2020 yılı, “yönetime talip olma” iddiasıyla kongresini gerçekleştiren Halkların Demokratik Partisi (HDP) için kayyım atamaları, gözaltılar, tutuklamalar, milletvekillerinin düşürülmesi, kapatma çağrılarının sürdüğü bir yıl oldu. HDP’nin bu dönemde de siyasi faaliyetleri engellendi ve hedef alandı. Pandemi koşullarına rağmen HDP’nin 45 belediyesine kayyım atandı. HDP tarafından 11 Mart-30 Haziran arasında hazırlanan “Kürt Düşmanı Raporu”na göre, aralarında hak savunucuları, gazeteciler, siyasetçiler, sağlık emekçilerinin de bulunduğu 384 kişi gözaltına alındı, 93 kişi tutuklandı.
HDP Hakkari Milletvekili ve Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Leyla Güven ile Diyarbakır Milletvekili Musa Farisoğulları’nın 4 Haziran’da vekillerinin düşürülmesi ardından HDP’nin iki koldan başlattığı “Demokrasi Yürüyüşü” gündemi belirledi. Demokratik Mücadele Programı kapsamında 31 Ağustos’ta “Barışa Çağrı Deklarasyonu” açıklayan HDP, 25 Eylül’de “Kobanê eylemleri” gerekçesiyle bir kez daha operasyona maruz kaldı. HDP, son olarak MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli tarafından yapılan kapatma çağrılarıyla hedefe konuldu.
HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, 2020 yılında siyasette yaşanan gelişmelere dair Mezopotamya Ajansı’nın (MA) sorularını yanıtladı.
HDP olarak 2020 yılına “yönetime talip olma” iddianızla bir kongre gerçekleştirdiniz. Eş Genel Başkanlık görevi üstlendiğiniz bu yılda nasıl bir HDP vardı?
2020 yılında kuruluş felsefesine ve ilkelerine çok daha fazla sarılmış ve daha fazla gerçekleştirmeye yönelmiş bir HDP gördük. Bundan önceki yıllarda da aynı yaklaşım söz konusuydu fakat her dönemin şartları farklı. Partimiz, o şartlara göre hedefleri, ilkleri ve felsefesini farklı yöntemlerle gerçekleştirmeye çalışıyor. Bazen çok yoğun baskılarla karşılaştığımızda, ağır saldırılar söz konusu olduğunda belki bir parça daha fazla savunmaya çekilebiliyoruz. Kurulduğundan bu yana HDP Türkiye’nin tümünü kucaklayan, bütün sorunlarına çözüm öneren ve yönetime ortak olmayı hedefleyen bir parti oldu. Tabi ki Kürt sorunu bizim temel sorunumuzdur. Yola çıkış meselemizin başında yer almaktadır.
Partililere yönelik gözaltı ve tutuklamaların olduğu, belediyelere kayyım atandığı bir yıl geride kaldı. Buna karşı da birçok eylem ve etkinlikle iktidarın politikalarına karşı HDP’yi alanlarda gördük. HDP, sadece kendine karşı saldırılara mı direniyor yoksa iddia edilen inşa etme rolünü de bu yıl oynayabildi mi?
Direniş HDP geleneğinin temelidir. HDP’nin ruhunu direniş oluşturuyor. Bu ruh olmazsa HDP olmaz. Saldırılar her zaman vardı. Geçmişte bizden önceki partilerimize de yönelik saldırılar mevcuttu. Hepsinde de bu ruh çok güçlü bir şekilde vardı fakat HDP’nin sadece direnişle kendini sınırlaması mümkün değildir. HDP kurucu güç olma iddiasıyla yola çıkmıştır. ‘Direniş+inşa’ temel formülümüzdür. Elbette her dönem direnişte olmamız, direniş sergilememiz gerekiyor çünkü her dönem baskılara saldırılara maruz kalıyoruz. HDP direnecek, direne direne kazanacak. Zaten bütün halkımız ve HDP çalışanlarıyla birlikte ‘direne direne’ kısmını çok başarılı bir şekilde yapıyoruz. Bunun yanında kazanma ve inşa boyutunu daha güçlü bir şekilde katmamız gerekiyor. 2020’de bu ikisini bir arada daha fazla gerçekleştirmeye yönelik programlar, politikalar ve eylem biçimleri geliştirdik. Yine saldırılar fazlaydı. Ağır bir kuşatma vardı. Bunlara rağmen ayakta kalmayı başardık ve yürüyüşümüzü büyümeye doğru devam ettirdik. HDP büyüyor. Bu büyüme, HDP’nin Türkiye’de bir inşa gücü olmasına doğru bir ilerlemedir.
İktidar ve ortaklarının “HDP’yi kapatın” çağrıları ile söz ettiğiniz büyüme arasında ilişki var mı?
Buradaki diyalektik son derece basit. İktidara en etkili muhalefeti hem sahada hem siyaset üretmede biz yapıyoruz. Gerçekten büyüyoruz. Bunu iki türlü okumak lazım. Büyümeyi sadece oylarını arttırma olarak görmemek lazım. Sayısal olarak büyümenin yanı sıra Türkiye siyasetinin dengelerini belirlemeye doğru niteliksel olarak da büyüyoruz. Nicel büyüme içerisindeyiz, nitel bir ağırlık üretme sürecindeyiz. Bu da iktidarın zayıflaması sonucunu doğuruyor. Bugün iktidar eğer halktan aldığı onayı kaybediyorsa bunda HDP’nin etkili duruşu, kuvvetli mücadelesinin etkisi çok büyüktür. ‘Bu iktidar yenilmez’ diye bir efsane ürettiler. ‘Seçimlerde kaybetmez’ diyerek, kamuoyu üzerinde bir hakimiyet yaratmaya çalıştılar. ‘Yenilseler de iktidarı ya da sandalye ve koltukları bırakmazlar’ diye propagandalar yapıldı ama biz 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde bu iktidara ‘Kaybettireceğiz’ dedik ve kaybettirdik. Kaybettiren temel güç HDP’ydi. Bu iktidar İstanbul seçimlerinde koltuğu bırakmama manevralarını da devreye soktu. HDP, siyaseten ve sahadaki gücüyle iktidarın bir kez daha ve bu sefer çok daha büyük kaybetmesini sağladı. 23 Haziran İstanbul seçimlerinde de iktidara kaybettiren temel güç HDP oldu. Gördüğünüz gibi sadece bu seçimleri esas alsak bile HDP bu iktidara kaybettirecek temel güç olduğunu gösteriyor. Hem halk desteğiyle hem de ürettiği etkili siyaset ve yöntemlerle. O nedenle iktidar elbette hırçın ve bize öfkeli. İktidar kaybediyor, bütün anketler bunu gösteriyor. İktidarın kaybetmesi denkleminin diğer yanında HDP’nin büyüyen durumu yer alıyor.
Türkiye’de ekonomik ve siyasi kriz derinleşerek devam ediyor. “İktidarın değişimi” için koşulların hazır olduğu birçok kişi tarafından dillendiriliyor. Tüm bu koşullarda muhalefet partilerinde bir araya gelememe hali, daha doğrusu HDP ile görünme çekincesi iktidara kazandırmıyor mu?
Eğer iktidar çok daha hızlı erimiyorsa muhalefetin ürkek, ikircikli tavrı bunda bir faktördür. Muhalefet daha cesur, kararlı ve ilkeli davransaydı, bu realiteye daha uygun bir çizgi tutturabilseydi iktidar çok daha hızlı eriyecekti. Belki de erken seçim mecburen yapılmış olacaktı. Bizim yanımızda durmaya çekinmek, kaçınmak aslında iktidarın elini güçlendiren bir yaklaşım ve tutumdur. İktidarda yaptığı propaganda ve yaydığı algıyla muhalefeti etkiliyor. Bu etkiyi kıramamak, Türkiye’de şu anda yaşadığımız sıkışıklığın bir nedenidir. Bizim hiç kimseyle ittifak yapma herhangi bir ittifakta yer alma gibi derdimiz ve hevesimiz yok. Birileri yanımızda dursun diye bir davetimiz yok. Bizim çağrımız, Türkiye’de demokrasiden yana, adalet, özgürlük ve eşitlik isteyen güçlerin temel ilkelerde bir araya gelecek bir mücadele birlikteliği oluşturmaktır. Biz bu çağrıyı yapıyoruz. Kimseye gelin HDP’nin arkasına dizilin, bizi de yanınıza alın dediğimiz yok. Bu söz konusu bile değil. Biz kendi gücümüzle, haklılığımıza olan inançla, halkımızın bize verdiği bitmez tükenmez destekle yürüyoruz. Asıl derdimiz Türkiye’de demokrasiyi inşa etmenin yolunu açmaktır. Demokrasinin yolunu açtığımızda Kürt sorunun demokratik çözümü de bunun içinde yer alacak, barışta bunun bir parçası olacaktır. Türkiye’de bu değerlerden yana olan tüm kesimleri bir şekilde ortak mücadele hattında olmaya çağırıyoruz. Bu çağrımızı bazıları çarpıtıyor, bazıları yanlış yorumluyor. Kasıtlı ya da kasıtsız işte ‘HDP yalnızlıktan kurtulmaya çalışıyor’ diyenler var. Biz yalnız değiliz. Belki de en kalabalık aileyiz. Sadece halkımız değil, gönlünde adalet olan fikrinde demokrasi olan sessiz milyonların da sempatisini ve duasını alan bir partiyiz.
Muhalefetin cesur olması gerektiği yönündeki söylemlerinizi açar mısınız? Nedir cesaretli duruş?
Çok basit bir örnekle açıklayayım. Bu iktidarı ayakta tutan içeride ve bölgede savaş politikasıdır. Buradan besleniyor, propagandasını bunun üzerinden kuruyor. Muhalefeti bunun üzerinden manipüle veya dizayn etmeye çalışıyor. Meclis’e tezkereler geldiğinde muhalefetin de destek vermesini sağlıyor. Biz diyoruz ki bu iktidar savaş politikalarıyla ayakta ve bu ekonomik çöküşü de savaş politikalarını kullanarak, örtmeye çalışıyor. Savaş politikaları üzerinden gerilimi yükselterek, milliyetçi duyguları kabartarak, bu gerçekliğin üstünü örtmeye çalışıyor. İktidarın en güçlü dayanağını onu destekleyecek şekilde değerlendirirseniz o zaman bu iktidarı nasıl zayıflatacaksınız? İktidarı ayakta tutan temel politika savaş ise öncelikle ona karşı çıkacaksınız. Öyle hamasete bakmayacaksınız, milliyetçi duyguları kabartan o propaganda rüzgarına kapılmayacaksınız, algı oyunlarına kapılarınızı kapatacaksınız. Etkili bir barış politikası oluşturmanın yolu buradan geçiyor. Barış politikası bu iktidarı eritebilecek temel politikadır. İçeride ve bölgede barış aynı zamanda demokrasiye giden yoldur, Kürt sorunun demokratik çözümünü gerçekleştirecek ve ekonomik çöküşü önlemenin yoludur. Çünkü ülke kaynaklarının çok büyük bir kısmı savaşa, ranta ve saraya gidiyor. Saray kaynakları bu şekilde dağıtır ve paylaştırırken, eğer siz o paylaşımın kilidini sorgulamazsanız bu düzen devam eder. Bu kilit de savaş politikalarıdır. Cesaret dememin nedeni budur. Muhalefet cesur davranırsa baştan beri HDP’nin durduğu yerin ne kadar doğru olacağını görecektir. Çünkü savaş politikalarına bizden daha açık, kararlı karşı çıkan bir siyasi parti yok. O nedenle biraz daha cesaret, yürekli tavır ve tutarlı siyaset bekliyoruz. Bunu Türkiye halkları adına bekliyoruz, kendimiz için değil.
Parti olarak 31 Ağustos’ta “Barışa Çağrı Deklarasyonu” açıkladınız. Üzerinden 25 gün gibi süre geçmeden partililerinize yönelik “Kobanê eylemleri” gerekçesiyle operasyon yapıldı ve İmralı’da avukat yasağı kararı getirildi. Tecrit ve barış ilişkisindeki denklemi siz nasıl kuruyorsunuz?
Ne zaman barış çağrıları güçlü bir şekilde gündeme gelse, barışın yolunun açılma ihtimali ortaya çıksa iktidar derhal daha fazla savaş politikalarını devreye sokuyor. 1 Eylül’de barış için bir çağrı deklarasyonu yayınladık. Bütün kesimler ve aktörlere belli önerilerimiz ve çağrılarımız oldu. Türkiye’de barışı kuracağımız güçlü toplumsal bir zeminin oluşması gerektiğini vurguladık. Çünkü barış ancak güçlü toplumsal bir sahiplenmeyle ortaya çıkabilir. Barış dediğimiz zaman bunun yanına Kürt sorununun demokratik çözümünü ayrıca bölgede yürütülen tüm politikalara itirazı da yerleştirin çünkü Suriye’deki savaş politikası da Kürt meselesi, Kürtlerin kazanımlar elde etmesini önlemek için girişilmiş pek çok angajman ürünüdür. Suriye, Türkiye’nin Kürt karşıtlığı üzerinden saplandığı bataklıktır ve ülkeyi de bu bataklığa çekiyorlar. Aynı şeyi diğer savaş bölgelerinde de yapıyor. Suriye’de pişirdiği yemeği Libya’ya servis ediyor, aynı zamanda Karabağ’a sevk ediyor. Doğu Akdeniz’de gerilim politikasını bunun üzerinden yükseltme imkânı bulabiliyor. Savaşa karşı çıkmak güçlü bir mücadele argümanı ve çok önemli bir mücadele hedefi olmalıdır. Barış ancak bu mücadeleyle gelir. Kürt sorununda barışın yolunu açacak başka şeyler de var. Geçmiş tecrübelerden biliyoruz ki, İmralı bu konuda kilit bir konumdadır. Özellikle Abdullah Öcalan’ın 2009 ve 2013’te başlayan çözüm sürecinde nasıl kilit ve kritik rol oynadığını gördük. Daha da geçmişe gidebiliriz ancak bunlar en yakın yaşanan dönemler. Hatta son yapılan avukat görüşmelerinde de buna dair söylediği sözler var. Öcalan’ın ‘İmkan verilsin ben bir haftada çözerim’ dediği somut açıklamaları var. Barışın evet çok boyutu vardır ama bunun somut boyutu da Kürt sorununda devam eden savaştır.
Kürt sorununda savaşı sona erdirmenin yöntemlerini de biz atomu parçalar gibi yeniden keşfetmek durumunda değiliz. Bu konuda rol oynayabilecek aktörleri dünya tecrübesi ve Türkiye’nin yakın geçmişteki hikayesinden biliyoruz. Tecrit politikası savaşta ısrar politikasıdır. Savaşta ısrar politikası tecridi derinleştiren bir sonucu doğuruyor. İkisi birbirine bağlıdır. Barışın çok boyutu vardır. Çok farklı aktörlerin oynayacağı değişik roller vardır. Somut savaşı bitirme konusunda bitirecek olan adreste belli. Bu somut savaş, 1984’ten beri devam eden bu çatışmanın sona ermesi genel barış politikasının çok önemli bir unsurudur. Burada da Abdullah Öcalan çok önemli bir rol oynar. HDP’nin tecride karşı itirazı ve politikası kendi barış politikasının bir parçasıdır, bunu görmek gerekiyor.
Son dönemlerde AKP’den yapılan çıkışlar, Hür Dava Partisi Genel Başkanı’nın AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile görüşmesi ve yeni sağ Kürt partisi kurulacağı tartışmaları var. Bununla birlikte Kürt sorununda çözüm için iktidarın kendine yeni bir muhatap yarattığı konuşuluyor. İktidarın muhatap yaratma girişimi sonuç alır mı?
Böyle girişimleri ben bir kavramla özetleyeyim. Bunlar beyhude mühendislik çabalarıdır. Toplum mühendislik kabul etmez. Siz toplumu bir bina inşa eder gibi mühendis edasıyla biçimlendiremezsiniz. Demokratik bir çözüme giden yolu ortaya koyabilmek için Kürt halkının iradesini esas almak, Kürt halkının büyük çoğunluğunun özne olarak burada yer almasını sağlamak gerekiyor. Bu halk yıllardır iradesini gösteriyor ve kime göstermediği de çok açık. Sarayda ağırlanan partinin Kürt halkında nasıl bir onay aldığını sadece rakamlar bile anlatır. Yeni partiler kurulması meselesine gelecek olursak, bundan önce de başka partiler kuruldu, bu tür oyunlar yapıldı. Fakat hiçbirinin bir etkisi, ağırlığı, işlevi yok. Esas olan şudur; on yıllardır baskılara ve saldırılara rağmen HDP ve önceki partiler Kürt halkının çok büyük çoğunluğunun desteğini almaktadır. İradesini temsil etmektedir. Kürt halkının ve iradesini temsil eden HDP’nin dışlandığı bir ortamda çözüm üretme ihtimali yoktur. Ayrıca Kürt sorununda demokratik çözüm ve barış çok kritik bir meseledir ve aynı zamanda hayatidir. Bu kadar hayati bir meselede umutlarla oynamak, beklentiler yayarak, çeşitli duyguları yaralayacak manevralara girişmek tehlikelidir. İnsanların barış beklentileri ve özlemleriyle kimse oynamasın. Barış öyle oyuna gelecek bir değer ve hedef değildir. Bu konuda yapılacak oyunların hiçbirinin sonuç alma ihtimali yoktur. Zaman kaybetmenin de gereği yoktur. Bu ülke ve yaşayan halklar başta da Kürt halkı bedel ödüyor. O nedenle bu oyunlarla bedeli arttıracak bütün politikaların aynı zamanda ahlaksızca olduğunu söylemek gerekiyor.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairesi’nin Selahattin Demirtaş kararında önemli tespitler yer aldı. Uluslararası hukuk alanında yıllarca çalışan bir akademisyen olarak bu karar neden önemli?
AİHM’in Demirtaş kararı gerçekten çok önemli bir karar ve sadece bir hukuk metni olarak okumak yanlış. Hani hükümet diyor ya bu karar siyasi gerekçelerle verildi. Hayır, bu kararın arkasında bir siyasi hikâye tabi ki vardır. Çünkü zaten Demirtaş ve arkadaşlarımızın içeri alındığı operasyonlar siyasi operasyonlardır. HDP’ye yönelen saldırılar siyasi saldırılardır. Böyle bir zeminde, böyle arka plana sahip kararın hiç şüphesiz siyasi sonuçları olacaktır, hem de çok önemli siyasi sonuçları olacaktır. AİHM Demirtaş kararında ‘Son dört yıldır HDP’ye yapılan tüm operasyonları, hukuku kullanmak suretiyle siyasi amaçlı operasyonlar olduğunu belirtiyorum’ diyor ve iktidarın HDP’yi tasfiye etmek için hukuku kullanarak siyasi operasyonlar yaptığını belirtiyor. Bu bizim tabirimizle tüm arkadaşlarımız siyasi rehinedir. Hukuk burada herhangi bir rol oynamıyor. Hukukun burada herhangi bir anlamı, işlevi yoktur. İktidar hukuku bir kılıf, bir örtü olarak kullanıyor. AİHM’nin bu kararı da bu kalan küçücük parça örtüyü aldı. Her şey tüm çıplaklığıyla ortaya çıktı.
Daha önce “AİHM bizi bağlamaz” diyen AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “AİHM mahkemelerimiz yerine karar veremez” açıklaması yaptı. İktidarın açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bunu, açıkçası çok aciz ve çok zayıf bir ifade olarak gördüm. Bu kadar imkânı olan bir iktidar ve sürekli olarak efelenen, dayılanan temsilcileri olan bir iktidarın çok daha dürüst davranmasını isterdim. Şöyle; bu karar Türkiye’yi bağlar. Türkiye’nin imza attığı sözleşmenin bir ortağının verdiği karar sizi bağlıyor, çünkü Anayasa’nın 90’ıncı maddesi de öyle diyor. Kendi hukukunuz diyor ki: ‘Bu karar sizi bağlar ve bunun gereğini yerine getirin.’ Eğer yerine getirmezseniz bunun sonuçlarının olacağını da Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin kendisi belirtiyor. Şimdi daha dürüst ve tırnak içinde daha kabadayı bir tavır, ‘Evet bu karar beni bağlar ama uygulamayacağım, sonuçları ne ise katlanırım’ şeklinde olurdu. Fakat bunu yapmıyorlar. Yok işte orada buradan; hukuk öğrencilerinin bile gülebileceği kadar saçma argümanlar üretiyorlar. Bu kararın bağlayıcılığını açıklamak için yılların hukukçusu olmaya gerek yok. Eğer hukuk fakültesinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi dersini almışsanız, mezun olmadan da bu iktidarın temsilcilerin yaptığı açıklamaların ne kadar saçma olduğunu bilirsiniz. Bir hukuk öğrencisi sınava girdiğinde; bunları yazarsa o dersten kalacağını bilir. O nedenle yazmaz. Size söyleyeyim bugün iktidar adına açıklama yapan bazı uzmanlar falan filan eğer sınava girse ve biz onlara bu soruyu sorsak öyle demezler. Onlar diğer gerekçeyi yazarlar çünkü onlar da çıkarlarını iyi bilen insanlar. Kamuoyu önünde söylediklerinin tam tersini sınav kağıdına yazarlar. Öte yandan bunun siyasi sonuçları olacaktır. İktidar bu sonuçların ortaya çıkmasını engellemek için biraz zamana oynuyor.
HDP olarak AİHM’in Demirtaş kararı üzerinden girişimleriniz olacak mı?
Şüphesiz bu kararın Türkiye’de bize ve demokrasi güçlerine yüklediği çok önemli sorumluluklar vardır. Biz bu kararda belirtilen temel ilkeleri esas alarak, bir müzakere zemini yaratabiliriz. Başta Demirtaş olmak üzere siyasi rehine durumunda bulunan tüm arkadaşlarımızın serbest kalması için mücadelemizi yürüteceğiz. Şu anda bir komisyonumuz var, MYK’mizin gündemindedir ve daha önce aldığımız kararlar var. Önümüzdeki haftadan itibaren neler yapacağımızı hem sahada göstereceğiz hem de kamuoyuna açıklayacağız. Dolayısıyla biz mücadelemizi yürüteceğiz ama demokrasi güçlerine de müzakere çağrısı yapıyoruz. Diyoruz ki; AİHM bu kararıyla son dört yılda yapılan tüm kurguları çökertmiştir. Bu kararda çok çeşitli başlıklarda yer alıyorken bu başlıklar üzerinden Türkiye’de bir ortak adalet, demokrasi mücadelesini nasıl öreceğimizi müzakere edelim. Özetleyeyim; bizim için bir yandan mücadele, öbür yanından müzakere olan bir dönem başlıyor. Daha doğrusu zaten devam eden programlarımız var ama bu karar üzerinde mücadele ve müzakere yöntemlerini yoğun bir biçimde iç içe geçirdiğimiz yeni yöntemler ve yeni mücadele biçimleri geliştiriyoruz.
AİHM’in Osman Kavala kararı ardından Anayasa Mahkemesi tarafından başvuru reddedildi. İktidar bu karara ilişkin açıklama yapmıştı…
AYM kararına gelince beklediğimiz tablo, daha doğrusu tahmin edilen tablo şimdi ortaya çıktı. Kaç zamandır AYM’ye boşalan üyeliklere şimdiki Cumhurbaşkanı atama yapıyor. Daha doğrusu seçim yapıyor ve dengeyi kendi lehine çevirmekte olduğunu görüyoruz. AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçtiği üyeler görülüyor ki artık çoğunluğu ele geçirmişler. Böylece Anayasa Mahkemesi de artık yargının diğer unsurları gibi iktidarın kontrolünde bir aygıt haline gelecek. Türkiye açısından bu elbette ciddi bir mesele olarak önümüze geliyor ve adalet mücadelesinde yeni bir sayfanın daha açılmasını gerektiriyor. Anayasa Mahkemesi Kavala kararında AİHM’in içtihadını yok saymıştır.
Asgari ücret belirlendi. Sizde ilk tepkinizi dile getirdiniz. 2021 yılında belirlenen asgari ücretle işçilere ne vaat edildi?
Asgari ücret meselesine aslında biz bütçe ile ilgili politikamızı belirlerken bir slogan seçmiştik. ‘Savaşa, saraya, yandaşa değil halka bütçe’ diyerek, bu bütçe halka değil saraya ve yandaşa yapılmış bir bütçedir. Saraya, savaşa, yandaşa kaynak aktaran bütçenin halka ve emekçiye herhangi bir katkı, fayda sağlamasını beklemek de zaten nafiledir. Asgari ücret bugün açlık sınırlarındadır. Yani dört kişilik bir ailenin belirlenen asgari ücretle karnını doyurması, temel gıdalara erişmesi imkansızdır. Bir sefalet ücretidir. Savaşın, rantın ve sarayın masraflarının faturasının emekçiye, halka çıkaran bir iktidar anlayışıyla karşı karşıyayız. Biz bu sefalet ücretini reddediyoruz. Bizim zaten uzun süredir yürüttüğümüz asgari ücret net 4 bin TL olsun kampanyamız vardır. Bu da ancak mütevazı bir yaşama imkan sağlayan bir rakamdır. Kaynak var, yeter ki savaş politikalarından vazgeçsinler, yandaşa aktarılan kaynakları halka aktarsınlar, sarayın israfına son versinler. Türkiye’de kaynak bolca ortaya çıkar.
Son olarak HDP 2021 yılında nasıl bir mücadele seyri içerisinde olacak ve yeni yıla dair mesajın nedir?
İnsanlık için 2020 yılı çok ağır ve zor bir yıl oldu. Tabi pandemi burada özel bir yer tutuyor. Tüm insanlık pandemide etkilendi fakat en çok yoksullar, emekçiler etkilendi. Eğer şu an vakalar ve ölümlerle ilgili istatistikler sağlıklı olsa göreceğiz ki hastalanma ve ölüm konusunda en yüksek oranlar emekçilerin ve yoksulların payına düşmüştür. Pandeminin bir diğer yanı da şu; dünyada da Türkiye’de de artık böyle gidemeyeceği iyi-kötü anlaşılmaya başlandı. Bugünden yarına büyük sıçramalar beklemek hayalci olabilir ama kapitalist dünya sisteminin, bu dizginsiz, sömürü düzenin aynı şekilde devam edemeyeceği bilinci daha güçlü yeşermeye başlamıştır. Hem insan emeğini hem de doğayı sömürme üzerine, talan üzerine kurulmuş bu düzen mutlaka değişmelidir. Türkiye’de de aynı şekilde bu bilincin daha fazla gelişeceğine dair işaretler var. Ama ben 2020 yılının diğer boyutlarıyla da ağır geçtiğini söylemeliyim. Savaşlar, doğal afetler vardı ama doğal afetlerin hiçbiri kendi başına bir felaket değildir. Orada hep rant düzeninin yarattığı yıkımlar söz konusudur. 2021 yılında emekçiyi Kürdün haklarıyla, gençliğe geleceği bu ülkedeki insanların eşitliğiyle ancak sağlayabileceğimizi daha da iyi anlatabileceğimiz bir dönem olacaktır. 2021, yoksulun özgürlük mücadelesini, gençliğin eşitlilik arzularını, çok daha güçlü birleştireceği bir yüksek mücadele yılı olacaktır. Önümüz açık ve geleceğimiz aydınlıktır.
Kürt halkı direniyor, direnmekten asla vazgeçmiyor ve direnerek kazanmanın artık eşiğindeyiz. 2021 yılı, direnerek inşaya geçişte çok önemli bir yıl olacaktır. Buna hepimiz inanalım. Herkese, tüm halklara, insanlara ve doğa için güzel bir yıl olsun. Barış içinde, özgürlüklerin büyüyeceği bir yıl olsun ki, olacaktır da…
Berivan Altan – Selman Güzelyüz / MA