Vali ve kaymakamlıklar tarafından sanatçıların konserlerin yasaklanması uygulaması artık rutin işlem haline geldi. Daha önce de Grup Yorum gibi devrimci müzik gruplarının, Kürtçe müzik ve tiyatro yapan gruplarının etkinliklerinin yasaklanması çok sık karşılan bir durumdu. Son yasaklarla bu çemberin oldukça genişlediğini görüyoruz.
Halkların Demokratik Kongresi Kültür Sanat Meclisi’nden Sinan Gökçe ile konser yasaklarının nedenini ve etkilerini konuştuk.
Kürt sanatçılara ve Grup Yorum örneğinde olduğu gibi sol-sosyalist sanatçıların faaliyetlerini engellemek devletin rutin işlerindendi. Ama şimdiki yasaklar çok daha yaygın ve çok farklı kesimleri kapsamına aldı. Aynur Doğan, Metin Kemal Kahraman, Niyazi Koyuncu, Apolas Lermi, Mem Ararat, Melek Mosso. Bu yeni bir durum gibi, ne dersiniz?
İktidarın Kürt kültürü sanatına yönelik diline yönelik yasaklamaları, devrimci kurum ve kuruluşlara grup yorumu, diğer devrimci grup kurum ve kuruluşlara, sanatçılara dönük yasaklamaları yeni değil. Zaten devletin kendisini var etme koşullarından biri, devrimci sanatın toplumsallaşmasının bir şekilde önüne geçmek. Ancak bugünkü yasaklamaları hem bu şekilde değerlendirmek hem de birkaç farklı temelde değerlendirmek daha doğru olacaktır. Yani öncelikle iktidar ciddi bir yönetebilme krizi yaşıyor. Uzun zamandır bu yönetememe krizini yaşıyor. Yoksulluk çok derinleşti. Savaş politikalarından istedikleri gibi sonuçları alamıyorlar. Bu atmosferde de seçime girmeyi bir şekilde çok arzu etmiyorlar. Bir şekilde toplumsal olarak kendilerinin yaratmak istedikleri kaotik bir süreç, toplumsal bir kamplaşmayı yönetebilecek bir toplumsal kamplaşmayı kendilerince planlıyorlar. Kültür sanata dönük yaklaşımları da bu temelde değerlendirebilir.
Yasaklamaların bazılarına gerekçe bazı faşist, dinci derneklerin “ahlakı bozuyor” açıklamaları oldu. Bunu “mahalle baskısı” olarak mı değerlendirmek lazım yoksa bir derin organizasyon mu?
Bu yasaklamaları doğrudan “mahalle baskısı” gibi değerlendirmek çok doğru değil. Yani geçmişte “mahalle baskısı” niteliğinde kimi yönelimler oldu. Devrimci sanata, sanatçıya. Yani bunlar olmadı değil. Ancak bugün itibariyle yaşanan durum bundan daha farklı. Derin bir organizasyon var burada. İktidar kendince yaşadığı bütün sorunları bir şekilde toplumu kutuplaştırarak, kendi dinci gerici kitlesini konsolide etmek amacıyla sanatın, ilerici sanatın, devrimci sanatın bir şekilde toplumla buluşmasını istemiyor. Sanatın etki alanından çok büyük rahatsızlık duyuyor. Öncesinde de bahsettiğiniz gibi iktidar bir seçim hazırlığında ve kendince kontrollü bir gerginlik, kendisini kontrol edeceği bir gerginlikten seçimde kendi kitlesini konsolide edebileceğini düşünüyor.
22 yıllık iktidarına rağmen AKP-MHP’nin temsil ettiği İslamcı faşist çizgi kültürel hegemonya kurmamaktan şikayet ediyor. Bu yasakları bu bağlamda nasıl yorumlamak lazım?
22 yıl çok uzun bir süre. 22 yılda neredeyse devletin temas edip de dönüştürmediği hiç bir kurumu kalmadı. Her şey dönüştü ve çok büyük bir tahribat yarattı. Zaten gelinen süreçte de yarattıkları tahribatın çok ağır bedelini bütün ülkenin halkları ödüyor. Bütün yoksullar, işçiler, emekçiler, bütün halklar.
Ama kültür, sanat alanını tabii ki istediği gibi dizayn edemedi. Bundan da çok rahatsız. Zaten kültür sanat alanını dizayn edememesi çok doğal. Yani öyle bir altyapısı, öyle bir gerçekliği de yok. Geçmişten günümüze kadar belediye aracılığıyla bakanlıklar aracığıyla çok fazla şeye yöneldiler. Kendilerince çok detaylı çalışmalar yaptılar ama çok istedikleri sonucu alamadılar. Ama bugün bunun yoğunlaşması artık iktidarın gelinen süreçte yönetimi ve krizini çok derinleşmesinden ayrı ele alınamaz. Bugün artık kendince kendi kitlesini toparlama, bir araya getirme, konsolide etme refleksiyle tekrar gerici damarı kaşıyor. Onların bu gerici eğilimlerinin tekrar kaşınıp, derleyip toparlayarak böyle bir seçim atmosferine harekete geçirmek istiyorlar.
Pandemi, ekonomik kriz bir çok sanatçı intiharına neden oldu. Moda Sahnesinin elektriği kesilmesindeki gibi zaten zar zor ayakta kalan kültür kurumları, sanatçılara bir de yasaklar ile engelleniyor. Mesele kültür sanat çevrelerinde nasıl ele alınıyor?
Evet, uzun bir pandemi süreci yaşandı ve pandemi de gerçekten herkes çok sorun ve problemler yaşadı. Ama sanat alanı gerçekten ağır bedeller ödedi. Yani sanat çevreleri konserlerin ve etkinliklerin yasaklanmasından kaynaklı olarak yaşama olanaklarını hepten kaybetti. Çok fazla arkadaşımız intihar etti. Sanat çevrelerinde bu yasaklara tepkiler gösterdiler, kimi sanatçı dostlarımız sosyal medya hesaplarından dayanışma mesajları paylaştılar, onbinlerce insan ulaştırdılar tepkilerini. Ama bu tepkiler tek başına yeterli değil, sanat yönelik bu saldırıları savuşturmaya. Bu açıkçası bizler için de yani kültür sanat faaliyet sürdüren kurum ve kuruluşlar için de bir özeleştiri sürecidir aslında. Bir şekilde temas edip dayanışmayı arttırmak gerekirdi. İktidar bu süreci de yine kendi istediği gibi değerlendirdi. Hala müzik yasağı var. Yani pandemi dahil hiç bir önlem kalmamasına rağmen hala müzik yasağının olması bile aslında iktidarın bu meseleyi nasıl ele aldığını çok net gösteriyor. Ama buna rağmen gerçekten kimi sanatçıların, sanat çevrelerinin de alternatif refleksler gösterdiğini görüyoruz. Moda Sahnesi özellikle bunun için çok net bir örnek. Kendileri çok sağlıklı bir tavır ve tutum gösterdiler ve ısrarla da kamusal özerk tiyatro söylemini dile getiriyorlar. Çok haklı ve doğru bir tanım ve talep aslında. İktidar tabii ki sanatın bu gücünden ve özne olma gücünden çok rahatsız ve böyle bir şeyin kesinlikle oluşmasını istemiyor. Her halükarda da devrimci sanatın, ilerici sanatın ve sanatın nerdeyse tüm disiplinlerinin etki alanını zayıflatmak istiyor.
Bunun için de bu yasakları çok pervasızca kaymakamlar, valilikler bile bu yasak gerçekleştirebiliyor. Yani biz Halkların Demokratik Kongresi, Kültür Sanat Meclisi olarak ve devrimci kültür sanat kurumları olarak, bütün bu süreçlerden sanatçıların, sanatçı arkadaşların gerçekten yani iyi dersler çıkartıp bir araya gelmelerinin gerekliliğini net bir şekilde ortaya koymaları gerektiğini düşünüyoruz. Yani bizim bir arada durmaktan birbirimizle dayanışmak, tam ve birbirimizi örgütlemek den başka bir seçeneğimiz yok. Çok yani yaşanan süreçlerden çok ağır bedeller ödedik. Yarın ne şekilde olacaksa, nasıl yapacaksak bir araya gelmeliyiz. Bunun forumunun nasıl olacağını da oturup konuşup tartışmalıyız. Büyük bir sanatçı meclisini, sanat örgütlerini yaratmalıyız. İktidar bütün bu yönelimleri şüphesiz ki sanata zarar veriyor. Ama bizim toplumsallaşmamızın, bizim halkla olmamızın, bizim üretimlerimizin önüne geçemeyecek. Hiç bir zaman bunu istediği gibi başaramadı, bundan sonra da başaramayacak. Ancak bu durum da bize net bir şekilde şunu gösterdi ki örgütlü bir kuvvet o örgütlü bir güç olmalıyız.
Cemil Aksu / POLİTİKA HABER