Rojava – Bir Demokratik Özerklik Deneyimi kitabının yazarı akademisyen Yasin Duman: “Rojava’daki demokrasi modeli, çoğulculuk ve uzlaşı temelli bir yapı ile, daha az merkeziyetçi, daha fazla katılımcı bir yönetişim biçimi sergiliyor.”
Suriye’ye emperyalist müdahalenin başlamasından itibaren Rojava’da ortaya çıkan özerk yönetimin yok edilmesi, Saray Rejimi’nin temel hedefi oldu. IŞİD’in katliamlarla Kobanê’ye dayandığı günlerde Erdoğan, “Kobane düştü, düşecek” diye sevinç çığlığı atıyordu. Ama Kobanê düşmedi.
Aradan geçen on bir yılın sonunda, Suriye’de dengeler yeniden değişti. İsrail’in önce Hamas’a karşı başlattığı saldırı ve Gazze’de en az elli bin kişinin katledildiği soykırım ve ardından Lübnan Hizbullah’ı, İran ve Suriye’deki güçlere karşı geliştirdiği suikast saldırıları akabinde Esad iktidarı devrildi ve iktidar HTŞ lideri Colani’ye teslim edildi.
Suriye’deki bu değişimin planlandığı günlerde Saray Rejiminin ortaklarından faşist Devlet Bahçeli’nin “tokalaşma” ve ardından da Öcalan’ın TBMM’de “terörün sona erdiğini açıklaması” çağrısı geldi. Ankara’da bu çağrı yapılırken Saray Rejimi, beslediği Suriye Milli Ordusu ile karadan, SİHA’lar ve top atışları ile havadan Rojava’ya saldırıları devam ettirdi. MGK ve diğer bütün rejim sözcüleri Rojava’da özerk yönetime izin vermeyeceklerini açıklayıp duruyor.
Bunlar, adı konmamış ve henüz içeriği ve yöntemi de belli olmayan yeni sürecin temel konularından birincisinin Rojava olduğunu gösteriyor.
Rojava’daki özyönetim inşasının başladığı dönemde Rojava – Bir Demokratik Özerklik Deneyimi kitabında Rojava Sözleşmesi’ni inceleyen Yasin Duman ile Rojava Toplum Sözleşmesini ve güncel durumu konuştuk.
Rojava Toplumsal Sözleşmesi’nin ayrıcı özellikleri nedir?
Rojava Toplumsal Sözleşmesi’nin ilk formu Rojava Demokratik Özerk Yönetim tarafından 2014 yılında kabul edildi. Daha sonra kapsamı genişletilerek 2016 yılında revize edildi ve en son Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi Toplumsal Sözleşmesi olarak 2023’te mevcut haline kavuşturuldu. Sözleşme, esasında bölgenin yönetim anlayışını ve temel ilkelerini belirleyen bir “anayasa” niteliğindedir, fakat Özerk Yönetim, en başından bu yana “anayasa” yerine “sözleşme” ifadesini özellikle tercih etmiştir. Bu tercihin ardında yatan temel faktör, merkeziyetçi bir devlet modelinden farklı olarak Abdullah Öcalan’ın Demokratik Ulus – Demokratik Konfederalizm esasına dayanmasıdır. Özerk Yönetim, halkın doğrudan yönetime katılımını teşvik eder ve karar alma süreçlerinde yerel meclisler, komünler ve halk konseyleri belirleyici bir rol oynar ve yönetimin tabandan yukarıya doğru örgütlenmesini sağlar ve halkın kendi kendini yönetmesini amaçlar.
Sözleşmenin en önemli özelliklerinden biri, etnik ve dini çoğulculuğu esas almasıdır. Kürtler, Araplar, Süryaniler, Ermeniler, Türkmenler, Çerkezler ve Çeçenlerin temsili ve hak ve özgürlüklerde eşitliği sözleşmede güvence altına alınmıştır. Aynı durum farklı inanç grupları için de geçerlidir. Müslümanlar, Hristiyanlar ve Êzidîlerin kendi dini kimliklerini özgürce koruyabilmesi ve yaşatabilmesi güvence altına alınmıştır. Bu farklılık, toplumsal barışın ve ortak yaşamın temel taşlarından biri olarak kabul edilir ve halkın bu değerleri benimsemesi teşvik edilir.
Kadın özgürlüğü ve toplumsal eşitlik, Özerk Yönetim anlayışının merkezinde yer alır. Kadınların siyasi ve toplumsal hayata aktif katılımını sağlamak amacıyla her kademede eş başkanlık sistemi uygulanır. Her yönetim organında kadınların temsili kotalarla zorunlu kılınmış olup, kadın meclisleri ve kadın örgütlenmeleri teşvik edilir. Bu yapı, toplumsal cinsiyet eşitliğini, şimdilik sadece “ikili cinsiyet rejimini”[1] esas alarak, sadece bir ilke olarak benimsemekle kalmaz, aynı zamanda pratikte de hayata geçiren bir sistem inşa eder.
Ekolojik demokratik toplum iddiası, sözleşmenin diğer önemli unsurlarından biridir. Özerk Yönetim, Sözleşme ile ekolojik dengenin korunmasını, doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımını ve ekolojik üretim yöntemlerinin kullanılmasını ve yaygınlaşmasını sağlamaya çalışıyor. Bu çerçevede, Suriye’nin batısına nazaran pek de gelişmemiş sanayileşmenin – bu durum ekolojik hedeflere ulaşılmasını kolaylaştıran bir faktör de olarak da görülebilir – doğaya zarar vermeyecek şekilde planlanması ve tarımda ekolojik prensiplere uygun üretim yapılması hedefleniyor.
Yönetimin, bunu esas alarak geliştirmeye çalıştığı ekonomik model, kapitalist bireysel mülkiyet ve kar/rant anlayışına karşı, kooperatifçilik ve dayanışma ekonomisini benimsemiştir. Yerel ekonomiler kooperatifler ile güçlendirilerek toplumun kendi kendine yetebileceği bir üretim modelini teşvik ediyor ve böylece mümkün olan en yüksek sayıda kişinin bu dayanışmacı ekonomik sisteme dahil olabilmesini amaçlıyor. Sosyal adalet ve gelir dağılımında eşitlik prensibi doğrultusunda, ekonomik faaliyetlerin halkın ihtiyaçlarını gözeterek yürütülmesi esas alınır. Özetle, Sözleşme’nin 18. Maddesi’nde belirtildiği gibi Demokratik Özerk Yönetim, kendi kendine yeterliliği, sürdürülebilir ve dengeli kalkınmayı sağlayan komünal ekonomi ilkesini benimsiyor.
Toplumsal Sözleşme, laiklik ilkesini benimseyerek Özerk Yönetimin, tüm inanç gruplarına eşit mesafede durmasını sağlamaya çalışıyor. Ulus devletlerde sıkça rastlanan “resmi din” ifadesinin Sözleşme’de bulunmaması, farklı dini toplulukların kendi ibadet ve inanç pratiklerini özgürce sürdürebilmelerine olanak tanıyor. Böylece din ve devlet işleri birbirinden ayrılıp inanç özgürlüğü güvence altına alınıyor. Bu bağlamda Sözleşme’nin son halinde Madde 41’de belirtildiği gibi Êzidîlik bağımsız bir din olarak kabul edilmiştir ve Madde 60’a göre “kültürel, etnik ve dini gruplar ile topluluklar, demokratik örgüt ve kurumlarını adlandırma ve oluşturma hakkına sahiptir ve kendi kültürlerini koruyabilirler. Hiçbir kişi veya kurum, inancını, düşüncesini veya kültürünü başkalarına zorla dayatma hakkına sahip değildir.”
Yine Sözleşme’nin 7. Maddesi’ne göre Özerk Yönetim’in Kürtçe, Arapça ve Süryanice olmak üzere üç resmi dili vardır ve 6. Maddesi’nde belirtildiği üzere “Kuzey ve Doğu Suriye coğrafyasındaki tüm diller, sosyal, eğitim ve kültürel hayatın her alanında eşittir. Her halk veya kültürel grup, yaşamını örgütleme ve işlerini anadilinde yürütme hakkına sahiptir.”
Son olarak, Rojava yönetim modeli sadece belirli bir halk veya coğrafyayla sınırlı kalmayan, sınırları aşan bir demokratik yönetim anlayışı sunuyor. Bölgesel ve uluslararası dayanışma temelinde şekillenen bu model, katılımcı demokrasiyi esas alıyor. Bu yönleriyle geleneksel anayasalardan ayrılan ve özyönetim, eşitlik ve halk demokrasisi ilkeleri üzerine inşa edilmiş bir toplumsal sistem sunuyor.
Rojava sözleşmesi, soyut bir yurttaşlık yerine aşiretler, etnik, dinsel ve cinsel kimlikler üzerinden yönetime katılımı geliştirmeyi vurgulaması öne çıkıyor. Bu demokrasi teorisi bakımından ne anlama geliyor?
Toplumsal Sözleşme, yurttaşlığı hem bireysel bir hukukî statü olarak hem de kolektif kimlikler ve aidiyetler üzerinden tanımlayan bir anlayışı benimsiyor. Örneğin Madde 31’e göre, “Demokratik Özerk Yönetim’deki yurttaş, ahlaki ve demokratik değerlere sahip özgür bir bireydir ve birden fazla komünde yer alma hakkına sahiptir” ve Madde 76’ya göre “Kuzey ve Doğu Suriye’nin her yurttaşı [doğal olarak en az] bir komün üyesidir.” Sözleşme, yurttaşlara işgal saldırılarına karşı meşru savunmaya katılma, yurttaşların canını ve malını koruma ve ekolojik yaşamın devamlılığını sağlama gibi sorumluluklar yüklerken onların çalışma, seyahat etme, barınma ve kamu hizmetlerine erişme hakkı dahil olmak üzere temel haklarına açıkça referans veriyor. Fakat yine de Rojava’daki demokrasi modelini sıkça gördüğümüz dört modelle karşılaştırmak daha iyi anlama konusunda yardımcı olabilir.
Bunlardan ilki “Çoğulcu Demokrasi” modelidir. Çoğulcu demokrasi, farklı grupların ve görüşlerin eşit şekilde temsil edilmesi gerektiğini savunuyor. Rojava modelinde de çoklu etnik, dini ve toplumsal grupların hakları gözetiliyor fakat Rojava’da, çoğulculuk yalnızca temsili değil, aynı zamanda toplumsal eşitlik ve özerklik temelinde örgütlenmiş bir yapıyı ifade ediyor. Yani Rojava’da, sadece farklı grupların temsil edilmesi değil, toplumsal katılım ve özgürlükçü yapıların gelişmesi için daha köklü ve derin bir demokratik sistem kuruluyor.
İkincisi “Konsensüs (uzlaşıya dayalı) Demokrasi” diye tanımlanan modeldir ki kararların topluluklar ya da gruplar arasında mutabakatla alınmasını öngörüyor. Bu, Rojava’daki demokrasi modeline daha yakın bir anlayıştır. Rojava’da, halk meclislerinde kararlar genellikle uzlaşı yoluyla alınıyor. Herkesin görüşlerini dile getirebilmesi ve kararlarda geniş bir toplumsal katılımın sağlanması esas alınıyor. Bu hem çoğunluğun hem de azınlıkların haklarının korunmasını sağlıyor. Yani, Rojava’daki modelde mutabakat ön plandadır. Toplumsal Sözleşme de ilk versiyonundan itibaren esas olarak bu şekilde yazılmıştır.
Üçüncüsü, “Çoğunlukçu Demokrasi” diye tabir edilen modeldir. Çoğunlukçu demokrasi, genellikle bir siyasi parti veya bir grup tarafından yürütülen ve çoğunluğun iradesine dayanan bir yönetim biçimidir. Rojava’da ise, bu tür çoğunlukçu bir anlayış yoktur. Hükümet veya yerel meclis, toplumun tüm kesimlerinin katılımına dayalıdır ve her grup, kendi temsilini sağlıyor, kolektif yönetime ortak oluyor. Çoğunluğun iradesi değil, tüm topluluğun hakları ve eşitliği ve sosyal adalet önemlidir. Yani, Rojava’da herhangi bir grubun çoğunlukçu bir şekilde baskın çıkması yerine, her sesin duyulması ve kararlarda gözetilmesi sağlanıyor.
Son olarak “Liberal Demokrasi” modelinden bahsedebilirim. Bu, bireysel haklar ve özgürlüklerin, anayasal düzenin ve hukukun üstünlüğünün ön planda olduğu bir yönetim modelidir. Rojava’daki demokrasi, liberal demokrasiden daha farklıdır. Rojava modeli, daha çok toplumsal adalet, eşitlik ve kolektif haklar üzerine kuruludur. Bireysel özgürlükler önemlidir, ancak bu özgürlüklerin toplumsal eşitlikle uyumlu olması ve toplumun kolektif haklarını koruyacak şekilde yapılandırılması gerekmektedir. Ayrıca, Rojava’da ekonomik ve toplumsal yapılar da demokratik temellere dayalı olarak yeniden şekillendirilmiştir.
Özetle, Rojava’daki demokrasi modeli, çoğulculuk ve uzlaşı temelli bir yapı ile, daha az merkeziyetçi, daha fazla katılımcı bir yönetişim biçimi sergiliyor. Yeniden ifade etmek gerekirse, bu model, teorik olarak Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği Demokratik Ulus – Demokratik Konfederalizm anlayışına dayanır. Demokratik Konfederalizm, ulus-devletin homojenleştirici etkisini reddederek, farklı kimlik gruplarını siyasi katılımın ve yönetimin merkezi unsurları hâline getirmeyi hedefliyor. Bu çerçevede, bireysel yurttaşlık tanımlanırken kolektif toplulukların doğrudan temsili ve yönetime katılımı esas alınmakta, komün, meclis ve konseyler aracılığıyla doğrudan demokrasi mekanizmaları işletiliyor. Ayrıca, kadınlar, aşiretler, dini gruplar ve etnik topluluklar doğrudan yönetim süreçlerine komünler veya meclisler aracılığıyla dahil ediliyor. Bu yönleriyle söz konusu model, katılımcı ve çoğulcu demokrasi anlayışına yakın olmakla birlikte, temsili demokrasideki birey merkezli yurttaşlık modelinden ayrışarak farklı kimliklerin özerk temsil haklarını ön plana çıkarıyor.
Komünler, halk meclisleri, halk belediyeleri arasında nasıl bir ayrım, yetki paylaşımı ve işleyiş var? Rojava’da bu toplum sözleşmesinin pratik hayatta inşa edilmesinde ne kadar adım atılabildi?
Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nde örgütlenmenin temelini komünler oluşturuyor. Her komün biri kadın biri erkek iki eş başkan tarafından yönetilir ve mahallelerdeki ailelerin katılmasıyla oluşuyor. Komünlerin üstünde nahiye/kaza, onun üstünde ilçe ve onun da üstünde kanton yönetimleri bulunur. Bu sistem içerisinde yer alan komiteler, Yerel Yönetimler, İçişleri, Maliye, Eğitim, Sağlık ve Çevre, Ekonomi ve Tarım, Kadın, Sosyal İşler ve Emek, Kültür ve Sanat, Gençlik ve Spor gibi alanlarda çalışmalar yürütüyor. Aynı isimlerle oluşturulan komisyonlar da 38 üyeli Yürütme Konseyi’ne bağlıdır. 70 üyeli Yasama Konseyi ve 13 üyeli Yargı Konseyinin de dahil olmasıyla Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi oluşuyor. Toplamda yedi Bölge’de söz konusu örgütlenme sağlanmıştı (Minbiç, Efrîn, Fırat, Cezîre, Tabqa, Rakka ve Deir ez-Zor) fakat Efrîn ve Minbiç’ın Türkiye ve Türkiye’nin desteklediği Suriye Milli Ordusu tarafından işgal edilmesi sonucunda, şu an Özerk Yönetim fiili olarak sadece beş bölgede hizmet sağlayabiliyor.
Toplumsal hayatın inşası, bu siyasi ve idarî yapı içerisinde komünlerden başlayarak Bölge ve sonrasında Özerk Yönetim’e kadar uzanıyor ve ihtiyaç duyulan hizmetler, alınan kararların hayata geçirilmesi önce komünlerde karşılanmaya veya gerçekleştirilmeye çalışıyor, bu mümkün değilse bir üst kademedeki idarî yapıdan talep ediliyor. Bu sürece Belediyler ve Halk Evleri de dahildir.
Rojava, birçok yönden kuşatılmış bir bölge. Ağır bir saldırı yaşadı, yıkıma uğradı ve altyapıya yönelik saldırılar da hiç eksik olmadı. Buna rağmen ekonomik durum nedir? İşsizlik, hayat pahalılığı, gibi sorunlar ne durumda?
Rojava, savaşın, ambargoların ve altyapıya yönelik saldırıların ağır etkilerini hisseden bir bölge olmasına rağmen, ekonomik olarak ayakta kalmaya çalışıyor. Bölge, özellikle Rimêlan, Deir ez-Zor, Hesekê ve Rakka bölgelerinde petrol kaynaklarına sahiptir. Verilere göre 2016’da Suriye’nin tamamındaki petrol miktarı 2,5 milyar varili buluyordu.[2] Suriye’deki toplam ekilebilir tarım alanı 6.5 milyon hektardır ve ağırlıklı olarak tahıl, sebze, meyve, zeytin ve pamuk yetiştiriliyor. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin kapsadığı alanlar hem petrol kaynakları hem de tarım alanları açısından son derece verimlidir. Efrîn bölgesinde özellikle zeytin ve bölgenin geri kalanında da tahıl ve pamuk tarımı yapılmaktadır. Savaş nedeniyle her iki alanda da ciddi sorunlar yaşandı. Örneğin sadece tarım alanındaki zararın yaklaşık 16 milyar dolara tekabül ettiği söyleniyor.[3]
Sanayinin gelişmemiş olması ve savaşın ilk dönemlerine nazaran azalmış olsa da uzun süren ticari ve insani yardım ambargoları, işsizlik oranlarının yüksek seyretmesine, ekonomik faaliyetlerin sınırlı kalmasına ve temel hizmetlere erişmede ciddi sorunlara yol açtı/açıyor. Buna rağmen, kooperatifler ile kendi kendine yetebilen yerel üretim modelleri teşvik edilerek, dışa bağımlılığı azaltma çabaları devam etmektedir. Ancak, mevcut yapısal kısıtlamalar ve askerî saldırılar, işgal ve baskılar, “dengeli büyümenin” önünde büyük bir engel oluşturmaktadır. Bu koşullar içinde kaçınılmaz olarak özellikle temel gıda fiyatlarında ciddi artışların yaşanıyor ve bu nedenle toplumun hemen her kesimi hayat pahalılığından şikâyet ediyor. Ürünlerin fiyatları hızla artarken, işçiler ve Özerk Yönetim’de görev alan memur maaşları, para biriminin değer kaybetmesi de eklenince, yaşam maliyetlerini karşılamakta yetersiz kalıyor.
Türkiye kamuoyunun Suriye konusundaki bir kaygısı, HTŞ liderliğinde Suriye’nin Afganistanlaşması. Rojava’da sekülerlik açısından durum nedir?
HTŞ yönetimindeki Suriye’nin neye evrileceği konusunda bir öngörüde bulunmak zorlaşıyor. HTŞ’nin yönetim kadrosu Amerika, İngiltere ve Avrupa’dan gelen heyetlere, “temel hak ve özgürlüklerin sağlanacağı” konusunda teminat verirken ve bu ülkelerin temsilcileri verilen bu söze ikna[4] olmuş görünüyor. Fakat öte yandan Aleviler (Nusayriler) Esad Rejimi ile bağlantılı olduğu gerekçesiyle tutuklanıyor, işkence ediliyor veya öldürülüyor, evleri basılıyor veya göçe zorlanıyor[5]; eğitim müfredatı “yıkılan rejimin kalıntılarını temizlemek” adına cihatçılığı esas alan bir yerden yeniden kurgulanıyor; Kürtlerin kolektif haklarını ve Özerk Yönetimin tanınmasını ve Suriye’nin federal bir yapıyla yeniden inşasını reddetse de Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile müzakerelere devam ediyor.
HTŞ’nin bugün görünenden daha radikal (belki Afganistan’ı da geride bırakan ölçüde) bir cihatçı çizgide siyaset yapamamasının nedeni bazı iç ve dış faktörlere ve gerçekliklere bağlıdır. Örneğin uluslararası alanda meşruiyet kazanma isteği, yeniden inşa için finansal desteğe ve Batılı ülkelerin yaptırımlarının kalkmasına ihtiyaç duyması ve Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi gibi kendisinden daha organize siyasi, idarî ve askerî bir yapının olması şimdilik HTŞ’yi sınırlıyor. İleride bu koşulların nasıl değişeceğini kestirmek zor.
Daha önceki yanıtlarımda Özerk Yönetimin sekülerliğe yaklaşımını örnekleriyle açıkladım sanırım. Burada SDG-HTŞ arasındaki müzakerelerde ve Özerk Yönetimin Suriye’nin özerk bir bölgesi olarak kalıp kalmayacağı ve kalırsa bunun hangi koşullarda nasıl olacağını, HTŞ’nin cihatçı politikasının nasıl sınırlandırılacağı temelde kadınların süregelen mücadelesi sonucu belirlenecek.
Mesela Türkiye’nin gündemi kadın cinayetleri ile dolu. Kendini bir “kadın devrimi” olarak adlandıran Rojava’da kadın özgürlüğü ne durumda?
Buna net cevap verebilmek için ‘kadın özgürlüğü’nün nasıl tanımlandığını, bu özgürlüğün belirleyenlerinin ne olduğunu ve nasıl ölçüldüğünü bilmek ve araştırmak gerekir. Bu sorulara verebilecek bir çalışmam olmadığı için bir yanıtım ne yazık ki yok. Fakat az önce de ifade ettiğim gibi, Özerk Yönetimlerin mevcut haline ulaşabilmesi için toplumun her kesimi bireysel ve kolektif ağır bedeller ödedi. Sözleşmede adı geçen her ulusun üyeleri bir defa bedel ödedilerse, bu ulusların kadınları en az iki defa bedel ödediler. İlki kendi aileleri ve toplumlarında ataerkiyle mücadele ederken diğeri de Özerk Yönetimi ve kadınların temel hak ve özgürlüklerini, söz, eylem, örgütlenme ve karar sahibi olma isteği ve iradesini hedef alan silahlı gruplar ve bölgesel güçlere karşı mücadele ederken. Özgürlüğü, bütün bunları elde ettikleri bir yaşam olarak tanımlayacaksak, göründüğü kadarıyla kadınlar bunun mücadelesini vermeye devam ediyor hem inşa etmeye çalıştıkları sistem içerisinde hem de bu sistemi yıkmaya, dağıtmaya çalışanlara karşı.
Tişrin barajı merkezli yoğun bir saldırı ve savunma durumu var. Buranın stratejik önemi nedir?
Tişrin için “stratejik bölge/nokta” ifadesini kullanmadaki amaç oranın neden kritik olduğunu ifade etmek içinse, bence Özerk Yönetimin kurulduğu ve savunulduğu her alan kritiktir. Bu her şeyden önce orada yaşayan insanların hayatı ve geleceği için böyledir. Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu’nun nihai hedefi Özerk Yönetimin tamamına saldırıp mevcut bütün kazanımları ve kurumsallaşmayı yok etmek. Tişrin bu bölgelerden sadece biri, tıpkı Efrîn, Girê Spî ve Serêkaniyê gibi. Türkiye, Özerk Yönetimin HTŞ veya SMO eliyle bir an önce dağıtılmasını istiyor ve Kürtlerin Suriye’de hiçbir koşulda, bir ulus olarak siyasi bir statüye sahip olmaması gerektiğine inanıyor. SMO, Minbiç’ten sonra ilerlemek isteyince ve öncelikli hedef olarak Tişrin’i seçti. Batısından Kobanî’ye saldırmanın koşullarını yaratabilseydi, belki Tişrin değil, sonraki hedef Kobanî olacaktı. Hangi bölge olduğuna bakılmaksızın burada temel kaygı rejimin devrilmesinden sonra bütün taraflar arasında çatışmasızlık ortamının sağlanması ve müzakereler yoluyla bir çıkış yolunun bulunması olmalıydı. Fakat ne yazık ki Suriye’deki durum bunun aksini gösteriyor.
Rojava’daki halk iktidarını boğmak için Türkiye’nin izlediği politika “adı konmamış süreç” ile değişebilir mi yoksa Türkiye bunu süreç açışından ön koşul olarak mı görüyor. Bu durumda durum ne olur?
Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye Özerk yönetimine yönelik öncelediği tek bir politikası var: ne pahasına olursa olsun Demokratik Ulus-Demokratik Konfederalizm önermesini temel alan Özerk Yönetimin siyasi, askerî, kültürel, sosyal ve ekonomik yapılarıyla ortadan kaldırılması. Efrîn’de yaptıkları, bölgenin geri kalanında yapmak istediklerine her açıdan iyi bir referans olabilir. Bu bir önkoşul olarak değerlendirilmemeli. Bu, Türk tarafı için nihai hedeftir. Mevcut süreçte Türk tarafının, en azından benim takip edebildiğim kadarıyla, odaklandığı tek şey PKK’nin silahsızlanması ve kendini dağıtması. Özerk Yönetim’den de aynısını bekliyor ve bunlar gerçekleşmezse saldırmakla tehdit ediyor. Sürecin başlatılma ve yönetilme şekline baktığımda, özellikle silahlanmaya sebep olan koşullar hala mevcutken ve bu koşulları ortadan kaldırmaya dair adımlar dahi telaffuz edil(e)mezken, bu sürecin mevcut haliyle hak ve özgürlüklerin teminini, barışın inşasını, sosyal adaletin sağlanmasını veya demokratikleşme getireceğine inanmıyorum.
[1] İkili cinsiyet rejimi kavramı, “cinsiyeti sadece kadın ve erkek olarak kabul eden ve bunun doğal olarak böyle olduğunu, her insanın kadın veya erkek olduğunu iddia eden rejimdir”. Detaylı okuma için: Akı, E. İ. (2021). İkili cinsiyet rejimi. Feminist Bellek. https://feministbellek.org/ikili-cinsiyet-rejimi/#:~:text=%C4%B0kili%20cinsiyet%20rejimi%2C%20cinsiyeti%20sadece,birbirinden%20kesin%20olarak%20ayr%C4%B1lm%C4%B1%C5%9F%20cinsiyetlerdir.
[2] https://www.worldometers.info/oil/syria-oil/
[3] https://carnegieendowment.org/sada/2024/01/syrias-agricultural-crisis?lang=en
[4] https://www.diken.com.tr/ab-komisyonu-uyesi-suriyedeki-yonetim-insan-haklari-konusunda-guven-verici/
[5] https://www.rudaw.net/turkish/middleeast/syria/01022025
Cemil Aksu / Politika Haber