Hiroşima denilince herkesin aklına bugün hala acı bir hatıra olarak saklanan o kırık saat gelir. Tam o anda, kentin üzerinde o beyaz bulut yükseldiğinde, 08.15’te durmuştu saat. Önce o durdu, sonra da bir an içinde 70 bin insan öldü…
70 bin ya da 34 kişi; anneler için ne fark eder ki? Çocuklar ölmüşse eğer, zaman durur, akrep, yelkovan yürümez, her şey o anda nasılsa öyle kalır. Soluk alınıp verilir belki, yaşam sürüyor gibidir ilk bakışta ama kocaman bir boşlukla birlikte…
“Ankara’nın dehlizlerinde” üstü çoktan kapatılan Roboski Katliamı, 15 Nolu sınır taşına kanla yazılı hâlâ. Bir gün mutlaka yaşanacak olan yüzleşme, belki de bir utanç müzesi için sayısız ve sınırsız kanıt köyün her köşesinden fışkırıyor. Kapısını çaldığım her evde, o gün yaşamını yitirenlerin kan ve teri kokan elbiseler, ayakkabılar ve diğer eşyalar aynen muhafaza ediliyor. Kimi anne oğlunun kanlı gömleğini, kimisi kazağını saklıyor; kimisi daha önce giyilmiş elbiseden ter kokusu gitmesin diye yıkamadan bir köşede tutuyor. Bombalamadan geriye kalmış yanmış ayakkabılar, eldivenler…
Her sofraya fazladan bir tabak konuluyor. Her ev ölmüş çocukların isimleriyle işaret ediliyor. Öyle ki bazı evlerin üzerine ölmüş çocukların ismi yazılı. En önemlisi de, yaşamını yitirmişlerin birçoğunun ismi yeni doğmuş çocuklarda yaşatılıyor. Bazıları ise bu ağır yükü yeni doğan çocuğa taşıtmamak için isim vermeyi tercih etmediğini ifade ediyor. İlk yıllarda her evin oturma odasında asılı 34 kişinin fotoğrafın ağırlığı, sorumluluğu ve hüznü dayanılmaz hale gelince, bazı aileler fotoğrafları başka odalara kaldırmışlar.
İNSAN NASIL UNUTULUR Kİ?
Her bir evin hikayesi benzerlikler ve farklılıklarla dolu. Mehmet Ali Tosun’un babası Zeki Tosun, “Oğlum bu olayda yaşamını yitirdikten sonra bir torunumuz oldu. Ona oğlumun ismini verdik” diyerek, yüzyıl geçse de büyüyen çocuklarına gerçeği dilden dile anlatacağını söylüyor. Salih Encu’nun annesi Amina Encu ise, sakladığı puşiden oğlunun kokusu gitmesin diye yıkamadığını ve zaman zaman onu alıp kokladığını anlatırken, Hamza Encu’nun annesi Kadriye Encu de, “İnsan canından can olanı hiç unutur mu? Bir canı sen bütün imkânsızlıklara rağmen büyük bir emekle büyütüyorsun ve sonra onlar gelip öldürüyorlar. Ben bunu nasıl unutabilirim? Bedenimde tek bir damla kan kalana dek biz onları unutmayacağız. Yüreğimiz hep hüzün, hep yaralı olacak. Biz adalet istiyoruz” diye konuşuyor.
ŞIVAN İSİMLİ TORUNLAR
Mezarlıkta dua okurken tanıdığımız Şivan Encu’nun annesi Leyla Encu, katliam unutulmasın diye “Oğlumun ölümünden sonra birçok torunuma Şivan ismini bıraktık” diyor. “Çocuklarımız küçüktü, mecburduk, bir bidon mazot getirip, bir torba un almalıydık. Evin en büyüğüydü. Evimin direğiydi” sözleriyle oğlu Özcan Uysal’ı anlatan anne Türkan Uysal, yüzleşmek ve hatırlatmak için torununa Özcan adını verdiğini söylüyor. Aslan Encu’nun annesi Zahide Encu ise “Aslan’ımın tek bir parçasını görmedim. Tabuta konulan bir kilo bile yoktu. Poşete konulmuştu” diyerek adalet talebinden vazgeçmeyeceğinin altını çiziyor.
KAN VE TER
Nadir Alma’nın annesi Azime Alma, oğluna ait kazağı soluklarken “ter kokuyor” diyor: “Yıkamıyorum, oğlumun kokusu kalsın diye. Oğlum evinin önünde geldi, bu puşi elinin üstündeydi. Irak’a (güneye) gideceğim dedi. Dönüşte kafasına sarmıştı bu puşiyi. Aldım, kimselere vermedim. Mazot alacak parası da yoktu. Babası gidip, kardeşinden borç aldı. Geç olmuştu gitme dedik ama dinlemedi…” Anne Alma’nın son sözü ise “Ölürsem, eşyaları kızıma teslim edeceğim. Hesabı sorulana kadar” oluyor.
YANIK BİR AYAKKABI
Şivan Encu’nun ismi de aileden bir çocuğa verilmiş. Anne Hediye Encu, oğlunun yaşamını yitirdiği gün giydiği ayakkabının, eldiven ve çorabın tekini yanmış haliyle muhafaza ediyor. Daha fazla zorlamak istemediğim anne Encu, unutmamak, unutturmamak için başına bir şey gelmesi halinde eşyaları kızının teslim alacağını söylüyor.
EVİN DUVARINDA BİR İSİM
Erkan Encu’nun ismi ailenin oturduğu evin dış duvarına büyük harflerle yazılmış. Metrelerce uzaklıkta evin kime ait olduğu seçilebiliyor. Katliam alanına ilk ulaşanlardan biri olan anne Felek Encu, “Değil 8 yıl, üzerinden 8 bin yılda geçse de biz bu olayın peşini bırakmayacağız. Biz çocuklarımızı hiçbir zaman unutmayacağız” diyor. Orhan Encu’nun adı da bir yeğenine verilmiş olanlardan.
BİR GÜN MUTLAKA
Zaman ilerlemiyor Roboski’de. İlerliyormuş gibi görünüyor ama değil. Her şey, o 28 Aralık gecesi durmuş gibi. Evet, gidenler hiçbir zaman geri gelmeyecek, bunu herkes biliyor. Ama adalet istiyor insanlar, belki o zaman biraz acılar dinecek. O bile tam değil, yalnızca biraz…
Sedat Yılmaz / MA