■ Politika’dan Yorum
“İkinci yüzyıl” tartışmaları arasında başlayan seçim tartışması deprem sonrası ortaya çıkan felaketler silsilesinin ağırlığı ile devam ediyor. Cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimi günü yaklaştıkça burjuva siyaset arenasında olduğu kadar sol sosyalist kesimlerde de pozisyonlar netleşmeye devam ediyor.
14 Mayıs seçimlerinin temel gündemi Cumhurbaşkanlığı seçimi. AKP’nin yaptığı Türk Tipi Başkanlık modeli halkoyuyla seçilen Cumhurbaşkanına diktatörlük yetkileri verdi. RTE de bunu ziyadesiyle yerine getirdi, yargı, yürütme, yasama erklerinde kendinde topladı. Fakat bu diktatörlük sistemi de Türk burjuvazisinin içerde ve dışarda karşı karşıya olduğu ekonomik, siyasi ve ideolojik sorunlarını aşmaya imkan tanımadı. “İkinci yüzyıl” programları ile “güçlendirilmiş parlamenter sisteme” geri dönerek burjuvazinin egemenliğini “restore etmek” için hukuki olarak diktatör olmak istemeyen birinin seçilmesi gerekiyor.
Fakat “güçlendirilmiş parlamenter sistem”e geri dönmek için sadece diktatör olmak istemeyen birini seçmenin yetmediği de aşikar. Geçiş için, geçişin yasamasını yapmayı arzulayan partilerin TBMM’de de çoğunluk olması gerekmektedir. Hatta parlamentoda çoğunluğu sağlayıp, Saray’ın yetkilerini budayarak, parlamentonun yetkilerini geri alarak da parlamenter sisteme geçiş hukuken mümkün.
Her halükarda, de facto, geçiş için esas gerekli olan şey, halkın gücüdür.
Önümüzde üç seçenek var: Cumhur İttifakı’nın Cumhurbaşkanlığını da parlamentoda çoğunluğu da kaybetmesi (en iyimser senaryo), Cumhurbaşkanlığını Cİ’nın parlamento çoğunluğunu Millet İttifakı’nın kazandığı durum (olası birinci senaryo) ve Cumhurbaşkanlığını Mİ’nin kazandığı, parlamentoda çoğunluğu Cİ’de olduğu (olası ikinci senaryo) durum.
Birincisi dışındaki bütün seçeneklerin görece uzun ve sancılı, çekişmeli bir geçiş durumu yaratacağı, Türkiye’nin kısa zamanda yine seçim sathına girmek zorunda kalacağı bir tablo ortaya çıkaracağı öngörülebilir. 20 yıllık sürede bürokraside, güvenlik aygıtında ve yargıdaki kadrolaşma düzeyi sayesinde ikinci ve üçüncü seçeneklerde AKP’nin oldukça avantajlı olacağı açık. Hatta bu durumlarda 14 Mayıs seçim sonuçlarını boşa düşürecek hamleler geliştirmekte zorlanmayacağı da öngörülebilir. Bu iki senaryoda, Cumhurbaşkanlığını ya da parlamentodaki çoğunluktan birini kaybetmesi durumunda, AKP’de bir dağılma yaşanacağı beklentisi ile iyimser yorumlarda bulunanlar da var. Ama bu iyimserlik, AKP’nin son on yılda kemikleşmeye dönük çalışmalarını hesaba katmıyor. Ve tabi AKP’nin bir mafya parti haline geldiğini de unutmamak lazım.
Burjuva siyaset cephesindeki bu çelişki ve çatışmaların bedelini öyle ya da böyle halk ödeyecek. Filler tepişir çimenler ezilir. Çünkü bütün senaryolarda “acı reçete”ler söz konusudur. Toplumun bir kesiminin bütün umutlarını en azından son 5 yıldır yapılacak seçimlerden sonrasına ertelediği biliniyor. Türkiye’de en az 5 yıldır, hiç kimse gelecek planları yapamıyor, en temel ihtiyaçlarını gideremiyor, eğitim, sağlık gibi konularda boş geçtiğini görüyor, vb. Bu geleceğe ötelenmiş umutların, beklentiler, bekleme hali tam bir cehennemlik durum yaratıyor. Dolayısıyla mevcut belirsizliklerin birkaç yıl daha sürecek olması ihtimali son derece riskli bir durum yaratabilir. Toplum yılgınlığa sürüklenip faşizme teslim olabilir ya da yeni Gezi’ler, 15-16 Haziranlar için seferber olabilir.
İşte bu yüzden halkın gücünün örgütlenmesi en temel devrimci görevdir. Bu görevin de HDP başta olmak üzere Emek ve Özgürlük İttifakı’nda olduğu gün gibi ortadadır. Burjuvazinin en solcusu bile halktan öcü gibi korkar; bir kere harekete geçtiğinde kendisini yıkıp geçmesinden korkar. Oysa sosyalistler için halkın coşkun seli bütün arzularının, tahayyüllerinin döl yatağıdır.
Üzülerek belirtmek gerekir ki, toplumda büyük bir beklenti yaratmasına rağmen Emek ve Özgürlük İttifakı, bir mücadele ittifakı olarak davranarak, gerçek bir halk gücü haline gelme görevlerini şimdiye kadar yerine getirmedi. Bilakis özellikle tek-çok liste tartışması ittifakın temellerini de zayıflatan, enerjiyi iç tartışmaya çeken bir durum yarattığı herkesçe görülüyordur. Hem 14 Mayıs seçimlerinin kritik olduğunu söyleyip hem de şu ya da bu gerekçe ile kendi partisinin çıkarlarını ittifakın çıkarlarından üstün tutan yaklaşımlar büyük bir çelişkidir ve ittifaka güç kaybettirmektedir. EMEP son kararının bu bakımdan son derece olumlu bulduğumuzu, aynı yaklaşımın TİP’ten de beklediğimizi belirtmek isteriz.
Emek ve Özgürlük İttifakı’nın kurulma nedeni Cumhurbaşkanlığı seçiminde Mİ’nı desteklemek değildir. Tam tersine, burjuvazinin iki kanadının da burjuva egemenliğini restorasyon çalışmalarında acı reçeteyi içermek istedikleri emekçi halkları tarihin sahnesine çıkarak, demokratik cumhuriyet programını hayata geçirecek atılımların örgütlenmesidir. Aksini iddia etmek ya da daha azına razı gelmek, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın ve onun tek tek bileşenlerinin tarihsel varlık haklarını yitirmeleri demektir. Bu nedenle EÖİ, sokakta, mahallede, fabrikada, tarlada, okulda, yaşamın her yerinde halkın örgütlülüğünü yükselterek burjuvazinin restorasyoncularına gerçek demokrasi dersi vermelidir. 14 Mayıs ve sonrasının temel meselesi budur.