6-7 Eylül Pogromu, başından sonuna kadar Milli İstihbarat Teşkilatı (o dönemki adıyla Milli Emniyet Hizmet) tarafından organize edilmiştir. Özel Harp Dairesi Başkanı Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu, Gazeteci Fatih Güllapoğlu’nun 1991’de yayımlanan “Tanksız, Topsuz Harekat” kitabındaki söyleşide pogromu şöyle tanımlar: “6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı.” Operasyondan hükümet de haberdardır, Celal Bayar’ın “Galiba dozu kaçırdık” demesi de saldırının planlı olduğunu gösterir.
Pogrom birden bire gelişen bir şey değildir. CHP Azınlık Bürosu’nun olaylardan önce 1947’de hazırladığı bir raporda, “Anadolu’da hemen hemen hiç Rum kalmadı. Birkaç da Ermeni kaldı. Ama çok çoğalıyor. Onları İstanbul’a göç ettirmemiz gerekiyor. Ne kadar İstanbul’da toplarsak o kadar kontrol altında olurlar. Ama sermayelerini burada bırakmalılar” deniliyor ve “İstanbul’un fethinin 500. yılında İstanbul’da bir tek Rum olmazsa ne iyi olur” diye de temenni de bulunuyor.
Pogrom’un hazırlanmasında Türk Devleti’nin tek başına hareket etmediğini gösteren belgeler var. 1955 olaylarından bir yıl önce Atina’daki İngiliz Konsolosu, “Türklerle Yunanlıların arası çok iyi. Ama Atatürk’ün evinde şöyle bir bomba patlasa, ortalık ne kadar karışır acaba?” diye yazı yazıyor.
Olaylardan önce hükümetin desteğiyle Kıbrıs Türktür Cemiyeti kuruluyor. Cemiyeti kuranlar MAH üyesi. Cemiyet, olaylardan 10 gün önce bir anda İstanbul’da 10-15 şube açıyor. Şube üyeleri çoğunlukla DP’den, sendikadan ve öğrenci birliğinden. MAH, bu cemiyet ve derneklerin kurulmasında özellikle sendika ve öğrenci birliklerinden yararlanıyor.
Hazırlıklar olaydan çok önce başlatılmıştır. Olaylardan sonra Haydarpaşa Garı’nda 6-7 Eylül’de yağmaladıkları mallarla Sivas’tan 145, Trabzon’dan 117, Kastamonu’dan 116, Erzincan’dan 111 kişi yakalanarak haklarında işlem yapılmış olması saldırganların bir kısmının başka şehirlerden getirildiğini göstermektedir.
6 Eylül günü saat 13:00’te devlet radyosu tarafından “Selanik’te Atatürk’ün evi bombalandı” diye anons geçilmeye başlanıyor. Anonsu yaymak için normalde tirajı 20 bin olan İstanbul Ekspres gazetesi “Atamızın evi bomba ile hasara uğradı” manşetiyle 290 bin adet basılır ve dağıtılır. Aynı gün İstanbul’un gayrimüslimlerinin yoğun yaşadığı yerlerde, sadece bilindiği gibi Taksim ve Beyoğlu’nda değil, Boğaz’da, Samatya’da, Yedikule’de, Adalar’da, karşı tarafta, gayrimüslim nüfusun yoğun yerlerde organize gruplar baş gösteriyor. Özellikle Taksim ve Beyoğlu’nda öğrenci derneklerinden görevliler kahvehaneleri, mahalleleri dolaşarak halkı eyleme çağırıyor.
İlk saldırı saat 19.00 sıralarında Şişli’de başlar. Kumkapı, Samatya, Yedikule, Beyoğlu’na geçerek azınlıkların toplu olarak yaşadığı birçok semtte, önce Rumların, sonra Ermeni, Yahudi ve hatta yanlışlıkla bazı Türklerin dükkanlarına saldırılarını sürdürür. Kolluk kuvvetleri bu saldırılara engel olmaz. Ellerinde gayrimüslimlere ait ev ve işyerlerinin listeleri olan yirmi-otuz kişilik birliklerin kent içindeki ulaşımı özel arabalar, taksi ve kamyonların yanı sıra otobüs, vapur gibi araçlar yardımıyla sağlanıyor.
7 Eylül sabahına kadar süren saldırılarda aralarında 4 bin 214 ev, bini aşkın işyeri, 73 kilise, bir sinagog, iki manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel, bar gibi yerlerin bulunduğu toplam 5 bin 317 taşınmaz tahrip edilir ve sokağa saçılıp yağmalanır.
Mezarlıklar da saldırıdan payını alır. Kiliselerin içindeki kutsal eşyalar tahrip edilir, 73 Rum Ortodoks kilisesinin tamamı ateşe verilir.
Türkiye medyasına göre 11, bazı Yunanistan kaynaklarına göre ise saldırılar nedeniyle 15 kişi hayatını kaybeder. Ölü sayısının az oluşu gruplara “ölü olmasın” emri verilmesi sebebiyledir. Resmi rakamlara göre 30 kişi, resmi olmayan rakamlara göre 300 kişi yaralanır. Resmi rakamlara göre 60 olan tecavüze maruz bırakılan ve korkmasından dolayı şikayette bulunamayan kadın sayısının 400’e yakın olduğu tahmin edilmektedir.
Pogrom, katliam hatta soykırım bir iç savaş tekniği olarak halklara karşı her zaman devletin repertuvarında yer alır. Ekonomik ve(ya) siyasi kriz dönemlerinde toplumun bir kesiminden başka bir kesimine sermaye transferi (çökme) yapmak gibi ekonomik; toplumu milliyetçi, dinci ideoloji etrafında “dış düşman”a karşı birleştirerek örgütlemek gibi ideolojik amaçlarla sürekli kullanılan bir tekniktir. Türk Devleti bakımından “resmi ideoloji”de, Rum, Ermeni ve Yahudi azınlıklarına mensup halkımız hep “dış düşman” olarak işlenmiş, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül Pogromu, bu azınlıklara ait vakıfların mallarına el koymalar, Hrant Dink’in katledilmesi gibi “olay”larla gereği yerine getirilmiştir.
Kuşkusuz bu teknik sadece gayri-müslimlere değil, Türk egemenleri için “beka sorunu” yaratan her toplumsal gelişmeye karşı Alevilere, Kürtlere karşı da kullanıldı, kullanılmaya da devam ediyor. Devlet değişik aparatlarla örgütlediği sivil grupları harekete geçirerek “hukuk dışı” operasyonlarla terör uygulayarak toplumu dizayn etmeye çalışır. Bu onun rutin, tabii halidir. Demokrasi ve özgürlük için mücadele edenler, Devletin bu rutin, tabii haline göre örgütlenmek ve hareket etmek zorundadır.
HABER MERKEZİ