Koronavirüs salgınının milyonlarca cana mal olduğu 2020 yılı, Türkiye’deki siyasi, ekonomik ve toplumsal krizleri daha da derinleştirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kabinesinde istifalara yol açan ekonomik kriz, geride kalan yılda yoksulluk ve işsizliği büyüttü. Baskı, şiddet, işkence, gözaltı, tutuklama, taciz ve tecavüz olaylarında ciddi artışların yaşandığı 2020, muhalefet ve kadınlar açısından ise “direniş yılı”na dönüştü.
Baskıların doğrudan hedefi olan Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) Sözcüsü Ebru Günay ile 2020 yılına damgasını vuran koronavirüs salgını, ekonomik kriz, iktidarın politikaları ile PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit ve açlık grevi eylemlerini konuştuk.
2020 yılına koronavirüs salgını damgasını vurdu. Türkiye’de salgını yönetememe krizinin yanı sıra vaka ve ölümler gizlendi, halka mali destek sunmak yerine, iktidar İBAN’la yardım topladı, işçi ve emekçiler kurban edildi. Devam eden salgın, iktidar politikaları açısından neleri gösterdi?
Salgın bütün dünyayı etkiledi. Dünyada yeniden sistem tartışmalarının yaşandığı, kimi konularda önceliklerin değiştiği, sağlık sisteminin geldiği düzey, sosyal devlet ilkelerinin yeniden tartışıldığı, dayanışma ruhunun yeniden canlandığı bir dönemden geçtik. Kuşkusuz Türkiye’de daha özel bir yıla dönüştü. Çünkü AKP iktidarı, krizlerden güç devşiren bir iktidar. Krizleri kendi lehine dönüştürerek, toplumsal yapılarla oynayan bir iktidar gerçekliği var. Pandemide bunu daha yoğun yaptı. Dayanışma adı altında İBAN numarasını halka göndererek, halktan paralar topladı. Ama bu paraların nereye gittiği ortaya çıkmadı. Açıklanan ekonomik paketler kendi yandaşlarına, sermayedarlara destek veren bir duruma dönüştü. Vatandaşa bir kereye mahsus verilen bin TL’lik bir yardımdan öteye geçmedi. İktidarın gerçek yüzü, emekçiler, yoksullar, kadınlar, gençler tarafından daha açık görünen bir yıl oldu.
Türkiye’de sağlık sisteminin çöktüğü çok netleşti. En önemlisi verilerin saklanması… Gerçek verilerin gösterilmemesi, “normalleşme” adı altında aslında normalleşmenin olmadığı ve toplum sağlığının tehlikeye atıldığını gördük. İktidarın toplum düşmanı bir yerden kendini konumlandırdığı ve süreci böyle yönetmeye çalıştığı ortaya çıktı. Türkiye’de veriler hala güvenilir değil. Her ne kadar Sağlık Bakanı artık gerçek verileri açıkladığını iddia etse de hala güvenilir değil. Açıklanan son verilerden sonra vaka sayısında dünyada üçüncü, Avrupa’da birinci sıraya yükseldi. Aşı konusu hala tartışmalı. Konuda hala bir projenin olmaması, bir planlama takviminin olmaması, en basitinden grip ve zatürre aşılarının risk grubundakiler için tahsis edilmesi, buna dair bir planlamalarının olmaması…
AKP, iktidarını yönetememesinin en somut halini yaşadı. Bu toplum için çok acı sonuçlar doğurdu. Ölümlerin, vaka sayılarının arttığı, salgının hızlıca yayıldığı, işçinin, emekçinin, yoksulun pandemiden kaynaklı can güvenliğinin sürekli tehdit edildiği bir Türkiye gerçekliği ortaya çıktı.
Ekonomideki kriz, büyüttüğü işsizlikle bu süreçte daha da derinleşip, bakanların istifasına kadar vardı. Çay-simit hesabı yaparak iktidar gelen AKP yönetiminde, ülke ekonomisinin geldiği nokta neresi?
Her geçen gün kötüye giden bir ülke ekonomisi var. Bekasını devam ettirmek için gerçekleri manipüle eden ve krizleri yok saymaya çalışan bir iktidar gerçeği ortaya çıkıyor. Ekonomik kriz de bu yıl kendisini daha çok hissettirdi. Mesele sadece bir bakanın istifası değil. Türkiye’de yoksullar daha da yoksullaştı, işsizlik her geçen gün arttı ve insanlar gelinen noktada salgın ve açlık arasında tercih yapmak zorunda bırakıldı. En temel sorunlardan biri işsizlik rakamlarını gizlemek adına, ücretsiz izin sürecinin başlatılmış olması. Aslında işçilerin hiçbir güvenliğinin, temel ihtiyacının sağlanmadığını -pandemi döneminde bütün dünyada temel ihtiyaçlar devlet desteği ile sağlandı- gördük. Bir taraftan eve kapanma çağrısı yapılırken, diğer taraftan insanların bu tip temel ihtiyaçlarının karşılanmadığı bir ortama tanıklık ettik.
Ülkenin Hazine ve Maliye Bakanı, gayri ciddi bir şekilde İnstagram hesabından bir istifa mektubu yayınladı. Ve Erdoğan bu istifa mektubunun affını kabul etti. Kim kimi affediyor. Hükümetin esasında istifa edip, bu halka topyekun hesap vermesi gerekiyor.
Bu ortamda ülkenin Hazine ve Maliye Bakanı, 2021 bütçesinin konuşulduğu, 2020 bütçesinin de hesabının sorulduğu bir dönemde çok gayri ciddi bir şekilde İnstagram hesabından bir istifa mektubu yayınladı. Ve Erdoğan bu istifa mektubunun affını kabul etti. Kim kimi affediyor. Bir af olacaksa, bu toplumun onu affetmesi lazım. Toplumun önce hesabını sorması lazım. Kaldı ki o dönem de çok tartışıldı, çokça ifade ettik. Bir bakanın istifasıyla olacak bir şey değil. Hükümetin esasında istifa edip, bu halka topyekun hesap vermesi gerekiyor. Çoklu kriz ve bütünlüklü bir kriz hali var. Orada bir günah keçisi ilan ederek, meselenin üstünü örtme çalıştılar. İktidarın tamamı bu meseleden sorumlu. Her birinin halka ayrı ayrı hesap vermesi gerekiyor.
Aslında toplumla dalga geçer bir şekilde ülkeyi yönetmeye çalışan bir iktidar gerçekliği ortaya çıkıyor. Daha birkaç gün önce Samsun’da bir vatandaş, eline “iş-aş” yazarak intihar etti. Yıl içerisinde buna benzer çokça acı tanıklıklar oldu. İktidar bunların hepsine kulaklarını tıkadı, gözlerini kapattı. Sadece kendi etrafında toplanan yüzde 1’in bütçesini yaptı, ekonomik sorunlarını çözdü. Geriye kalan 82 milyonun ekonomik sorunlarını çözmedi.
Daha önemlisi iktidar, halkın sağlık, eğitim gibi temel ihtiyaçlarına bütçe harcamak yerine, bombaya, mermiye ve yandaşa harcadığı bir yıl geride bırakıldı. Maalesef 2021 için de hazırlık böyle görünüyor. Kabul edilen 2021 bütçesinde ortaya çıkan durum, tam da bunu ifade ediyor. Halkın temel ihtiyaçlarına çözüm bulmayan, rantı kendi etrafında kümeleyen birkaç şirkete ve iktidar ortaklarına harcayan bir gerçeklik var.
İktidarın eleştirilen politikalarına karşı etkin bir muhalefet sergilenebildi mi? Muhalefet açısından nasıl bir yıl geride bırakıldı. Eksiler, artılar neler oldu sizce?
İktidarın devasa saldırıları karşısında muhalefetin aldığı pozisyonun yetersiz olduğunu kabul etmek gerekiyor. Ancak bunu mevcut saldırının büyüklüğü karşısında söylüyorum. Yoksa muhalefet ve demokratik kitle örgütleri çok büyük emekler harcadılar. Pandemiye rağmen 2020 yılını sokaklarda geçiren, eylem ve etkinlik gerçekleştiren, bu konuda sürekli iktidara ve küçük ortağına karşı muhalefet halinde olundu. Sesini yükselten yılı geride bıraktık. Pandemiye rağmen İnfaz Yasası gündeme geldi, politik mahpusların bunun dışında bırakıldığı, tacizcilerin, tecavüzcülerin, hırsızların, yandaşların bir haliyle tahliye edildiği süreç başladı. Buna karşı toplumsal muhalefet sokaklardaydı. İnfazda eşitlik için çok güçlü bir mücadele yürüttü. Akabinde “Çoklu Baro” yasasına karşı avukatların çok güçlü bir direnci vardı. Günlerce baro başkanları Ankara’ya yürüyüşler gerçekleştirdi.
Toplumun “kral çıplak”ı görmeye başlaması, iktidar ve ortağını rahatsız etmeye başladı. Bundan kaynaklı baskıyı, şiddeti ve zoru arttırmaya başladı. Demokratik muhalefet geri adım atmadı.
Yıl içinde İstanbul Sözleşmesi’ni tartışmaya açtılar. Kadınlar buna karşı her yerde alanlardaydı. O konuda kazanımları da oldu. Baktığımızda çok güçlü sesler yükseldi. İktidar Türkiye muhalefetini bastırmak için elinden gelen her şeyi yaptı. Sivil toplum örgütlerine saldırılar, insan hakları savunucularına saldırılar, gözaltılar, kadın mücadelesine ve kadın aktivistlere saldırılar, özellikle Kürtlere yönelik daha özel bir konseptle yürüttükleri kayyım politikaları, DTK’ye saldırılar… Aslında iktidar durmadan dışarıda savaş politikası yürütürken, içeride de muhalefeti bastırmaya çalışan, baskı, zor, şiddet, işkence ve kötü muameleyi sürdürdü. Tüm bunlara rağmen muhalefet sokaktaydı, sesini yükseltti, bu politikaları kabul etmeyeceklerini söyledi. İktidar, kendisine karşı gelişen demokratik tepkilerin yükselmesinin de rahatsızlığını yaşadı. Toplumun “kral çıplak”ı görmeye başlaması, iktidar ve ortağını rahatsız etmeye başladı. Bundan kaynaklı baskıyı, şiddeti ve zoru arttırmaya başladı. Demokratik muhalefet geri adım atmadı. 2021’de de bu konuda geri adım atacaklarını sanmıyorum. Daha güçlü bir mücadele yürütülecektir.
Baskı, engelleme, gözaltı ve tutuklamalarla, yargı kararlarıyla parti olarak iktidarın doğrudan hedefinde oldunuz. Bugün MHP tarafından dillendirilen kapatılma, mali yardımdan yoksun bırakılma gündemleri ile birlikte HDP için nasıl bir yıl oldu?
Partimiz açısından daha zorlu bir yıl oldu. Özellikle baskı, gözaltı ve tutuklamaların çok yoğun yaşandığı bir yılı geride bıraktık. Pandemiye rağmen kazandığımız belediyelere kayyımlar atanmaya devam etti. Her gün onlarca partili yöneticimiz, arkadaşlarımız gözaltına alındı, tutuklandı. Bir şekilde baskı ve zorla, şiddetle, tutuklamalarla yüz yüze kaldı. Yıl içerisinde aynı zamanda milletvekillerimiz sevgili Leyla Güven ve Musa Farisoğulları’nın vekilliklerinin düşürüldüğü, halkın iradesinin kayyımlardan sonra vekilliklerinin düşürülerek gasp edildiği, iktidarın darbeci politikaları devam ettirdiği bir yıl oldu.
HDP, çok güçlü çıkışları yaptığı, Türkiye’de güçlü toplumsal dinamikleri açığa çıkarttığı bir yılı daha geride bıraktı. Leyla Güven ve Musa Farisoğulları’nın vekilliklerinin düşürülmesinin ardından açıkladığımız Demokratik Eylem Programı kapsamında bütün bir yazı sokakta, halkla beraber geçirdiğimiz bir yılı geride bıraktık. Edirne ve Hakkari’den Ankara’ya yürüyüşümüzde 82 milyonun desteğini alan, 82 milyonunun rengini alan, sesini duyuran bir parti gerçeğini bir kez daha Türkiye kamuoyuna duyurduk. Ankara’dan başlayıp bütün illerde temalı buluşmalar yaptığımız, demokratik kitle örgütlerinin sesini yükseltmesini sağladığımız bir yılı geride bıraktık. En önemlisi iktidarın her yaptığını söyleyen, deşifrasyonunu yapan, Türkiye toplumuna alternatif olduğunu, umut olduğunu gösteren bir parti olduğumuzu bir kez daha gösterdik. Her konuda tüm baskıların ve zorun HDP’yi susturamayacağını bir kez daha ispatladık. 2020, her koşulda halka hakikati söyleme, bu topluma öncülük etme, alternatifi inşa etmeye devam edeceğimizin göstergesi olan bir yıl oldu.
HDP’nin kapatılmasının tartışılması, HDP’nin gücüyle ilgili bir şey. Çok köklü bir mücadele geleneğinden gelen, her koşulda yoktan bir mücadele alanı yaratan bir partiyi kapatmak kimsenin haddi değil.
HDP’nin kapatılmasının tartışılması, bu konseptle, HDP’nin gücüyle ilgili bir şey. HDP bir fikriyat; Türkiye’deki bütün temsiliyetlerin, renklerin, seslerin bir arada olduğu, demokratik, birleşik siyaset cephesini ifade eden bir fikriyat. HDP, kendi sistemi itibariyle çoklu bileşen yapısı, birey ve bileşenlerinin olduğu, toplumsal inançların olduğu, farklı halklardan ve bireylerden temsiliyetlerin olduğu, bunun sesinin, renginin yansıdığı, dolayısıyla Türkiye’deki toplamın özetine dönüşen bir fikriyatı ifade ediyor. Buna karşı kendisini teklik üzerinden inşa eden, bütün kimlikleri, farklılıkları ezmeye çalışan bir AKP-MHP faşizmi var. Bu faşizmin HDP gibi bir partinin varlığından rahatsızlık hali var. Bizim varlığımız onları rahatsız etmeye devam edecek. Bu ülkede parti kapatmak, Türkiye’nin ve dünyanın geldiği aşamada çok kolay değil. Bir partiyi kapatmak, hele hele çok köklü bir mücadele geleneğinden gelen, bileşenlerinin olduğu, her koşulda, her zeminde yoktan bir mücadele alanı, bir direnme alanı yaratan bir parti, ‘kapatıyoruz’ demekle kapatacakları bir parti değil.
HDP bu ülkede olmazsa olmaz bir realite. 6 milyon oy almış, aile ve yakın çevre hesaplandığında, 20 milyon destekçisi olan bir partiden söz ediyoruz. Dolayısıyla 20 milyon destekçisi olan bir partiyi kapatmak, öyle kimsenin haddi değil.
Bu iktidar olası bir durumda bunun sonuçlarını kaldırabilecek durumda değil. Türkiye demokrasinin çökmesi anlamına geliyor. Çünkü HDP’nin varlığı, Türkiye demokrasisinin teminatıdır. Demokrasinin teminatı olan bir partiyi, siyasetin dışına itmeye başladığınız andan itibaren Türkiye’de demokrasi, insan hakları kalmaz. Demokratik muhalefetin sesini bastırmaya çalışmak anlamına gelir ki bu Türkiye toplumunun, 82 milyonun kabul edeceği bir durum değil.
Türkiye siyasetini önümüzdeki yıl ne tür değişimler bekliyor? Bu değişimlerin tetikleyicileri neler olur?
Yeni yılda üçüncü yol dediğimiz, alternatif siyaseti inşa eden bir HDP gerçekliği var. Çok büyük bir mücadele deneyimi ve geçmiş deneyimi var. Faşizan bloğu gerileten, ülkede demokratik siyasetin zeminlerini daha güçlü inşa eden HDP gerçekliği var. Bu dinamik pandemiye rağmen bu kadar aktifken, yeni yılda bu ülkede demokrasinin inşa edilmesi açısından daha güçlü çıkışlar yapacak. Türkiye demokrasisi artık var olan durumu kaldırmıyor. Türkiye’nin demokratik kamuoyu, bu iktidarın faşizan politikalarını kaldırmıyor artık. Geride bıraktığımız yıl içerisinde hep söyledik; bir ülkenin kaderini belirleyecek olan yoksulların sabrıdır. iktidarın gidişatını belirleyecek olan emekçilerin, kadınların, gençlerin sabrıdır. Aslında biz 2020’de gördük ki bu toplum iktidara ikinci bir şansı verme noktasında değil. Her gün iktidarın yanlış politikalarını hayatında çok derin hisseden, acı reçetesini her gün yaşayan bir toplum gerçekliği var. Bir toplum dinamiği ortaya çıkıyor ve bu dinamikler ülkenin gidişatını belirleyecekler. Bu, iktidarın çöküşünü, kaybedişini hızlandıracaktır. Bu dinamikler, iktidarın küçük ortağıyla ilişkileri ve gidişatı belirleyecektir. Toplumun artık sabrı kalmadı. İktidar için geri sayımın çoktan başladığını düşünüyorum.
İzlenen politikalara karşı sokaklara çıkıp, tepkilerini en çok gösterenlerin başında kadınlar geldi. Kadınlar, İstanbul Sözleşmesi, katledilen, şiddet gören, taciz, tecavüze maruz kalan kadınlar için bugün hala sokaktalar. İktidarın kadınlarla alıp veremediği ne? Diğer yandan kadınlar ne istiyor?
Kadınların ne istediği çok açık: Daha özgür, daha eşit bir dünya istiyor. Erkek aklının kadınların kazanımlarına el uzatmadığı, saldırmadığı bir dünya istiyor. Kadınların ne istediği çok açık ama iktidar faşizmlerin karakteridir. Teklik üzerinden kendilerini inşa ederler ve bu aynı zamanda çok güçlü erkekliği de kendi içerisinde barındırır. Çünkü öteki olan, kendinden olmayanı ezen bir pozisyondur. Bu aynı zamanda bir erkek aklına işaret eder. Faşizmin karakterinde olan erkek aklıdır ve bu bugün kadın kazanımlarına saldıran, kadını yaşamın dışına itmeye çalışan, kendilerince makul ve makbul kadın yaratmaya çalışmalarının sebebini ifade ediyor.
Bugün her kadını yaşatacak olan İstanbul Sözleşmesi’ni değiştirmeyi ya da geri çekilmeye çalışıyorlar. Ama biz kadınlar öyle bir hakkı vermiyoruz erkeklere. Bir söz kurulacaksa, biz kuracağız.
Kadınlar, sadece erkek aklının saldırılarına karşı direnmiyorlar. Kadınlar yüz yıllardır bir direniş geleneğinden geliyorlar. Dünya kadın hareketinin, feminist kadın hareketinin, Kürt kadın hareketinin bin bir emekle, tabiri caiz ise dişiyle, tırnağıyla kazıyarak, ilmek ilmek ördüğü kazanımlar var. Dünyanın her yerindeki kazanımlar, birbirine çok doğrudan bağlantılıdır. O denklem bu iktidarı da rahatsız ediyor. Çünkü bu iktidar, kadınların bekalarını tehdit ettiğinin farkında, erkek aklını tehdit ettiği kaygısıyla bu kadar saldırıyor. Bugün her kadını yaşatacak olan İstanbul Sözleşmesi’ni değiştirmeyi ya da geri çekilmeye çalışıyorlar. Ama biz kadınlar öyle bir hakkı vermiyoruz erkeklere. Bir söz kurulacaksa, bizim geleceğimizle ilgili, bunu biz kuracağız, erkekler değil. Kim olursa olsun, iktidarda olmaları hiçbir anlam ifade etmiyor.
İktidar kadın kurumlarına, kadın aktivistlerine yönelik saldırılarını da son hız devam ettirdi. TJA’lı kadınların gözaltına alınması, işkence ve köpekli işkenceye maruz kalması, Rosa Kadın Derneği’ne yönelik sistematik hale gelen operasyon, üye ve yöneticilerinin gözaltına alınması ve tutuklanması, kadın etkinliklerini ve eylemlerini şiddetle sonlandırmaya çalışmaları, bu politikalarla ilgilidir. Kadınlar çok güçlü bir mücadeleye deneyimine sahip, bu deneyim bize güç veriyor. Aslında biz pandemide çok şeyi değiştirdik.
Pandemide eve kapatma en çok güvencesizliği, en çok şiddet yine kadınlara yaşatıldı. İktidar kadın katillerini koruyarak, cezasızlık politikalarıyla bir şekilde ödüllendirirken, bu bir şekilde biz kadınların hayatlarına mal oldu. Kadınlar bunu kabul etmeyeceklerini haykırdılar. Mesela Musa Orhan bunun örneklerinden biri. İktidarın çok doğrudan koruduğu kadın katillerinden biri. Bunun örneklerini çoğaltmak mümkün. Pınar Gültekin’in katilinin ‘ben yakalanmayacağımı düşünüyordum’ demesi, aslında iktidarın kadın cinayetlerini nasıl cezasızlık politikalarıyla devam ettirdiğinin bir göstergesiydi. Bunun önünü açıyordu. Kadınların onların iktidarlarını sarsması, kadın mücadelesinin gücü iktidarı korkuttu.
Özellikle partimizin ve Kürt kadın hareketinin öncülük ettiği eşbaşkanlık sistemini kriminalize etmeye çalışması, kadınların eşit temsiliyetinin, hayatın her alanında eşit söz söyleme hakkına bir haliyle müdahale biçimidir. Bu politikalarla paralel devam eden bir mücadele biçimiydi. Kadınlar bu konudaki her kazanımlarını, mücadeleleri ve direnişleriyle korudular. 2020’yi böyle geride bıraktılar. Kadın mücadelesi her yerdedir, evde, işyerinde, sokakta, parlamentoda… Her alanda o kazanımlarını korumaya devam edeceklerini söylediler. 2021 yılı hem kazanımlarımızı koruyacağımız hem kendimize kadınlar daha güçlü, daha özgür hayat alanları yaratacağımız, kadın özgürlüğü açısından daha güçlü bir yıl olacaktır. Çünkü 21’inci yüzyıl kadın yüzyılı olacaktır.
Türkiye’nin siyasi ikliminin değişmesi için parti olarak PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin sonlandırılmasını istiyorsunuz. Bugün cezaevlerinde de aynı taleple süren açlık grevi var. Öcalan’a uygulanan tecrit, Türkiye’deki herhangi bir yurttaşın hayatına nasıl dokunuyor, bölgeye, Ortadoğu’ya yansıması ne?
Tecrit sistemi dediğimizde, aklımıza tek başına İmralı sistemi ve Sayın Öcalan geliyor ama Türkiye’nin tamamını, her birimizin hayatını çok doğrudan etkileyen bir sisteme dönüştü.
İmralı tecrit sistemi artık AKP iktidarı için bir yönetim biçimine dönüştü. Özellikle iktidarın teklik rejimini, tecrit rejimi üzerinden edindiği kimi deneyimleri yaygınlaştırarak, Türkiye toplumunun tamamına yedirmeye çalışıyor. Tek adam rejimi, teklik üzerinden kurulu, ondan edindiği deneyimle aslında bunu yapıyor ve ötekiye, başkasına tecrit sistemi içerisinde yer yok. Baktığımızda iktidarın muhalefete tahammülsüzlüğü, demokratik kamuoyuna tahammülsüzlüğü, hepsi bu politik sistemle ilgili bir şey. Tecridin devamı olarak gelişen temel politikalar var, o da savaş politikalarıdır. Tecridin ve savaşın birbiriyle doğru orantılı olması ve daha özelde İmralı Cezaevi’nde Sayın Öcalan üzerinde başlayan tecridin, aynı zamanda Türkiye barışının da Ortadoğu barışının da tecrit edilmesi anlamına geliyor.
Bununla paralel olarak, içeride ve dışarda savaş politikalarının bu kadar gelişkin olması, tecrit sistemiyle doğru orantılı bir mekanizma. Tecrit sistemi dediğimizde, aklımıza tek başına İmralı sistemi ve Sayın Öcalan geliyor ama Türkiye’nin tamamını, her birimizin hayatını çok doğrudan etkileyen bir sisteme dönüştü. Bugün Türkiye cezaevlerinin tamamı, İmralı Cezaevi’ne benzer bir sistemle idare edilmeye başlandı. Bir salgın gibi, bütün cezaevlerine yayıldı. Cezaevlerinde görüş yasaklarının engellenmesi, son dönemlerde pandemi bahane edilerek kimi kısıtlamalara gidilmesi gibi…
AKP iktidarının özellikle Ortadoğu’da gelişen hem Rojava’ya hem Güney Kürdistan’daki savaş politikaları, Libya’daki Akdeniz politikaları, Azerbaycan-Ermenistan arasında geliştirdikleri savaş politikaları, tecrit politikalarıyla doğrudan orantılıdır. Mesela Kürt sorununun çözümüne yaklaşımı da tecritle ifadelendiriyor. Aslında iktidarın savaş ve barış pozisyonunu belirleyen sınır, tecrit sistemi oluyor. İktidar tecrit sisteminde geri adım atmaya başladığında, savaş politikalarında geri adım atmaya başladığı anlamına geliyor. İktidar tecridi daha da derinleştirdiğinde, tecrit daha keskin uygulanmaya başlandığında, savaşta ne kadar ısrarcı olduğunu, Kürt sorunun çözümsüzlüğünde ne kadar ısrarcı olduğunu, güvenlikçi politikalarda ne kadar ısrarcı olduğunu gösteriyor.
Tekrar bir açlık grevinin devam ediyor olması bu iktidarın tecritte, savaşta ve çözümsüzlükte ısrar ediyor olduğu anlamına geliyor. Hatırlarsanız; Leyla Güven’in öncülük ettiği 200 günlük açlık grevinde, bu ülkenin Adalet Bakanı çok açık bir şekilde kamuoyu önünde ifade etmişti: ‘İmralı Cezaevi’nde avukat ve aile görüşü için bir engel yok’ demişti. Ama gelinen aşamada tekrar aile ve avukat görüşü engellendi. Düşünün son temas Nisan ayı içerisinde ailelerin gerçekleştirdiği bir telefon görüşmesi. Sayın Öcalan’ın 22 yıllık İmralı Cezaevi sürecinde ilk kez kullandığı bir telefon hakkıydı. Türkiye’de yasal güvence olmasına rağmen ilk kez kullandı. Bu bile aslında İmralı Adası’nda uygulanan tecrit sisteminin özetini ifade ediyor.
Daha kötü sonuçlar yaşanmadan, bir barış mücadelesinin gereği olarak, savaş karşıtlığının gereği olarak, İmralı tecrit sistemine karşı da bir mücadele yürütmek ve cezaevlerinde açlık grevinde olan her tutuklunun sesine ses olmak gerekir. Aksi halde çok kötü sonuçlar ortaya çıkabilir. Daha önemlisi tecrit sistemi savaş politikalarıyla beraber Türkiye’ye kaybettiriyor. Her tecrit politikasında ısrar, savaş, yıkım, ölüm ve gözyaşı demek oluyor. Buna karşı ortak mücadele gerekir.
CPT’de yıl içerisinde İmralı Cezaevi ile ilgili raporunu açıkladı.
Esasen İmralı’daki sistemin ilk defa tecrit olarak tanımlayan önemli bir rapordu. Aile ve avukat görüşünün yapılması için Türkiye’den belli periyotlarla, aylık bilgiler isteyen, aile ve avukat görüşmesinin yapılmasını tavsiye eden, bu konuda Türkiye’ye çok ciddi önerilerde bulunan bir rapordu. Maalesef Türkiye bu raporun da gereklerini yerine getirmedi.
Son aylarda Kürt siyasi partileri ve güçleri arasındaki hakim havaya baktığımızda ‘ulusal birlik’ gündemi ne aşamada. HDP parti olarak bu konuda neler yapıyor?
Ulusal birlik Kürtler için çok önemli esaslardan biri. Son dönemdeki kimi gelişmelerden sonra bir kez daha ortaya çıktı ki ulusal birlik Kürtler için olmazsa olmazlardan biri. Kürtlerin bin bir bedelle elde ettiği kazanımları korumanın yolu, Kürt ulusal birliğinin sağlanmasından geçiyor. Bu yıl içerisinde Kürdistani partilerin dönem dönem bir araya gelip, ortak eylem ve etkinlikleri düzenledi. HDP’nin de kimi girişimleri oldu. Eşbaşkanlık düzeyinde katılan toplantılar, çalıştaylar gerçekleşti. Bu anlamıyla bizler üzerimize düşen her türlü rolü yerine getirme konusunda kararlıyız. Bu konuda 2021 yılında da çalışmalarımız devam edecek. Bunlar önceki çalışmalarla paralel, bunları daha da güçlendiren nitelikte olacak. 31 Mart seçimlerinde Kürdistani ittifak çalışmaları sonrası güç kazanan ulusal birlik çalışmaları oldu. Yeni yılda da temel esaslı gündemlerimizden biri olmaya devam edecektir.
Son olarak 2021 yılına dair Türkiye toplumuna vermek isteğiniz bir mesaj var mı?
Yeni yılın hepimize özgürlük, barış ve en önemlisi pandemi koşullarından kaynaklı sağlık getirmesini diliyorum.
Özgür Paksoy – Mehmet Erol / MA