Gezi/Haziran isyanı AKP iktidarını sarsan en büyük kitle hareketi oldu. Gezi İsyanını “şeytanlaştırmak” için her türlü yolu kullanan iktidar yargı eliyle de hiçbir hukuki prosedüre uymayarak hazırlanan iddianamelerle bir yargılama yaparak “yasal olarak” da Gezi İsyanı’nı suçlu ilan etti. Mahkeme, Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Ali Hakan Altınay, Mine Özerden, Can Atalay ve Yiğit Ali Emekçi’nin “hükümeti ortaya kaldırmaya teşebbüse yardım etmekten” 18’er yıl hapis cezasına çarptırılmalarına ve tutuklamalarına karar verirken zaten başka uyduruk mahkeme kararları tarafından tutsak bulunan Osman Kavala’ya da ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verdi.
Hep söylendiği gibi, cezaevleri, cezaevindekiler için değil dışındakiler içindir. Gezi Davası kararı da hiç kuşkusuz, AKP’nin bütün devlet, medya, güvenlik ve yargı bürokrasisini içine alan topyekün tahakkümüne rağmen boyun eğmeyen kentli yeni muhalifleri hedef alan bir karardı. Özellikle Mücella Yapıcı ve avukat Can Atalay, AKP’nin neoliberal birikim politikalarının temel ayağı olan kentlerin birer rant ve kâr alanına dönüştürülmesine karşı mücadelenin önde gelenleri. AKP’ye karşı muhalefetin de temel alanlarından biri bu konu oldu.
Cezaevleri gazeteci, siyasetçi, yazar, avukat, mimar ile doldukça mektup yoluyla söyleşi de yeni bir biçim haline geldi. Gezi Davası tutsağı Can Atalay ile yapılan bu söyleşi de mektup yoluyla oldu. Cezaevi koşulları ve posta hizmeti nedeniyle mektupların gidip gelmesi epey zaman aldı. Ama Gezi Davası da cezaevlerinde yaşanan hak gaspları da en güncel konular, mevcut durum sürdükçe. Can Atalay’ın İki ay sonra elimize ulaşan mektubundaki sorularımıza cevapları şöyle:
Sevgili Can, öncelikle şimdiki koşullarınızdan başlamak istiyorum. Türkiye’de cezaevleri her zaman özel bir yer olmuştur. Hem tutsak edilenlerden dolayı hem de iktidarın toplumu yönetme aracı olarak… Son zamanlarda da cezaevlerinden birçok hak gaspı haberleri geliyor. Sen, siz nasılsınız? Aynı zamanda bir insan hakları savunucu olarak cezaevi koşulları ve durumunuz hakkında bilgilendirir misin?
Biz beraber tutuklandık ve üç kişi beraber kalıyoruz. Bu açıdan şanslıyız dahi diyebiliriz. Küçük bir alanda sürekli kilit altında olmak ve tümü ile sevdiklerinden ve ‘hayat’tan mahrum bırakılmak dışında kendi özelimizde özel bir hak ihlalinden yakınmam yersiz olur. Hücre tipi cezaevlerine ilişkin bilinen sıkıntıları biz de yaşıyoruz; böyle ifade etmek yerinde olur.
Hepimizin parçası, çağdaşı olmaktan onur duyduğu Gezi İsyanı’nın örgütleyicisi olmaktan tutuklandınız. Çok özel bir yargılama süreci yaşadınız. Önce bir şeyi sorumak istiyorum. Gezi İsyanının örgütleyicisi olmak isteyecek, hatta bu iddiada olan birçok örgüt varken, İktidar, neden sizden bir “örgüt” yaratıp cezalandırmayı seçti?
Ben senin aksine sözünü ettiğin iddiayı pek göremedim. ‘İddia’ yerine ‘ima’ kavramını kullanırsan belki anlaşırız.
Gezi ‘büyük’lüğü kadar mevcut kriminalizasyon kalıplarına sığmayan, ‘temiz’ bir toplumsal hareket ve bu anlamı ile de Gezi’de yer alan tüm güçlerin eş zamanlı olarak karşıya alınmasında şu gerçeklikle uzak yakın ilgisi olmayan bir karalama kampanyası iddianamesi ( ve sonrasında da hükmü) ile Gezi Direnişini karalama yolu tercih edilmiş.
Gezi Direnişine bakan AKP-Fethullahçı koalisyonu olayı anlamama/anlamazlıktan gelme çizgisini bir ’komplo’ teorisi’ ile izah düzeyine çalışmış.
Tam da bu noktada varlığı/çalışmaları rahatsızlık yaratan ve Kavala ile simgeleşen bir çizgiyi kriminalize etmek için Gezi, Gezi’yi bir komplo teorisi içine yerleştirebilmek için ise bu insanlar -tanım yerinde ise- kullanılmış!
Eğer soru, Gezi Direnişi süresince kitlelere tercümanlık eden insanlardan neden (çok) daha fazlası değil de yalnızca üç kişi hedef alındı ise öncelikle insan sayısı arttıkça muhalefetin hem ilgisi hem de itirazı en baştan daha yüksek olurdu ve kanımca mümkün olan en az ‘gürültü’ ile Gezi’yi mahkeme kararı kisvesi altında karalama operasyonunu tamamlamayı tercih ettiklerini söylerim ve üçümüze ilişkin şahsi bir ‘kızgınlık’ olmadığını, mevcut tercihler içinde ‘simgesel’ tercihte bulunulduğunu söyleyebilirim.
Gezi’den beri “nerde bu Geziciler” diye sorma âdeti zuhur etti. Her önemli toplumsal olayda bu soruyu soran illaki çıkıyor. Peki, Gezi Davası sürecinde senin de böyle dediğin oldu mu? Ya da Gezi Davasının muhalefet, toplum tarafından doğru anlaşıldığını düşünüyor musun?
Gezicileri her yerde ama her yerde gördüğümüz kanısındayım. Toplumsal mücadelelerde ama aynı zamanda da 2013 baharı ile başlayan esaslı bir dip dalgası halen sürüyor. ‘Biz’ bu dip dalgası ile ne kadar/nasıl etkileşiyoruz sorusu daha doğru soru olacaktır kanımca.
Öte yandan, Gezi Davası’na ilişkin tutuma alınmasında ve bu tutumun ancak 25 Nisan’da görünür bir hal almasında bir eksiğimiz olduğunu kayıt altına alalım. Bu konuda özellikle yukarıda tartıştığımız iddia/ima sahiplerinin geri duruşunu kamilen tartışacağımız koşullara kavuşacağımız günleri iple çekiyorum.
Ancak, 25 Nisan’dan bu yana sadece yakınımız değil en uzağımızdaki toplumsal/siyasal güçlerin dayanışmasının da memleketin geleceği açısından umut verici olduğunu, bu dayanışma ve sahiplenme ile güç bulduğumuzu vurgulamak isterim. Teşekkür yüzleri meramı anlatmaya yetmez ama; sonsuz teşekkürler.
Tutuklanmanızın ve hala içerde tutulmanızın hukukla ilgisinin olmadığını biliyorum ama sonuçta davanın peşini bırakmamak bakımından bundan sonra ne olacak? Dava süreci nasıl işleyecek?
7 Ay oldu, tek bir ‘tutuk inceleme’ dahi olmadan bugüne kadar geldik. Gezi Davası soruşturmasının başsavcısı olan kişi ile önceki dönem…. Müsteşarının imzası ile Anayasa Mahkemesi başvurumuz ‘kabul edilemez’ bulunabildi 😊 İstinaf mahkemesinin daha da uzatmadan bu adaletsizliğe bir son vermesi hukuken gerekli olmanın da ötesinde zorunlu.
Sizden sonra sansür yasası çıktı, iki posta halinde gazeteciler ve Şebnem hoca tutuklandı. Bu gelişmeleri içeriden nasıl değerlendiriyorsunuz?
Her bir hukuksuzluk mahpus için başka bir zorluk. Hem Şebnem Hoca’nın haksız tutukluluğu çok uzun sürdürülemeyecektir hem de Anayasal bir kuruluş olan TTB’ye bu yeni taarruz da boşa çıkarılacaktır diye umuyoruz.
Ve sen Soma’nın avukatı olarak, Amasra’daki katliamda inanıyorum ki, cezaevinde olmak, çok acı vermiştir. Amasra’daki katliamda canlarını kaybeden ailelerin yanında olsaydın ne yapardın?
Amasra’da hayatı kaybeden işçilerin davasının bir parçasıyım. Koşullar her ne olursa olsun işçi canı en ucuz maliyet kalemi görülmesin, kimse ekmeğini kazanırken göz göre göre ölüme gönderilmesin diye mücadele edeceğim.
Cemil Aksu / HABER MERKEZİ