Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası çatısı altında bulunan Avrupa Birliği’nin askeri operasyonu olan İrini Operasyonu, Libya’ya silah kısıtlaması uygulaması amacıyla 31 Mart 2020’de başlatıldı. 25 Kasım’da ise bu oluşum tarafından Türkiye’den Libya’nın Mistrata Limanı’na giden Roselina-A isimli Türk bandıralı kargo gemisi durduruldu. Alman savaş gemisi tarafından durdurulan gemi, “silah olduğu” şüphesiyle arandı. Geminin aranmasına ilişkin Türkiye, “Gemi boya ve insani yardım malzemesi taşıyordu” açıklamasıyla yetindi. Türkiye’nin tepkisizliğinin nedenini uzmanlar 10-11 Aralık’ta görülecek Avrupa Birliği(AB) Liderler Zirvesini nedenine bağlıyor.
Avrupa Birliği 10 Aralık’ta Koronavirüsü salgınıyla mücadele fonu, AB bütçesi ve diplomatik dosyaları içeren gündeminin yanı sıra Türkiye’ye yaptırım konusuyla toplanacak. AB Dış İlişkiler Yüksek Komiseri Josep Borrell, geçtiğimiz hafta AB ile Türkiye’nin önemli bir yol ayrımında olduğunu ve Aralık zirvesinde Türkiye’ye yaptırım kararı alınabileceğini söylemişti.
Hamburg Üniversitesi’nden Ortadoğu uzmanı Dr. Arzu Yılmaz, İrini Operasyonu’nu, Türk gemisinin aranması, Türkiye’den gelen tepkiler ve AB zirvesini ilişkin ajansımıza değerlendirmelerde bulundu.
OPERASYONUNUN AMACI
İrini Operasyonu’nun, AB şemsiyesi altında oluşturulan askeri deniz gücü olduğunu vurgulayan Yılmaz, operasyonun amacının BM’nin Libya’ya silah ambargosu kararına uyulup uyulmadığını denetlemek olduğunu söyledi. Yılmaz, “Zira BM’nin ısrarlı çağrılarına rağmen silah ambargosunun alenen ihlal edildiği ve bu durumun da Libya’da tarafların uzlaşmaya yanaşmamasına bilakis savaşın şiddetlenmesine neden olduğu görüldü. Hatta BM, doğrudan isim vererek ‘Birleşik Arap Emirlikleri, Rusya, Ürdün, Türkiye ve Katar’ı ambargoyu ihlal etmekle suçladı. Fakat yine de sonuç alınamadı. Nihayetinde, İrini Operasyonu devreye girdi” diye belirtti.
TÜRKİYE AMBARGOYU DELİYOR
Türkiye’nin Libya’ya yönelik silah ambargosunu deldiğini belirten Yılmaz, “Ama çağrılar dışında fiziki bir engelleme mekanizması İrini Operasyonu’na kadar kurulamamıştı. Operasyonu’nun etkinleştirilmesi, her şeyden önce, Libya’da tarafların bir uzlaşmaya vardıklarını açıkladıktan sonra oldu. Dolayısıyla, İrini Operasyonu’nun bu uzlaşmanın nihai bir çözüme kavuşturulması misyonuyla hareket ettiğini not etmek gerek” dedi.
AB’NİN POZİSYONU
Meselenin bir de Doğu Akdeniz boyutunun olduğuna dikkati çeken Yılmaz, “AB, Türkiye’nin ‘Mavi Vatan’ doktrini çerçevesinde yürüttüğü Doğu Akdeniz politikasına açıkça karşı çıkıyor. Türkiye’nin bu politikalarının Libya’nın ötesinde Doğu Akdeniz ölçeğinde bir güvenlik sorunu yarattığını savunuyor. Dolayısıyla, bu son gemi olayı her ne kadar Libya’ya silah ambargosunu denetleme misyonu çerçevesinde gerçekleşmiş olsa da, daha geniş ölçekte Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki askeri hareketliliğine karşı AB’nin aldığı pozisyonun bir göstergesi olarak da okunabilir” ifadelerini kullandı.
‘ÇUVAL’ HADİSESİNİ HATIRLATIYOR
Yılmaz, Türkiye’nin Almanya’yla yaşadığı gerginliğin daha önce İsrail’le yaşadığı Mavi Marmara olayıyla karşılaştırmanın doğru olmayacağını da sözlerine ekledi. Türkiye’nin her şeyden önce, Libya iç savaşına askeri olarak angaje olduğunu belirten Yılmaz, şöyle devam etti: “Üstelik bunu açıkça ilan etti. Ve bu haliyle de BM zaten Türkiye’yi kararlarını ihlal eden ülkeler arasında saydı. Dolayısıyla, BM bu şartlar altında sonuç alabileceği bir adres değil. Öte yandan, olayın ayrıntıları ortaya çıktıkça anlaşılıyor ki, söz konusu arama deniz hukuku çerçevesinde benimsenen bir takım uluslararası teamüllere uygun olarak da icra edilmemiş. En azından Türkiye’nin bu yönde iddiaları var. Fakat Türkiye’nin bir yandan Libya’da BM kararlarına uymayarak uluslararası hukuku ihlal ederken, bir yandan da İrini Operasyonu nedeniyle uluslararası hukukun işletilmesi talebinde bulunmasının karşılığı yok. Nihayetinde bu askeri operasyon AB’nin Türkiye’ye karşı aldığı siyasi bir pozisyonun askeri ifadesidir. Bu haliyle de, doğrusu bana Mavi Marmara’dan çok 2003’te Süleymaniye’de ABD’li askerlerin Türk askerlerinin başına çuval geçirerek gözaltına alınması hadisesini hatırlatıyor.”
GERİ DÖNÜŞÜ ZOR BİR YOL
AB’nin 10-11 Aralık’ta gerçekleştireceği liderler zirvesine işaret eden Yılmaz, ifade edildiği gibi toplantıda Türkiye’ye bir yaptırım kararının çıkmayacağını belirtti. Yılmaz, “Ama bu ihtimalin bizzat AB Dış İlişkiler Yüksek Komiseri Josep Borrell tarafından dile getirilmiş olması, hiç kuşkusuz, AB-Türkiye ilişkilerinin geldiği aşama bağlamında önemli bir işaret” dedi.
Yaşanan gerilim rüzgarının tersine çevrilememesi durumunda Türkiye’nin AB’ye üyelik müzakereleri çerçevesinde çıkartılıp, güvenlik ve savunma ortaklığı çerçevesinde yeniden tanımlanmasının muhtemel olduğunun altını çizen Yılmaz, “Bu, uzun vadede Türkiye açısından herhangi bir yaptırımdan çok daha ciddi sonuçlar doğurur. Hem AB’nin kendi içinde yaşadığı sorunlar ve yeniden yapılanma çabaları hem de Türkiye’nin artık geri dönüşü zor bir yola girmiş olması üzerinden bir okuma yapıldığında, asıl endişe yaratması gereken meselenin bu olduğu kanaatindeyim” diye konuştu.
REFORM SÖYLEMLERİNİN KAYNAĞI
Türkiye’de yaşanan “Yeni Reform” tartışmalarının da AB’de yapılacak liderler zirvesiyle bağlantılı olduğunu sözlerine ekleyen Yılmaz, bir başka nedeninin ise ABD seçimleri olduğunu dile getirdi. Biden’in yakında iş başına geçeceğini hatırlatan Yılmaz, “Ekonomide yaşanan kriz ise bir başka boyut. Sonuçta hem ekonomik hem siyasi anlamda, deyim yerindeyse, maceraya girilen sularda deniz bitti. Geminin karaya oturmaması için sağlam bir limana demir atması gerekiyor. Türkiye açısından da bu liman askeri olarak NATO, siyasi ve ekonomik olarak Avrupa-hem tarihsel hem reel politik hem de ekonomik veriler açısından bunun tartışma götürür bir yanı yok. Ama açık olan şu ki, belki NATO’da değil, ama AB limanında Türkiye bundan on yıl önce kendisine ayrılan yerde demir atamayacak” diye belitti.
Türkiye’nin bir yönetim krizi içinde olduğunun vurgulayan Yılmaz, AB’nin yaptırım uygulaması durumunda, Türkiye’nin kısa vadede siyasi bir kriz yaşayacağını belirterek, kriz sonrası ise öngörülmesi zor günlerin yaşanacağını söyledi.
TEMEL NEDEN ERDOĞAN
AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan Avrupa’yı sıklıkla İslam düşmanlığı yapmakla suçlamasına da değinen Yılmaz, sözlerini şöyle tamamladı: “Sorun şu ki, Erdoğan hem söylemi hem de Erdoğan yönetimi altındaki Türkiye’nin İslamcı politikaları Avrupa’da İslamofobinin giderek yaygınlaşmasının nedenlerinden biri. Avrupalıların gözünde, Erdoğan İslamcı bir diktatör. İslamofobikler için Erdoğan, tıpkı IŞİD gibi, Avrupa’nın savunduğu tüm değerlerin karşısında somut bir gösterge niteliği taşıyor. Dolayısıyla, Erdoğan’ın söz konusu söylemlerinin kendine ne fayda sağladığı tartışmalı olsa da Avrupa’da İslamofobiyle mücadele çabalarına bir yarar sağlamadığı kesin.”
Ferhat Çelik / MA