Su Kanunu hazırlanmasını talep ederken, iktidar da buna göre bir tasarı hazırladı. Tasarıda suyun ‘Sürdürülebilir’ biçimde korunması yaklaşımında, suyun doğal varlığını tüm ekosistem için değil, kapitalizmin ihtiyaçları için ele alındığını görebiliyoruz. AB Su Çerçeve Direktifi’nin en önemli yaklaşımı ‘kirleten öder’ ile ‘kullanan öder’ yaklaşımıdır. Bu perspektif ile suyun tamamen ticari bir meta olarak değerlendirildiği görülürken suyun ancak parası olanların ulaşabileceği çok pahalı bir meta haline getirilmek isteniyor. Bu durum ise asla kabul edilemez” diye belirtti.
‘YENİ BARAJLAR ÖNLENMELİ, ESKİLERİ YIKILMALI’
Yerelde kuraklığa çözüm barajların, madenlerin, enerji üretim merkezlerinin önlenmesi ve yapılmış olan büyük barajların yıkılmasıyla mümkün olabileceğine vurgu yapan Gürsucu, “Doğu Karadeniz’de ortaya çıkan kuraklığın ve özellikle kış kuraklığının tek nedeni Çoruh Vadisi’nde kurulmuş olan büyük barajlardır. Büyük barajlar bulundukları bölgede iklimi yumuşatır ve yağış rejimini değiştirir. Bölgede kışlar kurak geçmeye başlamış, yazlar ise kısa süreli ancak çok yoğun yağışlar sel halinde yeryüzüne ulaşıyor. Barajlardaki sular son baharla birlikte kış aylarını içine alan dönem içinde azalmaya başladığı ise raporlarda yer almaktadır” dedi.
PARİS ANLAŞMASI ÇÖZÜM DEĞİL
Küresel ısınmanın, susuzluğun ve kuraklığın Paris Anlaşması’yla durdurulmasının mümkün olamayacağını anlatan Gürsucu, kapitalizmde önceliğin sermayeye verildiğini belirterek, “Madenler, JES’ler, kaya gazı sondajları vd. kapitalist işletmelerle doğal yaşamın dolayısıyla ekosistemin yok edilmesinin sonuçları olan susuzluğu ya da kuraklığı alternatif enerji üretimleri ile önlenebileceğini söylemek ham bir hayaldir. Kapitalizm sermaye birikimini sağlarken emek ve doğa at başı sömürülmektedir ve bu durum kapitalizmin olmazsa olmazıdır. Ekolojik krizle birlikte ortaya çıkan yok oluş sürecinin durdurulmasının tek yolu kapitalizmden çıkmaktır. Ekolojik ve sosyalist bir yönelimi dünya üzerinde hakim kılmaktan başkaca hiç bir çözüm yolu yoktur” şeklinde konuştu.
Kadir Güney / MA