Cumhur ve Millet İttifakı arasındaki “aday” tartışması sürerken üçüncü bir seçenek olarak Emek ve Özgürlük İttifakı kuruldu. Ekonomik kriz her geçen gün ağırlaşırken siyasi çözüm konusundaki belirsizlik de sürüyor. Program ve ilkelerini ilk açıklayan ittifak Emek ve Özgürlük İttifakı olsa da Cumhur ve Millet İttifakı arasında kurulan “iki partili siyaset” denklemini ne kadar bozacağı merak edilen konu. Diğer taraftan herkesin aklındaki bir soru da, yeni bir 7 Haziran 1 Kasım sürecinin yaşanmasının nasıl engelleneceği.
Emek ve Özgürlük İttifakı ile ilgili eleştirileri ve İttifak’ın seçim siyaseti konusunda merak edilenleri HDP İzmir Milletvekili ve MYK üyesi Murat Çepni’ye sorduk. AKP’nin ilk sandık yenilgisini yaşadığı 7 Haziran seçim sürecini hatırlatan Çepni’ye göre, “bu ülkede sandıkların korunması için bile antifaşist bir örgütlenmeye ihtiyaç var.”
Türkiye seçim gündemine kilitlenmiş durumda. Bu gündemde üzerine en çok konuşulan konu ise HDP. Herkes HDP’nin “kilit” parti olduğunu, HDP ise “anahtar” parti olduğunu söylüyor. Fakat hakim hava, HDP’yi edilgenleştiren, Cumhur veya Millet İttifakı’ndan hangisini destekleyip desteklemeyeceğini esas alan bir tartışma değil mi bu? HDP, Millet İttifakı ile “ortak aday” belirleme meselesini öncelikli seçenek olarak mı görüyor?
“Kilit”, “anahtar parti” durumu tam olarak HDP’yi açıklamıyor. Kilit ya da anahtar ifadesi, belirleyici güce vurgu yapmayı amaçlıyor dense de aslında kendi rolünü zayıflatıyor. Üçüncü bir cephe açmaya kilitlenmek yerine egemen bloklar arasında kendini var etme çabasına işaret ediyor. Dolayısıyla da ezilen milyonların demokratik siyaset adı altında sisteme yedeklenmesine hizmet edebiliyor. Velhasıl, kullanılmaz mı elbette yerinde kullanılabilir, ama şimdi biz HDP’yi tanımlarken kullanmamaya gayret etmeliyiz. Ezilenler cenahında ise yer yer, hatta bazen ağırlıklı olarak bu burjuva stratejiye angaje olma hali yaşanabiliyor. Mesele HDP’nin burjuva bloklardan birisini desteklemesi değil, mesele, burjuva alternatif yerine antifaşist, demokratik halkçı, sosyalist bir cephenin açılmasıdır.
Burjuva siyasetin alametifarikası birbirinden sadece nüanslarda farklılığı olan partileri demokratik alternatifler olarak pazarlayabilmesidir. Birbirleriyle kavga ederler, yerden yere vururlar ama sermayenin çıkarları söz konusu olduğunda kendileri dışında herkesi terörist, dış mihrak ilan ediverirler. Oysa her parti, temsilcisi olduğu sınıfın ihtiyaçları için vardır. Burjuva partiler ise tüm sınıfların ortak çıkarları olabilirmiş gibi kendilerini de tüm sınıfların temsilcisi sayarlar.
HDP ortak aday meselesini öncelikli göremez. Bu varlık nedenlerimize aykırı olur. Herkes kendi partisinin niye var olduğunu açıklamalı aslında. Yani program tartışılmalı diyoruz. İki blok da devletin tarihsel mirasını kendi aralarında paylaşmaya çalışıyorlar. Hiçbir temel soruna çözüm önermiyorlar. Başat sorun olan Kürt sorununda şiddet dışında bir program açıklanmış değil. Aleviler için de aynısı geçerli. Bunları HDP’nin varlık nedenlerine vurgu yapmak için söylüyorum.
İçinde bulunduğumuz siyasi, ekonomik koşulların ağırlığı bizi bazen geçici, yanıltıcı çarelere yöneltebiliyor. Her şeyin toz duman olduğu anlarda aslında ‘beni gör’ diye bağıran imkânlar vardır. İşte biz devrimciler, sosyalistler olarak o imkânları görmek ve ona uygun hazırlıklar yapmak için varız.
Emek ve Özgürlük İttifakı kuruldu. İttifak, medyada Kürtler ile sosyalistlerin ittifakı olarak lanse edildi. İttifak’ın programının HDP’nin Tutum Belgesi’nden daha sol bir program olduğu yönlü yorumlar yapıldı. Siz buna katılıyor musunuz?
Emek ve Özgürlük İttifakı kuruldu, iyi de oldu. Kürt devrimci demokratik hareketi ile Türkiye devrimci, sosyalist hareketinin mücadele birliği olarak kurulan HDK/HDP, daha başından beri kendisini tamamlanan bir hareket olarak değil, daha yeni başlayan bir hareket olarak tanımladı. Faşizme karşı tutarlı tüm güçlerle ortaklaşmayı hedef edindi. Bu konuda son derece özverili olmaya çalıştı.
‘Tutum Belgesi’ HDP’nin programı değil. Dönemsel bir tutum belgesidir açıklanan. Kaldı ki aradan geçen zaman ve gelişmeler nedeniyle güncellenmeye de ihtiyacı olabilir.
HDP’nin programı sol bir programdır. HDP’nin sol ya da “yeterince sol” olmadığı tartışması ise, iktidarı muhalefeti ile burjuva siyasetinin çözümsüzlük içinde debelenmesinin nedeni olan “Kürt sorunu”nda yaşanan saflaşmanın bir ifadesidir. Türkiye’de “Kürt Sorunu yoktur” diyen “sosyalistler” var! Kürt sorunu vardır deyip, bu konuda bir tek eylem gerçekleştirmeyen sosyalistler de var! Temel sorun olarak “Kürt sorunu”nun yerine “laiklik”i koyup, HDP’ye kimlik siyaseti yapıyor eleştirisi yapanlar da var… Bu tartışmalar, kökleri 12 Eylül yenilgisine kadar giden, ama güncel olarak da sistemin mevcut varoluş krizi içinde de faşist şeflik rejiminin saldırıları karşısında yenilgiyi kabul etmenin bir ifadesi. Sistemi krize sokan iki temel sorun var, emek-sermaye çelişkisi ve Kürt sorunu. Bu iki alanın dışında siyaset kurmak isteyenler hep oldu, hala da var. Ama hiçbir zaman siyaseten kayda değer bir güç olamadılar, şimdi de olamazlar. Gerçekliğin devrimciliği böyle bir şey.
HDP, onu vareden güçler, yaşamın her alanında, eşitsizliğin, adaletsizliğin yaşandığı her konuda bunların tarafı olan özneleri bir araya getirmeye gayret ediyor. 100 yıllık Cumhuriyet’in anti-tezi bir Cumhuriyet fikri ve ideolojisi ile hareket ediyor. Bu yüzden HDP, iktidarı muhalefeti ile bütün burjuvazinin saldırısına maruz kalmaktadır.
HDP içindeki sosyalistlerin görünmez hale geldiği yönlü de bir tespit ya da eleştiri var. Diğer taraftan HDP’nin de “Türkiyelileşemediği” ve Kürt partisi görüntüsünden kurtulamadığı değerlendirmeleri var. Bunlar birbiriyle bağlantılı görünüyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
İttifak’ın kurulma sürecinde yansıyan Kürtlerle sosyalistlerin ittifakı görüntüsü maalesef dikkate değerdir. Bu görüntünün oluşmasında bizim de payımız vardır. Egemen siyasetin ve sosyal şoven solun özellikle HDP’yi ulusal kalıplara hapsetme çabaları biliniyor. Buna rağmen payımız var diyorum.
Oysa bu ne gerçektir, ne de kimseye katkı sağlar. Hangi niyetle olursa olsun gerçeğin karartılmasından başarı çıkmaz. HDP bu coğrafyada enternasyonalist sosyalistlerin, demokrasinin kazanılması ve faşizmin yıkılması için kuruluşunda yer aldığı, ittifak ettiği bir cephe partisidir.
Türkiyelileşme meselesi de iyice sulandırıldı. Bu kavram Kürt sorununa uzak durmak olarak anlaşılmaya başlandı. Tekrar edeyim, HDP bir Kürt partisidir, Türk partisidir, Alevi partisidir, işçi partisidir, kadın partisidir. HDP tüm ezilenlerin sorunlarını program edinmiş demokratik halkçı bir partidir.
Sanırım sorun egemen siyasetin ve ona yedeklenenlerin ne dediğinden ziyade bizim kendimizi nasıl tanımladığımızdır. Daha doğrusu, gerçeği kararlıca ayakta tutma performansımızdır.
Seçimlerin bir tarafın tam zaferi ile sonuçlanmadığı –ki anketler bunu gösteriyor- bir durumda Saray’ın seçim sonuçlarını tanımaması gibi yeni bir 7 Haziran-1 Kasım süreci yaşanmasını engellemeyi nasıl başaracak muhalefet? İttifak, yerellerde, tabanda örgütlenmesini nasıl gerçekleştirecek?
İttifak yerellerde kendisini örgütlemeyi hedefliyor. Bu kesinkes başarılmalı. Bunu başaramazsak bir mücadele ittifakı diye kurulan araç seçim günü ittifakına dönüşür.
İttifakın mücadele aracı olması elbette seçim politikası olmayacağı anlamına gelmez. Bilakis olmalı da. Ancak bu ülkede sandıkların korunması için bile antifaşist bir örgütlenmeye ihtiyaç var. Bizim en çok saldırıya uğradığımız dönemler seçim dönemleridir. Seçim araçlarımız içinde yoldaşlarımız varken faşistler tarafından yakıldı. Başka örneğe gerek yok sanırım.
7 Haziran’da, yani geçmiş tarihte değil, 7 sene önce, yenilen Saray faşist ittifakı doğrudan devlet kararı ile yüzlerce insanımızı katlederek seçimleri yok saymadı mı? Bugün koltuğunu korumaya dünden daha fazla ihtiyaçları var.
Amacım korku yaymak, ‘asla gitmezler’ demek de değil. Çok net söylüyorum; sonuç almak istiyorsak kendi gücümüze güvenmemiz lazım. Gücümüz ve programımız kazanmak için yeterlidir. Kendi potansiyelimizi konsolide edebilirsek halk ittifakı beklenenden daha sıçramalı büyüyebilir.
Mücadeleyi sandığa hapsetmek, sandık öncesi özellikle sokak mücadelesini geriye itmek iktidarı silahlandırmak ama ezilenleri örgütsüzleştirmek anlamına gelir. Buradan hareketle Emek Ve Özgürlük İttifakı ve genel olarak demokrasi güçleri kazanmak için sandığı değil sandık öncesini kazanmaya odaklanmalı. Bu yönlü çalışmalarımız sürüyor. Faşizme karşı tüm tutarlı güçlerle birliğimizi geliştirmeyi hedefliyoruz, emek harcamaya çalışıyoruz.
Derdimiz sayısal bir güç yaratmak değil, biz kazanmak istiyoruz. Kazanmak için de devletin yapısal krizinin kaynağı sorunlarla tutarlı ilişkilenmek şarttır. Bugüne kadar kazandırmamış bir siyasette ısrardan vazgeçme çağrısı yapıyoruz.
Cemil Aksu / POLİTİKA HABER