Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’nde tutsak olan Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Leyla Güven, Kürt sorununun çözümüne dair yaşanan tartışmaları Mezopotamya Ajansı’na (MA) değerlendirdi. Güven’in “Ah tekoşîn (mücadele) sen nelere kadirsin” başlığıyla kaleme aldığı yazıda, Kürt sorununun çözümünde muhatabın PKK Lideri Abdullah Öcalan olduğu vurgulandı.
Güven’in yazısı şöyle: “Sanırım Antonio Gramsci’nin ‘Eski dünya ölüyor, yenisi de doğmakta zorlanıyor, şimdi canavarlar vakti’ sözü, bu günlerde en çok atıfta bulunulan sözdür. Ancak bu konuda halen dünyada, Ortadoğu’da gelişen yeni durumların ciddiyetini fark etmeyenler de var. Türkiye devleti ve iktidarlarıyla tüm kaynaklarını ‘terörle mücadele’ adı altında, esasında ise Kürt halkına diz çöktürme planı doğrultusunda heba ettiğini, bunun sonucunda ise bugünlerde yaşanan derin ekonomik krizler ve ona bağlı olarak da sosyal krizler ve çöküşler yaşanmaya devam ediyor. Ülkenin tüm güvenlik bürokrasisi sadece Kürt ve muhalif kesimlerle yakından ilgilendiği için her türlü ‘suç’ tipi asayiş sorunları adeta zirve yaptı.
AKP SAĞA SOLA YALPALANIYOR
Dileyen herkes de kaynaklarda bulabilir ki Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan bu konuya yıllar öncesinden dikkat çekmiştir. ‘Eğer Kürt sorunu çözülmezse başta mafya, yolsuzluk, çeteleşme, tarikatların cirit attığı bir ortam, yozlaşmış bir toplumsal gerçeklik ortaya çıkabilir’ minvalinde sonuçları olacaktır demişti. Bugün kadın cinayetlerinin kadın kırımına dönüştüğü ortamda belirttiğimiz toplumsal çürümeye dair bir planı, projesi bulunmayan AKP iktidarı tipiye tutulan yaprak misali sağa sola yalpalayıp duruyor. Bir yandan da Ortadoğu’daki koridor daralıyor. AKP’nin ‘Kürtler gün görmesin’ diye yatırım yaptığı gayri nizami çete ve benzeri oluşumlar da başına bela oldu. Birlikte çalıştığı arkadaşları da kendisini yanlış bilgilendirdiği için sürekli kamuoyunda boşa çıkan açıklamalar yaptı. ‘Balyoz, Gürz, Pençe Kilit’ benzeri isimlerle yapılan operasyonlar da bu konuda ne kadar zorlandıklarını açıkça ortaya koymaktadır. AKP iktidarının bu konuda izlediği yöntemlerin daha önce denendiğini ve sonuç alınamadığını, boşa bir çaba olduğunu hiç kimse cesaret edipte kendisine söylemedi. En nihayetinde bitirdiklerini iddia ettikleri ‘kilit kapanıyor’ edasıyla dağlarda bayırlarda eski eski ayakkabı toplayan bakanına (Eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu) yalan yanlış bilgilerden dolayı sormadı soramadılar. Şimdi de bitirdik dedikleri bir örgütün silah bırakmasını istiyorlar. Dolayısıyla bu gerçek dışı çelişkilerle dolu beyanların bizler açısından bir kıymeti harbiyesi yoktur.
AĞIR BEDELLERLE BU NOKTAYA GELİNDİ
Zaten ortalama bir IQ’ye sahip olan, son 50 yılı bütünlüklü okuyabilenler bu hamaset dolu beyanların nelere tekabül ettiğini de bilir. Hasılı, Kürt halkı devlete güvendiği için değil, güvenmediği için çıktı bu yola. Gelinen aşamada devlet adına ahkam kesenler tek tek yok olup gittiler. Kürt hareketi ise Ortadoğu’nun en politik, örgütlü gücü olarak menzile yürümeye devam ediyor. Bu realiteyi gören Bahçeli de belli ki, Kürt halk gerçekliğini doğru analiz edemediği için bir özeleştiri temelinde manevra yapıyor. Zira Kürt sorunu konusunda ilk taşı atabilecek bir siyasetçi maalesef yoktur. 1 Ekim’den bu yana bir ‘El’ metaforu üzerinden gelişen tartışmalar artarak devam ediyor. Yine kanal kanal dolaşıp gerçekler nasıl manipüle edilir yarışına girilecek olan, A. Ağarlar, M. Yararlar, E. Güçlüerler olacaktır. Bakalım Kürt meselesi bu dönem kaç güvenlik uzmanı, analistçi, stratejist ve derin idologlar keşif ettirecek? Kısacası DEM Partililer hariç, herkes kanallarda kendilerine yer bulacak. Öyle bir tablo çiziliyor ki sanki Erdoğan ile Bahçeli bir sabah uyanıp ‘Haydi Kürt sorununu çözelim’ demişler. Bu konuyu doğru okuyanlar bilir ki Kürt halkının yıllardır verdiği ağır bedeller sonucunda elde ettiği kazanımlar sonucunda bu noktaya gelmiştir.
BAHÇELİ ELİNİ NEDEN UZATTI?
Sahi Bahçeli nefret ettiği DEM’e elini neden uzattı? Onu bu noktaya getiren realite nedir? Ne yazık ki çoğu kesimler işin esası değil, teferruatıyla ilgililer. Oysa gerçek tüm boyutlarıyla ortadadır. Bazı rakamlara göre 720 milyar dolarla yok edemedikleri bir halk, adım adım özgürlüğüne yürüyor. Bu noktaya nasıl gelindiğine sadece birkaç örnek yeterli olacaktır. Kürt halkının malıyla, canıyla, varlığıyla, yoğuyla yürüttüğü mücadele olabilir mi? Barış annelerinin yıllardır acılarını katık yapıp meydanlarda polis dipçikleri, kalkanlarıyla itilip kakıldığı ama barış demekten de asla vazgeçmeyen ısrarlı çabalarından olabilir mi? Kürt kadınlarının bedenlerini, Amed surlarından Kadife Kale surlarına, oradan da Miştenûr Tepesi’ne kadar meşale yapıp sokak sokak, meydan meydan yürüttükleri destansı mücadelesinden olabilir mi? Zindanlarda bir ömür tüketen mahpusların her türlü zulme rağmen boyun eğmeyen, bedenlerini mum gibi eriterek işkencecileri dahi kendilerine hayran bırakan duruşu olabilir mi? Baskıyı ve zulmü kabul etmeyen, köyünden kentinden on binlerce kilometre uzak diyarlara göçmek zorunda bırakılan ve gittikleri her yerde dillerini ve kültürlerini koruyan fedakarca mücadelelerine sahip çıkan halkımızın emekleri olabilir mi? ‘Genç başladık genç başaracağız’ şiarıyla bütün direniş alanlarında, şahsi hiçbir hesap ve kitap yapmayan ve pratikleriyle destan yazan Kürt gençlerinin kararlı ve istikrarlı mücadelesi olabilir mi? Operasyonlarla, çöktürme planlarıyla, yargı eliyle geliştirdikleri düşman hukukuyla bükemedikleri eli tutmak zorunda kalmış olabilirler mi? Kuşkusuz bu konuda verilecek çok fazla örnek mevcuttur. Ancak bu süreci ele alırken; bir halkın yüz yıldan fazla bir süredir verdiği mücadelesini de ayaklar altına almamak, yok saymamak gerekir. Bu durum en çokta Vedat Aydınlara, Mehmet Sincarlara, Muhsin Melikler, değer annelerimize saygısızlık olacaktır.
AĞZINIZI ÇALKALAYIN!
AKP’nin Goebbels’i ‘Çözüm süreci yok, bu saçmalıktır, olmaz olamaz da’ minvalinde yalan, yanlış manipülatif sözler sarf ediyor. Hiç kimse halkımıza ve partimize ahkam kesemez, konum belirleyemez. Bu, makamı mevkisi ne olursa olsun kimsenin haddi değildir. AKP’nin danıştığı bu kişi kendi ülkesinin son 50 yılına baksa nelerin yaşandığını görecektir. Hangi siyasetçilerin neler söylediğini idrak etse, yeni bir tehdidin en ihtimalle Göbekli Tepenin, Karacadağ’ın taşlarına çarpacağını ve kendisine geri döneceğini bilir.
Malum Kürdistan’ın taşları çok serttir. Milliyetçi cephede de bir yarış olduğu görülüyor. Soylu, Uçum Aliağıroğlu, Özdağ, Oğan ve Dervişoğlu ilk akla gelenlerdir. Bu konuda tabi olacakları sınav hiç kuşku yok ki ‘Kim en iyi Kürtlere hakaret ve tehdit eder’ üzerindendir. Bizden kendilerine tavsiye, Kürtlerle ilgili konuşacağınızda ağzınızı çalkalayın, akıllı olun, haddinizi bilin! Zira sizin zehirli diliniz sadece Kürt halkına değil, 83 milyon insana fatura ediliyor.
ÇÖZÜM KENDİNİ DAYATIYOR
Bizler Kürt sorununun demokratik barışçıl yol ve yöntemlerle çözümü için sadece Kürtler değil, toplumun tüm dinamiklerinin çaba sahibi olması gerektiğini belirtiyoruz. Başta muhalif kesimlerin en az Filistin halkının haklı davasına verdikleri destek kadar, Kürt sorununa da aynı netlikte, cesurca destek verebilmesi gerekiyor. Aksi durumda samimiyetleri sorgulanacaktır. Diğer bir realite ise siyasi yelpazede Kürt halkının tercihlerinin Türkiye siyasetinde kazandıran ve kaybettiren bir noktada da olmasıdır. Bu durumu etkisiz kılmak için milliyetçi cephe, 14 Mayıs genel seçimlerinde bazı taktikler geliştirdi. Ancak etkili olmadı. Kürt halkının haklı ve meşru davası uluslararası arenaya taşınan bir hakikattir. Herkes bilsin ki hakikat güneş gibidir ilkeli doğar. Dolayısıyla çözmeyen denklem kilitler. Kürt sorunu da Ortadoğu’da hesabı olan egemenlerin denklemlerini bozuyor. Çünkü Kürt sorununda çözüm kendini adeta dayatıyor.
ÇÖZÜMÜN MUHATABI ÖCALAN’DIR
Eğer aklıselim bir yaklaşım sergilenirse; kazan kazan temelinde tüm halklar kazanacaktır. Elbette bizler de çözümün doğru muhataplarla çözülmesini istiyoruz. Ömrünü bir halkın özgürlüğü için adayan, bu uğurda paradigması, plan ve projesi olan Kürt halkı önderi en doğru kişi olacaktır. Zaten bizler açısından Kurdistan birdir. Yani aramızda çekilen suni sınırları asla meşru görmedik. Hal böyle olunca, çözüm bu bütünlük olmak durumundadır. Yani, Başur’daki seçimlerde, Rojava’daki gelişmeler de, Rojhilat’daki dengelerde bizi çok yakından ilgilendiriyor.
Eğer AKP-MHP iktidarı geçmişte olduğu gibi Ortadoğu’da gelişen ‘Arap Baharı’ döneminde olduğu gibi taktiksel bir sürecin peşindeyse çok büyük yanılırlar. Bugün daha net anlaşılıyor ki o dönem Irak, İran ve Suriye’nin gelişen de-facto durumdan etkilenebileceği kaygısıyla içteki Kürtler ‘Çözüm süreci’ ile tehlike geçene kadar oyalanmak istenmiş ancak istemeden de olsa bir olguyu gözler önüne serdiler. Birincisi Kürt Halk Önderliğinin gücü, ikincisi Türkiye halklarının çözüme verdiği başta can kaybı olmaması konusunda bir rahatlamanın olduğu ortaya çıktı.
ROTAMIZ BELLİ
Artık büyük bir çoğunluk biliyor ki savaş yayıldıkça ekonomik ve çoklu krizler devam edecektir. Ayrıca aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar beklemek büyük bir yanılgıdır. Ana muhalefet başta olmak üzere tüm muhalif kesimlerin bu can yakıcı sorunu günlük politikalarına malzeme yapmadan hakiki bir çözüme odaklanmalıdır. Eğer ‘Bu iktidarla olmaz’ diyorlarsa; o zaman kendi çözüm yöntemlerini kamuoyuna sunsunlar. Doğrusu en büyük umudumuz, Türkiye’nin direngen kadın hareketidir. Çünkü kadınlar birlikte hareket ettiklerinde erkek egemen zihniyetlerin nasıl ürktüğünü yakinen biliyoruz. Rotamız belli; ya özgürlük ya amargi…
21’İNCİ YÜZYIL KÜRTLERİN YÜZYILI OLACAK
Rıza üretmediği için sağa sola tehditler savuran AKP-MHP ve danışanlarına söylemek isteriz ki kendilerine halk tarafından sunulan desteğin kıymetini bilmedikleri için çok yakında hukuk yoluyla (seçimler) tasfiye edilecekler. Sonuç olarak bizler ruhumuzun havuzundaki umutla kanatlanıp; tüm coğrafyamızdaki dağa, taşa, dereye, toprağa zaferi müjdelemek için isyanı büyütüyoruz. 21’inci yüzyıl Kürt halkının yüzyılı olacak. Bu iktidar ya da başka iktidarlar Kürt sorununu yerinde bütünlüklü demokratik-ulus perspektifi ile çözmek durumunda. Aksi savaştır, yıkımdır, sefalettir, acı ve gözyaşıdır. Türkiye halkları kötü yönetilmeyi hak etmiyor. Demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü bir anlayışla yaşamı yeniden örmek hepimizin tarihe karşı sorumluluğudur. Berxwedan jiyan e (Direnmek yaşamaktır).”
MA