Çerkesler, 21 Mayıs’ı, Çerkes Soykırımı’nın yıldönümü olarak kabul ediliyor. Ve her yıl soykırımın başta Türkiye tarafından tanınması, kendilerine yönelik asimilasyoncu politikaların terk edilmesi taleplerini dile getirmek için anmalar, etkinlikler gerçekleştiriyorlar. Bu yıl da İstanbul Yenikapı’da bir miting düzenlediler.
Türkiye’de Çerkeslerin sesi olan Jineps gazetesinden Yaşar Güven’le miting sürecinin yanında, Çerkeslerin yaşadığı sorunları ve mücadelelerini konuştuk.
Türkiye’de etnik, kültürel ve de dinsel kimliklerin yaşadıkları sorunlar son derece yakıcı olmasına rağmen her biri yeterince, özgürce konuşamadığı için de bir o kadar da bu sorunlar toplumun geneli tarafından bilinmiyor. Sorunları yeterince bilinmeyen, anlaşılmayan halklardan biri de siz Çerkesler geliyorsunuz. Bu nedenle sorunlara geçmeden Türkiye’deki Çerkeslerden bahsetmenizi istiyorum. Kimdir bu Çerkesler, nerelerde yaşıyor? Neler yapıyorlar?
Türkiye’de yaşayan kimliklerin birbirlerini tanıma konusunda önemli eksiklerinin olduğu tespiti ile başlamak isterim. Egemen anlayışın ezberlettikleri ile oluşmuş ön yargıları kırmamız ve birbirimize dokunarak tanışmamız gerekiyor.
Çerkesler Kafkasya’nın kadim halkı, oradan başlamak gerek.
XIX. yy. dahil Rusya ve Avrupa kaynaklı haritalarda Çerkesya olarak isimlendirilen bölgede, ona komşu Abhazya, Çeçenya ve Dağıstan’da hem yerleşik hem de akınlar ve göçler sonucu sonradan yerleşmiş ve Kafkasyalı olmuş birçok halk bir arada yaşıyordu. Bu halklardan Vubıh, Abaza ve Adıgelerin kadim vatanlarında yaşayanlarından çok daha fazlası, 1864’ten bu yana Türkiye’de yaşıyor. Yanı sıra Çeçen, İnguş, Oset, Lezgi, Karaçay, Balkar… da yaşamakta Türkiye’de.
Tarihi hızla sararsak, bunun nedeninin 1500’lerin ikinci yarısından 1800’lerin ikinci yarısına kadar, Çarlık Rusya’nın sürdürdüğü kolonizasyon ve işgal uygulamasının sonucu olduğu görülür. Yani; dünyada söz sahibi olmak için İstanbul’a ve Hindistan’a yakın olmayı, sıcak denizlere inmeyi hedef alan Çarlık Rusya’sının Kafkasya politikası. Aralıklarla on yıllar süren savaş ve katliamların sonucu Çarlık, Kafkasya’nın doğusunu işgal etti (1859), batısını da işgal ederken farklı bir yol izledi. 1864’e kadar geçen sürede, Karadeniz kıyı şeridi ve yakın bölgenin Çerkessizleştirilmesi hedeflendi. Soykırım yapıldı, köyler boşaltıldı, yakıldı, beslenme kaynakları yok edildi, halk Osmanlı topraklarına sürgün edildi. Çarlık generallerinden birinin ifadesiyle, işgal boyunca Çerkes ölümlerinin ancak %10’u savaş meydanında gerçekleşti. Sürgün yolculuğunda, Karadeniz’in iki yakasında yolculuk başlangıcı ve bitiminde, deniz yolculuğunda yaşananlar trajedidir. Araştırmacı ve tarihçiler farklı rakamlar vermekle birlikte, 1.5 milyon Çerkes sürgün edildi, 500 bini sürgün yolculuğunda ve sahillerde öldü. Örneğin Trabzon ve Samsun’da 50-60 binlerle ifade edilen ölüm sayıları söz konusudur.
Merkezileşmiş feodal güç Çarlık karşısında, Marx ve Engels’in değerlendirmesiyle “Halkın kendisinin bizzat katıldığı haklı bir özgürlük savaşı” veren Çerkeslerin direncinin kırıldığı simgesel tarih; 21 Mayıs 1864. Dönemin diğer emperyal güçleri, İngiltere ve Osmanlı’nın, Çerkeslerin yaşadıklarına dair hiç masum olmadıklarını detaya girmeden belirtmem gerek.
Çerkeslerin bugün halen yaşadıkları yerler, 19. yüzyılda Osmanlı’nın uyguladığı bilinçli iskân politikasının net göstergesidir. Balkanlar’a Müslüman olmayan halkların civarına, Ortadoğu’da Suriye-Ürdün ve çevresine, Anadolu’da Samsun-Hatay hattı üzerinde her noktaya, Marmara Denizi doğu ve güneyine, yani İstanbul çevresine yerleştirilmişlerdi. Durum an itibarıyla da böyledir. 1877-78 Osmanlı-Rus savaşında gerek Balkan gerekse Kafkas cephesinde savaşan Çerkesler, savaş sonucu Balkanlar ve Kafkasya’dan tekrar sürülmüştü. Yanı sıra zaman içinde temelde ekonomik kaygılarla Avrupa’nın birçok ülkesinde de yaşar durumdalar, Türkiyelilerin geneli gibi.
1967 yılında, İsrail ile Suriye-Ürdün-Mısır arasında 6 gün savaşları yaşanmıştı. Golan tepelerinde yerleşik Çerkesler de Suriye saflarında savaşmıştı. Savaşı kazanan İsrail Golan tepelerini işgal ederken bir kısım Çerkes köyleri Şam ve Halep çevrelerine taşınmış, önemli bir nüfus ise Tolstoy Vakfı organizasyonu ile ABD’ye yerleştirilmişti. Kısa ve öz 40 civarı ülkede yaşıyor Çerkesler.
1864 sonrası tarihi yine hızla sarıp bugünlere geldiğimizde, Türkiye’de ekonomik – sosyal ve politik yönden birlikte yaşadıkları diğer kimliklerden insanlar gibi, yaşadıkları kentin, bölgenin yapısına uygun davrandıklarını söyleyebiliriz. Çerkes Ethem üzerinden resmi tarihin geliştirdiği “hain” yaftası, Gönen-Manyas Çerkes köylerinden 14’üne 1922-23’te iç sürgün uygulanması gibi bu coğrafyada başka kimliklerin de yaşadığı olumsuzluklardan da “nasiplerini” almışlardır.
Kısaca Türkiye’nin renklerinden biri Çerkesler. Emekçi, kadın, genç, emekli, çevreci, doktor, memur… Dolayısıyla ülkede genel anlamda yaşanan her şeyin içindeler. Bütün halklardan–inançlardan insanlar gibi. Yanı sıra yine bütün kimlikler gibi kendileri olma, kendi sözlerini kurabilme, kimliklerini-kültürlerini yaşatabilme, yeniden üretebilme, geleceğe taşıyabilme çabası içindeler. Yani yol arkadaşları ile birlikte emekçi, çevreci, kadın vd. kimliklerine dair daha iyi yaşam, eşitlik, özgürlük taleplerini dillendirirken yanı sıra Çerkes kimlikleri için daha fazla demokrasi talebi ve mücadelesi içindeler. Ve elbette 19.yy’da yaşadıkları soykırım ve sürgüne yönelik adalet mücadelelerini de sürdürüyorlar.
21 Mayıs Çerkes Soykırımı’nın yıldönümü olarak kabul ediliyor ve çeşitli anmalar gerçekleştiriliyor. Bu yıl ise bir miting gerçekleştirildi. Ekonomik krizin ayyuka çıktığı, yurttaşların geçinemiyoruz, barınamıyoruz diye isyan ettiği bir dönemde Çerkesleri bir miting yapmaya mecbur bırakan sorunları nedir?
Mitingi, 56 derneği bünyesinde barındıran Kafkas Dernekleri Federasyonu (KAFFED) organize etti, öncelikle bunu belirteyim.
21 Mayıs’ın Çerkeslerin bilinç haritasında, söylemlerinde yerini alabilmesi belli bir sürecin sonunda gerçekleşti. Yaşananı muhaceret/göç, zorunlu göç, sürgün, soykırım aşamalarıyla tanımladılar. Diaspora Çerkesleri temsilcilerinin katılımıyla ilk buluşma 1989’da, “Sürgünün 125. Yılı Kültür Etkinlikleri” adıyla Ankara’daki derneğin ev sahipliğinde yapılmıştı.
Sonrasında farklı biçim ve içeriklerde sürdürüldü. Özetle:
Kamusal alandaki ilk etkinlik Kefken’de yapıldı, 1993 yılında. Çerkeslerin yaşadığı birçok kentten araç konvoylarıyla Karaağaç köyündeki mezarlıkta buluşma, basın bildirisinin okunması, Babalı sahilinde sürgüne gelenlerin ilk konaklama yeri mağaranın ziyaretiyle gerçekleştirilmişti. Etkinlik sonraki yıllarda da sürdürüldü, bölgede iki sürgün anıtı yapıldı.
2002’de 21 Mayıs etkinliği Demokratik Çerkes Platformu organizasyonuyla ilk kez İstanbul’da, Üsküdar Salacak’ta yapıldı.
2006’da Soçi’nin Kış Olimpiyat Oyunları için aday şehir olmasıyla farklı bir süreç başladı. Soykırım topraklarında yapılacak olimpiyat oyunlarına itiraz edildi. 2009’da 21 Mayıs etkinliği Taksim’den Rusya Federasyonu (RF) Konsolosluğu önüne yürüyüş ve basın bildirisi okunması olarak gerçekleştirildi. Bu da bir ilkti. Kafkasya Forumu öncülüğündeki “May’21” organizasyonunda, birçok kurum ve platform birlikte hareket etti. Diğer diaspora ülkelerinde eşzamanlı benzer etkinliklerin gerçekleştirilmesi, Çerkes sorununun daha geniş kitlelerce bilinmesine katkı sağladı.
2008’de Kaffed, 21 Mayıs etkinliğini İstanbul Beşiktaş İskele Meydanı’nda gerçekleştirdi.
21 Mayıs’a özel ifade edersem Çerkeslerin ne istediğinin kararını UNPO (Birleşmiş Milletler’de –BM- temsil edilmeyen devletsiz toplumların uluslararası kuruluşu) vermişti aslında. Diaspora Çerkesleri 1991’de Türkiye, Ürdün, ABD, Suriye, İsrail, Hollanda, Almanya, Krasnodar, Moskova, Rusya Federasyonu (RF) cumhuriyetleri olan Kabardey-Balkar, Adıgey, Karaçay-Çerkes’ten derneklerin katılımıyla Dünya Çerkes Birliği’ni (DÇB) kurmuş, 1997 yılında DÇB UNPO’ya başvuru yapmıştı.
Çıkan karar özetle;
“UNPO;
-RF ve uluslararası topluluğa, 19. yy’da Çerkes ulusuna soykırım yapıldığını kabul etmeleri ve Çerkes halkına sürgün ulus statüsü verilmesi,
-RF’na, Çerkeslerin hem Rusya, hem de yaşadıkları ülke vatandaşlığı olmak üzere çifte vatandaşlık hakkı verilmesi,
-RF’na, Çerkes halkının kendi tarihsel topraklarına dönebilme garantisi vermesi çağrısını yapar.”
Çerkeslerin asla vazgeçmeyecekleri adalet arayışının özeti budur.
Bu sene etkinliği organize eden, 56 derneğin çatı kuruluşu KAFFED başkanının, Yenikapı Miting Alanında kürsüden dillendirdiği haliyle Rusya’dan beklentileri:
– Çerkes soykırım ve sürgünü tanınmalı.
– Mağduriyetler giderilmeli, mülkiyet ve tazminat hakkı sağlanmalı.
– Anavatana dönüş hakkı ön koşulsuz tanınmalı.
– Çerkes dili, kimliği ve kültürüne yönelik tehditler ortadan kaldırılmalı.
Mitingi de değerlendirir misiniz? Beklentileri karşıladı mı?
21 Mayıs etkinlikleri konusunda deneyimli olsalar da miting ve mitingin sürükleyici ajitasyon ve vazgeçilmezi sloganlar konusundaki deneyimsizliklerine karşın Çerkeslerin, 21 Mayıs Yenikapı Miting Alanı’ndaki performansı iyiydi. Birçok ilden ve her yaştan Çerkeslerin oradaydı. Siyasi parti temsilcileri –içlerinde hatırı sayılır oranda Çerkes vardı- ve Halkların Demokratik Kongresi meydandaydı.
Parti temsilcilerine kürsüden söz söyleme fırsatı verilmeyebilir, telgraf metnini andıran kısa mesajlarının okunması ve temsilcilerin adının anons edilmesi yeterli görülebilirdi.
KAFFED Başkanı Prof. Dr. Ümit Dinçer, 19. yüzyılda yaşanan trajediyi özetledi, yaşananların soykırım ve sürgün olarak ifade edilmesi gerektiğinin altını çizdi ve Çerkeslerin beklentilerini net olarak açıkladı. Toplantının finalinde de anadili (Adıgece/Adıgabze) ile kapanış konuşmasını gerçekleştirdi.
Çerkeslerin en temel taleplerinden biri elbette Çerkes Soykırımı’nın kabul edilmesi. Bu konuda Rusya’nın yaklaşımı nedir? Türkiye Çerkes Soykırımını tanıyor mu?
Her iki ülke de soykırımı tanımıyor. Şunu söylemek isterim. Devletler ölçeğinde soykırım tanımalarına yönelik adımlar politik. Bildiğimiz gibi ulus-devleti olmayan kimliklere yönelik değerlendirmeler, egemen devletlerin pozisyonlarına göre değişiyor; birbirlerini zora sokacak hamle peşindeler. Biri için özgürlük savaşçısı, diğeri için terörist. Hakkında konuşulanın özgür iradesinden soyutlanmış değerlendirmeler. “Her kimliğe bir devlet gerek” anlayışında olduğum anlaşılmasın bu arada, bir tespit içindi.
2013 yılında Gürcistan Parlamentosu Çerkes Soykırımını kabul eden bir karar aldı, Anakliya’da soykırım ve sürgün heykeli dikildi. BM üyesi ülke olarak bu bir ilktir. Burada ABD-RF arasında oynanan satrancın bir sonucu yaşandı aslında. ABD eğitimli Gürcistan lideri Sakaşvili’nin AB üyeliği başvurusunu ilerletebilmek için Abhazya ve Güney Osetya sorununu çözmesi gerekiyordu. 2008 Pekin Olimpiyatları sırasında de-facto bağımsız Güney Osetya’ya saldırmıştı, başarılı olsa idi muhtemelen ardından Abhazya’ya yönelecekti. Ayrıca 1992’de Gürcistan’ın Abhazya’ya saldırısı sonucu yaşanan acılar hafızalardadır. Böyle bir soykırımı tanıma kararının kıymeti olabilir mi?
Bu anlamıyla çalışmalarımız özünde, dünya ülkelerinin kamuoylarında sorunumuzun bilinmesine yöneliktir. Tamara Polovinkina (Çerkesya Gönül Yaram) ve Yakov Gordin (Kafkas Atlantisi) gibi Rusyalı Çerkes olmayan aydınların araştırmaları ve yayımladıkları kitaplar, kamuoyunda ulaşabildikleri insanlarda yarattıkları etkiler kıymetlidir.
AKP iktidarı Avrupa Birliği’ne uyum sürecinde “anadilde seçmeli ders” ve TRT’de anadilde yayın yapmanın önünü açtı. Bunların nasıl bir etkisi oldu mu?
Sadece AB müktesebatına uygunluk için bir hareket yapıldı. Göstermelikti. Yasak savmak içindi. Demokratik bir adım atılıyormuş gibi yapıldı.
Egemen kimlik, tek millet, tek dil, tek din ve tek mezhep anlayışı ile yani tek tipçi siyasetle anadili sorununa yönelik atılacak adımlar böyle tanımlanabilir, yani “mış gibi” yapılır.
Demokrasinin bundan ibaret olmadığını biliyoruz. Özlemimiz olan doğrudan demokraside, merkezin değil yerelin inisiyatifinde anadili sorunu çözülecek elbet, pek çok sorunun çözüleceği gibi.
Anadilinin kamusal alanda ve eğitim dili olarak kullanılmasının olumlu etkilerinin olacağı açıktır.
Asimilasyon, anadil hakkının ve anadilde eğitim hakkının tanınması başta Kürtler olmak üzere Türkiye’deki bütün halkların ortak talebi. Buna rağmen bu hak kabul edilmiyor. Ve yine Kürt sorunu başta olmak üzere Türkiye’nin karşı karşıya olduğu bütün demokratikleşme sorunlarına iktidar güvenlikçi, inkarcı ve baskıcı politikalarla cevap veriyor. Çerkeslerin iktidarın bu anti-demokratik politikalarına karşı yaklaşımı nasıl, örneğin Kürt sorunu ile Çerkeslerin sorunları arasında bir bağ kuruyorlar mı?
İktidarın saydığınız politikaların yanı sıra büyük bir özenle sürdürdüğü “terör, terörist” politikası var. Devletin kurucusu ana muhalefet partisini de etkisi altına alan, sınır dışı askeri harekâtlara destek ve dokunulmazlıkların kaldırılması başta olmak üzere iktidarın arkasında hizalanmasına yol açan başat konumda bir politika. Kayyumlara ses çıkarmayan, sıra ancak kendilerine gelince ses çıkaran bir ana muhalefet. Politik tutumun politika yapanı böylesine etki altına aldığı bir iklimde, medya kuvveti ile destekli iktidar anlayışının kimlikler üzerinde etkili olmaması düşünülebilir mi? Derinden etkili. Politikleşmiş Çerkeslerin ya da başka kimliklerden bireylerin varlığı ile “terörist” çekincesi ile Kürtlerle araya mesafe koyma politikasının sorgulanabilmesi sağlansa da daha fazlası gerekli.
Gerçekte on yıllardır sürdürülen, birbirlerine mesafeli durması sağlanan kimliklere dair ezberleri ters yüz etmek gerekiyor. “Hain Çerkes, bölücü Kürt” gibi ezberlerden söz ediyorum.
Diğer taraftan bu ülkede kimlik ve inançlara yönelik yaşanan katliamlar, kırımlar yüzleşmeyi bekliyor.
Eşitlik temelinde değerlendireceğimiz kimlik sorununu birlikte, omuz omuza aşabileceğimizin bilinciyle, politikleşmiş kimlik bireylerinin birbirlerinin elini güçlendirecek desteklerle yol alması kaçınılmaz bir durum.
Çerkeslerin içinde de, Kürtler dahil diğer kimliklerde olduğu gibi güce yaslanmış olanların iktidara desteklerini de es geçmemeli. Özellikle terörist umacısı üzerinden Kürtlerle araya mesafe koymayı amaçlayan, hemen her söylemi ve olayı kullanan bu yaklaşımı da ters yüz etmek durumundayız.
İktidarın yaklaşımı net ama peki muhalefetteki partilerin Çerkeslerin sorunlarına dair yaklaşımı nasıl?
“21 Mayıs’tan 21 Mayıs’a” dersem sanırım yeterli olur. Bu kadar mı? Değil elbet.
Demokratikleşme konusunda siyasi partilerin durumu, yasal hükümler çok önemli. Seçmenin kendisinin belirleyemediği ve geri çağıramadığı adaylara oy vermek zorunda kalışı daha ilk adımda anti-demokratik bir durum. Türkiye’de yaşayan her kimlik ve inancın temsiliyeti, merkezden belirlenen adaylar söz konusu olduğunda gerçekleşemiyor. Ya da “Çerkes asıllı aday” gibi tanımlar yapılabiliyor. Bu durumun aşılabildiği muhalif tek parti HDP. Kürt, Türk, Alevi, Süryani, Ermeni… vekiller kimlikleri inançları ile orada. Demokratik Cumhuriyetten söz eden partinin de böyle davranması gerek elbet. Bana göre temsiliyette eksiklikler olsa da. 21 Mayıs Çerkes soykırımı konusunda meclis çatısı altında ilk söz kuran parti de HDP oldu bu arada. 2015 genel seçimlerinde Çerkes vekil adayları da vardı. En azından biri seçilebilecek pozisyonda olup meclise girebilseydi sadece Çerkesler açısından değil birçok kimlik açısından denge bozan, ezber bozan bir durum yaratılabilirdi.
Güncel bir örnek bu arada: 21 Mayıs için KAFFED miting duyurusu yaptıktan sonra, CHP İstanbul İl Başkanı Kaftancıoğlu’nun mahkeme kararı açıklanmıştı. CHP de miting kararı almıştı, 21 Mayıs’ta. Ajandasında yer alamamış 21 Mayıs. “Çerkes asıllı” vekillerin varlığına rağmen. 22 Mayıs’ta yapabilirlerdi örneğin…
Çerkesce ve Türkçe Jineps gazetesini çıkarıyorsunuz. Jineps’e Çerkeslerin ilgisi nasıl? Çerkesler asimilasyona direnmek için başka neler yapıyorlar?
Odağında Çerkeslerin olduğu bir gazetenin hedef kitlesi de doğal olarak Çerkesler. Çerkes dernek ve vakıfların üyeleri, gençler, Çerkes köyleri… Sadece Çerkesler değil elbette. Demokratik zemini önemseyen her kesim ve kişiye ulaşabilmek, okunabilmek, geri dönüşlerle etkileşim içinde olmak çabasındayız.
Süreli yayınlara ilgi konusunda, Çerkesler dahil kimlikler ölçeğinde bir eksiklik olduğunu söylemek mümkün. Kimliğin, kültürün ve taşıyıcısı anadilinin yaşaması için demokrasi daha fazla demokrasi talep etmek, yani aslında muhalif olmak, daha baştan mesafe konulmasına gerekçe olabiliyor. Türkiye’nin demokrasi ile imtihanı ortada. Temsili demokrasi, onun da kırıntıları. Seyirci konumunda, politikleşmesi neredeyse yasak olan, tek işlevi oy vermek olan Türkiye halkları, Çerkesler de bunun içinde.
Jineps’in demokratik olmayan her uygulamayı eleştirdiğini, bunun iktidardaki partiden bağımsız bir durum olduğunu, iktidarda başka parti olsa ve anti-demokratik uygulamalar yapsa yine eleştireceğini anlatmaktan yorulmayacağız. Ancak Jineps 2005 yılında ilk sayısını yayımladığında iktidar olan parti halen devam ediyor ve teorik olarak söylediğimizi pratikte kanıtlama şansımız olamadı, umarız öyle bir fırsat da olur.
Cumhuriyet döneminde uzun sessizlik yıllarının ardından 1946’da dernek kuran, 1953’te süreli yayın çıkaran Çerkeslerin kimlik ve kültürlerine dair çalışmaları devam ediyor. Dernekler federasyonlaştı, vakıflar kuruldu, dergi ve gazetelerin yanı sıra araştırma ve çeviri kitapları yayımlandı. AB süreci ile başlayıp devam eden siyasi platformlar kuruldu, anadiline yönelik çalışmalar yürütüldü. Anavatanla ve diasporanın diğer birimleri ile irtibatlar kuruldu. Dönüş hakkını kullanıp Kafkasya’ya yerleşenler oldu…
Seyirci olmaktan çıkıp, geleceğine karar vermek anlamında duruma müdahale eden Çerkes sayısı artıyor. Bu asimilasyona olan direnci arttıracaktır.
Cemil Aksu / Politika Haber