Çevre Şehircilik ve İklim Bakanlığı, asbest, radyasyon ve başka toksit kimyasallarla yüklü Sao Paulo gemisinin söküm işlerinin İzmir Aliağa’da yapılmasına izin verdi. Aliağa termik santrali ve gemi söküm tersanesi ile bölgede halk ve çevre sağlığını tehdit ediyor. Aliağa’da Çevre Bakanlığı’nın verilerine göre 2016-2021 arası beş yılda 714 gemi söküldü. Ve bu işlem sırasında 250 tonu asbest olmak üzere, 74 bin 325 ton tehlikeli atık bertaraf “usulüne” göre bertaraf edildiği iddia ediliyor. Ve Aliağa’da kanser oranı çok yüksek.
Türkiye’de Sosyal Güvenlik Kurumunun mesleki hastalık sayısı verileri ile Dünya Sağlık Örgütünün ekstrapolasyon tahmini yoluyla elde edilen rakamlar karşılaştırıldığında, resmi açıklanan rakamların gerçeği yansıtmadığını ve artan değerlerin eritildiğini görüyoruz. Bu sonuçlar gösteriyor ki, SGK verilerini en az 5 veya 6 ile çarpmalıyız. Bu durumda yılda en az 100 bin meslek hastalığı tanısı konulması gerekiyor. Ama bu yapılmıyor.
Türkiye’nin küresel piyasada iş kazaları ve meslek hastalıkları kaynaklı işçi cinayetleri ön kabul edilmesi ile rekabet ettiğini belirten Halk sağlığı uzmanı Prof. Dr. Mehmet Zencir ile işçilerin iş yerindeki sağlık sorunları ve bunun halk ve çevre sağlığı üzerindeki etkilerini söyleştik. Ata Soyer Sağlık Politikaları Okulu ve HDK Sağlık Meclisi üyesi olan Zencir’e göre, “Çok tehlikeli çalışma koşulları ve alınmayan İşçi Sağlığı ve Güvenliği önlemleri işçi sınıfının tükenmesine, iş kazaları ve meslek hastalıklarını tetikliyor. Gemi sökümüne örneği bize şunu çok net göstermiştir.”
Asbestli ve daha birçok zararlı madde ile yüklü Sao Paolo gemisinin Aliağa’da sökülmek istenmesi Aliağa’yı, gemi sökümünde çalışan işçilerin sağlığı meselesini yeniden gündem yaptı. Türkiye’de meslek hastalıkları, işçilerin işyerindeki sağlık sorunları bakımından durumu nedir?
Çalışma rejiminin stratejik yönelimi meslek hastalıklarına doğrudan davetiye çıkartıyor. Ucuz emek stratejisi ile uluslararası camiada rekabet etmeye çalışan Türkiye kapitalizmi uzun çalışma süreleri, emek yoğunluğu, düşük ücret, kötü çalışma koşulları yanında rafa kaldırılan İşçi Sağlığı ve Güvenliği hizmetleri yüksek işçi cinayetlerinin temel sorumlusu. Sao Paolo gemisinin sökümü örneğinde olduğu gibi tehlikeli işlere yönelik sermayenin iştahı işçi cinayetlerine zemin hazırlayan koşulları da gözü sakınmadan aldığını gösteriyor. Bu koşullarda çok tehlikeli çalışma koşulları ve alınmayan İşçi Sağlığı ve Güvenliği önlemleri işçi sınıfının tükenmesine, iş kazaları ve meslek hastalıklarını tetikliyor. Gemi sökümüne örneği bize şunu çok net göstermiştir: Tehlikeli işlere yönelik mevzuata uygun çalışma koşullarını yaratmaya gerek yoktur, terkedilen üretim koşulları ile iş kazaları ve meslek hastalıkları kaynaklı işçi cinayetleri ön kabul ile küresel piyasada rekabete açığız…
İSİG Meclisi her ay işçi cinayetlerini takip edip bunu kamuoyu ile paylaşıyor. Peki meslek hastalıklarından ölen işçilere dair ne biliyoruz?
Maalesef çok az şey biliyoruz. İSİG Meclisi tarafından paylaşılan aylık ya da yıllık işçi cinayetlerinin sadece ölümlü iş kazaları olduğunu hatırlatalım. Meclis, güçlü bir medya taraması ile ölümlü iş kazalarının envanterini çıkarıyor. Meslek hastalıkları açısından tanı koyma sürecinin işletilmediğine raporlarında yer veriyor.
Türkiye’de meslek hastalığına yönelik tanı süreci işletilmiyor. Erken tanı gündemde bile değil. Çünkü meslek hastalıkları tanımı “sigortalının çalıştığı veya yaptığı işin niteliğinden dolayı tekrarlanan bir sebeple veya işin yürütüm şartları yüzünden uğradığı geçici veya sürekli hastalık, bedensel veya ruhsal engellilik halleri ‘’ ile sınırlandırılmış durumda. Tanımda iki nokta dikkati çekiyor. Birincisi sadece sigortalıları kapsıyor. Patron size sigortasız çalışma dayattı ise kapsam dışısınız. Yine vücutta henüz işlevsel ve/veya organik kayıp oluşturmayan durumlar (erken evre meslek hastalıkları) kapsam dışı, yani işçinin hastalık nedeniyle çalışmaz hale geldiği geri dönüşümsüz dönemler meslek hastalığı sayılıyor.
Bir önemli başlık da, işle ilgili hastalık dediğimiz durum var, meslek hastalığı kabul edilmeyen iş ile ilişkisi kurulmayan hastalıklar (örneğin kalp damar hastalıkları, hipertansiyon gibi), çalışma yaşamı dışındaki faktörlerden kaynaklı denilen hastalıklar da kapsam dışı kabul ediliyor. Bu hastalıklarda illiyet bağı aranıyor, yani işle ilgisi ortaya konmaya çalışılıyor. Tabii ki bulunamıyor, çünkü işin bu hastalıkları tetiklemesi, daha ağır seyretmesine yol açması kabul edilmiyor.
Yine iş kazası meslek hastalığı sigorta primi yatırılmayan kamu çalışanlarının meslek hastalıkları da kapsam dışı tutuluyor. Benzer durum kendi adına çalışan Bağ-Kur kapsamındakiler işveren olarak görüldüğü için iş kazası ve meslek hastalığı primi yatırmalarına karşın sizde meslek hastalığı olmaz denmiş oluyor.
Özetle işyeri hekimleri her şeyi gerektiği gibi yapabilecek ortamı bulsa dahi yukarıda sıralanan nedenlerden dolayı istatistikler gerçeği yansıtmayacak. Kaldı ki Türkiye’de kabul edilen meslek hastalıkları listesine giren hastalıklar için dahi işyeri hekimlerinin koyduğu ön tanılar, sevk edilen işçinin hakem hastanelerce tanısı konulsa da meslek hastalığı kabul edilmiyor. Mutlaka Meslek Hastalıkları Hastanesi’nin tanılama sürecine girmesi gerekiyor. Bu hastaneler illiyet bağı dediğimiz ‘bu hastalık işten kaynaklanmıştır’ diye özetleyebileceğimiz kararı vermesi bekleniyor. Bu tanı sürecinin bürokrasi ile yüklü olduğunu, çok uzun sürdüğünü tahmin etmek zor değil. Ve işçinin işyerinde tutulan kayıtları hayati önem taşıyor.
Tüm bunlar yerine gelse dahi maruziyet süresi ve yükümlülük süresi dediğimiz nedenlere bağlı kısıtlamalar da gündeme gelebiliyor. Maruziyet süresi, hastalığın oluşması için gerekli en kısa süre diyebiliriz. Henüz çalıştığı bu iş kaynaklı bu sürede bu hastalık ortaya çıkmaz deniyor, çok sık iş değiştirilen Türkiye çalışma hayatının gerçeği yok sayılıyor, daha önceki çalıştığı işyerlerinde maruziyetler yok sayılıyor. Yükümlülükte işten ayrılanların tanı süreci için geçerli. Tersanede çalışmış ayrılmış bir işçi olsun, asbest nedeniyle bu işçiye mezotelyoma (akciğer zarı kanseri) mesleksel kanser tanısı konmuş olsun, işten ayrıldığı süre ne kadar oldu ona bakılıyor, her meslek hastalığı için işten ayrıldıktan sonrası en uzun süre belirleniyor, maksimum süreyi aşan işçilerde mesleksel kanser olsa da koşul yerine getirilmediği için meslek hastalığı sayılmıyor.
Bir de şunu hatırlatalım, illiyet bağı ile ilgili işyerinin çalışma koşulları ile ilgili tutulması gereken belgelerde de işyerinde hastalık yaratan koşulların varlığının göstergeleri olsun isteniyor. Tamamen güvencesiz koşullarda, Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimleri’nde (OSGB) çalışan işyeri hekimleri ve iş güvenliği uzmanlarından bağımsız, patronların baskısından uzak özgür İşçi Sağlığı ve Güvenliği hizmetleri vermeleri bekleniyor. Ucuz emek stratejisinin, OSGB’leri de etkilediği, işini mesleğin gerektiği koşullarda yapmak isten İSG çalışanlarının işlerinde çok uzun süre tutunamadıklarını ve dolayısıyla işyerlerinin durumunu gösteren bu raporların layıkıyla tutulma olasılığının oldukça az olduğunu hatırlatalım.
Tüm bu engellemeler meslek hastalığı tanısı konulan ve meslek hastalığına bağlı hayatını kaybedenlerin sayısının olması gerekenden oldukça düşük olduğu gerçeği ile yüzleşmemiz gerekiyor. SGK istatistiklerine göre 2020 yılında toplamda 908 işçiye meslek hastalığı konulmuştur ve 5 işçi meslek hastalığına bağlı hayatını kaybetmiştir. 2012 yılı sonrası ilk kez 2020 yılında meslek hastalığına bağlı ölüm bildirimi yapılmıştır. 2020 yılının pandemi dönemine denk geldiğini, pandemi döneminde, ciddi önlemler almadan çalışmanın dayatıldığı işçilerin COVID-19 (SARS-COV2) hastalığına bağlı hayatlarını kaybetmelerinin istatistiklere yansımadığını söyleyebiliriz, yukarıda tanımlamaya çalıştığımız birçok sınırlamaya takılmışlardır. En azından şunu biliyoruz pandemi dönemi boyunca 550’den fazla sağlık emekçisi COVID-19 (SARS-COV2) nedeniyle hayatını kaybetmiştir, bunların da önemli bir kısmı 2020 yılına aittir, bu ölümler dahi SGK istatistiklerine yansımış olsa sayının çok yükseleceğini söyleyebiliriz. Bilimsel çevrelerde Türkiye’de ortalama yılda en az 100 bin meslek hastası tanısı koymak gerektiği paylaşılır, buna rağmen yıllık konulan tanı 500 ile 1000 arasında değişiyor.
Meslek hastalıkları hastanelerinin durumu nedir? En çok hangi sektörde işçiler meslek hastalıklarına maruz kalıyor?
Türkiye’de yalnızca İstanbul, Zonguldak ve Ankara’da olmak üzere 3 meslek hastalığı hastanesi var. Bu 3 hastanenin de olanaklarının ve sağlık emekçileri sayılarının oldukça yetersiz olduğunu not etmeliyiz. Yine 2021 yılında meslek hastalıkları hastanelerinin daha işlevsiz kılınması için adım atılmıştır. Ankara Meslek Hastalıkları Hastanesi’nde sadece meslek hastalıkları polikliniğinin hizmet vermesine karar verilerek, meslek hastalıkları polikliniğinde çalışan personel haricindeki tüm çalışanların Mamak Devlet Hastanesi’nde görevlendirilmiştir. Meslek hastalıkları poliklinik hizmetleri dışındaki bütün hizmetler Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi’ne devredilmiştir. Bu karar Sağlık Bakanlığı’nın konuya nasıl baktığını açıkça ortaya koymaktadır.
Fakat SGK tarafından kabul edilen 130’a yakın üniversite ve eğitim araştırma hastanesi de ‘meslek hastalığı koyma tanısı yetkisini’ verilmiş durumda… Bununla birlikte bu hastanelerin tanı sürecinin bir aşamasına kadar gelebildikleri, hastalığın tanısını netleştirdiklerini, mesleksel kararının yine 3 hastane tarafından verildiğini not etmeliyiz. Kadı ki bu 130 hastanenin iş yüklerini düşündüklerimizde, meslek hastalığı tanı sürecine katkılarının da oldukça yetersiz olduğunu söyleyebiliriz.
Bu arada Türkiye’de 30 meslek hastalıkları uzman var, bu sayının oldukça az olduğunu da not etmeliyiz.
Tüm bu kısıtlılıklar, işlevsiz hale getirilen meslek hastalıkları hastaneleri, meslek hastalığı tanısı koymak istemeyen bir ülke olduğumuz hatırlatıyor.
İşçinin sağlığını bozan şey çevresinin yani halkın da ve doğanın da sağlığını bozuyordur. Meslek hastalıkları bir halk ve çevre sağlığı olarak ele alınmasının imkanları var mı?
İşçi sağlığında ilke çalışma yaşamı ve gündelik yaşam ayrımı olmaz. Her ikisinin birbiri ile doğrudan ilgisi vardır. İşçinin sağlığı bütünlüklü ele alınmalıdır ilkesi yol göstericidir. Benzer şekilde işçi sağlığı ile halkın sağlığı arasında doğrudan ilişki vardır. İşçinin sağlığını görmezden gelen sermaye, doğayı da bir hammadde kaynağı ve atık deposu olarak görmektedir. Endüstriyel atıklar yarattığı kirlilikle birlikte havayı, suyu ve toprağı kirletmektedir. Benzer kirlenme gıdaya da yansıyarak, kirlilikler besin zinciri yoluyla da bizlere ulaşmaktadır. Sağlık için çok tehlikeli olan bu atıklar başta kanser olmak üzere kronik hastalıklar dediğimiz kalp-damar sistemi hastalıkları, solunum sistemi hastalıkları, sindirim sistemi hastalıkları, sinir sistemi hastalıkları ve psikolojik hastalıklarına neden olmaktadır. Yine fetal yaşam dahil erken çocukluk döneminde kirlilikler maruz kalma düşüklere, doğumsal anomalilere, bağışıklık sistemi baskılanmış çocuklara (enfeksiyonlara yatkın çocuklar) neden olabilmektedir, yine kanser başta olmak üzere birçok hastalığın erken yaşta görülmesine de kaynaklık edebilir. Küresel ölçekte ekolojik tahribata bağlı önlenebilir erken ölümlerle 9 milyondan fazla kişi hayatını kaybetmiştir.
Yine son yıllarda krize giren sermayenin doğa talanına başladığı başta enerji olmaz üzere madencilik sektörünün pıtrak gibi patladığını görüyoruz. Bu tehlikeli gidişat, birçok yerelde kanser istatistiklerinin yükselmesine yol açtığı gösterilmiştir, Aliağa örneğinde olduğu gibi.
İşçi sağlığı, meslek hastalıklarına sendikaların ve sağlık örgütlerin çalışmaları ne durumda?
Genel anlamda birkaç söz söylenebilir. İşçi sınıfı mücadelesinin gücü oranında daha iyi konumda olduğunu söyleyebiliriz. Çalışma saatleri, çalışma koşulları, sendikalaşma ve İşçi Sağlığı ve Güvenliği hizmetlerinde ciddi kazanımların altı çizilebilir. Örneğin İşçi Sağlığı ve Güvenliği hizmetlerinde işçi sınıfının kontrol ettiği noktalar. Bu hizmetlerde çalışan işyeri hekimi, iş güvenliği uzmanları, iş yeri hemşireleri, hijyenistler vb. çalışanların patrondan bağımsız, özerk hizmet üretmekte, bu çalışanlar sendikalar tarafından kontrol edilmektedir. Şunu söyleyebiliriz ülkemiz örneğinde olduğu gibi pnümokonyoz, mesleksel kanserler, ölümlü iş kazaları gibi öne çıkan işçi sağlığı sorunları, merkez kapitalist ülkelerde mental (psikolojik) sorunlar, kalp-damar hastalıkları, mobbing vb. durumlara evrilmiştir. Bu kazanımların tüm işçi sınıfı için geçerli olmadığını hatırlatmak gerekir. Taşeron işçiler, göçmen işçiler çok daha, ülkemizdeki koşullara benzer olduklarını not etmeliyiz. Yine gemi sökümü gibi tehlikeli işler konusunda işçi sınıfının baskısı nedeniyle işçiyi ve doğayı koruyucu mevzuatlar gündemdedir. Bu nedenle bu tehlikeli işler sömürge coğrafyalara kaydırılmış ya da bu tehlikeli işlerden vazgeçilmiş geç kapitalistleşen ülkelerin sermaye gruplarına devredilmiştir. Neoliberal kapitalist sistemde küreselleşen sermaye sömürge coğrafyalardaki işçi kırımında önemli payı olduğunu vurgulamalıyız.
Meslek hastalıklarının önlenmesi bakımından atılabilecek adımlar neler olabilir?
En önemli adım işçi sınıfı mücadelesini büyütmek olacaktır. Sendikaları güçlendirmek ve çalışma koşullarına müdahil olmasını sağlamak gerekir. Böylelikle İşçi sağlığı ve Güvenliği hizmetlerinin patrondan bağımsız özerk verilen olanağı elde edilebilecektir. Bu söylenenler merkez kapitalist ülkelerin koşullarına sahip olmaya hedefleme şeklinde anlaşılmamalıdır. Aksine uzlaşmaz sınıf çıkarları olduğu gerçeği ile hareket edilmelidir. İşçi cinayetlerinden işçi kırımına evrilen ve gezegeni yok etme eşiğine getiren kapitalizm-kapitalist zihniyet yerine işçi sınıfının özyönetiminde toplumun gereksinimleri için ve doğayı koruyan bir anlayışın olduğu emeğin özgürleşme mücadelesinin geniş ufkuna da sahip olmak gerekir. İşçi sınıfı ve doğayı tahrip etme noktasında kırıma davetiye çıkaran Sao Paulo uçak gemisi örneğinde olduğu gibi işçi sınıfı başat ekoloji mücadelesi olmak üzere tüm toplumsal kesimlerle birlikte, küresel dayanışmayı da önüne koyan bir tarzda örgütlü mücadele ile yeni deneyimler elde edecektir. Özetle mücadele, mücadele, mücadele diye sorunuzu yanıtlayabilirim.
Cemil Aksu / POLİTİKA HABER