Türkiye’de seçim gündemi ısınırken herkes gözünü HDP’ye ve HDP ile 5 parti ve örgütün gerçekleştirdiği Emek ve Özgürlük İttifakı’na çevirmiş durumda. İktidarı, muhalefeti ile artık Emek ve Özgürlük İttifakı’nın “kilit” ya da “anahtar” parti olduğu konusunda hem fikir. Fakat Emek ve Özgürlük İttifakı’ı sadece mevcut Cumhur ya da Millet İttifakı’nın destekçisi bir misyonu reddediyor. Seçimler öncesinde Türkiye’nin sorunlarına dair çözüm programını ilk açıklayan Emek ve Özgürlük İttifakı oldu. Haliç Kongre Merkezinde söz alan İttifak sözcüleri sadece seçim ittifakı olmadıklarını, Türkiye’nin sorunları çözmeye aday olduklarını ilan ettiler.
Emek ve Özgürlük İttifakı’nın mevcut dengeleri nasıl değiştireceği, halkta ne kadar etkili olacağı hiç kuşkusuz önümüzdeki günlerde göreceğiz. İttifak üyesi Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Erkan Baş ile İttifakın seçimlere dair öngörülerini, Millet İttifakı ile ortak aday belirlemenin koşulları ve imkanları ile TBMM’de “sosyalist blok” kurma önerileri hakkındaki görüşlerini konuştuk.
Emek ve Özgürlük İttifakı kuruldu. Medyada değişik kesimlerden olumlu olumsuz değerlendirmeler geldi. Siz ilk tepkileri nasıl buldunuz?
Aldığımız tepkiler de çoğunlukla olumluydu. Bunun yanı sıra düzen güçlerinden gelen düşmanca eleştiriler bir yana halk güçlerinden gelen kimi eleştiriler de var tabi. Ancak görebildiğim kadarıyla, bu eleştirilerin önemli bir kısmı meseleyi sadece seçim ile ilişkilendiren yanlar taşıyor. Bunun da esas olarak iktidarın sürekli değiştirdiği seçim sisteminin tam anlaşılamamasından kaynaklandığını sanıyorum. Elbette bizim de eksiklerimiz vardır, örneğin henüz kendimizi doğru ve yeterince anlatamamış olmamızdan da kaynaklanıyor olabilir. Kendimizi iyi anlatabilirsek, önümüzdeki günlerde eksiklerimizi telafi edersek, tüm dostlarımızın büyük bir enerjiyle ittifakımızı güçlendirmek için sürece dahil olacağını düşünüyorum.
Emek ve Özgürlük İttifakını oluşturan güçler, ortak mücadele kültürü gelişmiş öznelerden oluşuyor. Her ne kadar kamuoyuna ilan edilmesi biraz zaman almış olsa da başından beri uzun soluklu ortak bir mücadele perspektifiyle hareket ettiğimizi söyleyebilirim. Düzen güçlerinin yok saydığı veya en fazla seyirci olmasını beklediği milyonlarca insanın, seçim öncesi, seçimler ve seçim sonrasını kapsayan uzun bir mücadele sürecinin belirleyici gücü olması için elimizden geleni yapacağımızdan kimsenin kuşkusu olması. Türkiye’nin geleceğini solsuz ve Kürtsüz, işçilerin, kadınların, gençlerin, en geniş haliyle halkın etkin bir güç olmayacağı biçimde kurmak isteyen tüm planları bozacağız. Önümüzdeki yüzyıl, geçmiş yüzyılda olduğu gibi sadece egemenlerin tercihlerine göre şekillendirilemeyecek.
Siz baştan beri Cumhurbaşkanlığı seçiminde ilk turda sonuç alınması gerektiğini savunuyorsunuz. Bu da Millet İttifakı ile ortak aday çıkarılması demek. Fakat o taraftan, özellikle Akşener’in açıklamaları bu kapıyı kapatıyor gibi. Bu durumda iki soru ortaya çıkıyor: Millet İttifakı ile ortak aday belirlemenin bir yolu var mı? Ortak aday konusunda anlaşma olmazsa ne olacak?
Evet, biz başından beri bunu savunuyoruz. Bu fikir yaklaşık 3 yılı bulan halk toplantılarında, belki on binlerce yurttaşımızla yüz yüze gerçekleştirdiğimiz tartışmalarda şekillendi ve süreç içinde gelişti. En özet haliyle söylersem geçmiş seçim deneyimlerini değerlendirdik, bizim de çok ama çok önemli gördüğümüz Erdoğan’ın yenilmesi konusundaki geniş mutabakatı sonuç alıcı kılmanın yollarını aradık.
Daha önce gerçekleşmiş iki seçim bu açıdan önemli deneyimler barındırıyor.
Örneğin bugün olduğu gibi sözde “kazanacak aday” denilerek karşımıza Ekmeleddin İhsanoğlu gibi birisinin aday çıkarılmasının sonuç almadığını hep birlikte gördüğümüzü ve bunun tekrar edilmemesi gerektiği çok açık değil mi?
2018 seçimlerinde ise önsel olarak seçimin ikinci tura kalması üzerine bir taktik geliştirilmişti. Buna göre muhalefetin çok sayıda adayı arasında kim ikinci tura kalırsa onun etrafında birleşilecekti. İlk bakışta gayet mantıklı görülen bu yaklaşım, sahaya çıkıldığında bambaşka bir sonuç verdi. Muhalefetin adayları ve belki daha fazla o adayların destekçileri, zaten ikinci tura kalacağı için, ikinci tura kalma yarışıyla iktidardan çok birbirinden oy alma yarışına girdi, Erdoğan ile mücadele ikinci plana kaldı ve maalesef ilk turda Erdoğan kazandı.
Bu gerçeklerden hareketle, belki de daha Millet İttifakı’ndan bu konuda henüz hiçbir görüş ifade edilememişken gerekçelerimizle birlikte bunu kamuoyuyla açıkça paylaşmıştık. Giderek ağırlaşan ekonomik krizle birlikte bu istek güç kazandı, kazanıyor.
Erdoğan şahsında düzene karşı biriken bu tepkinin devrimci bir enerjiye dönüşmesi ve başarıya ulaşması çok önemli. Seçimin ikinci tura bırakılmasının ciddi riskleri olduğunu görüyoruz. Bu rejimden rahatsızlık duyan muhalefetin bütün kesimlerinin, enerjisini birbirine değil iktidara yöneltmesi gerekiyor. İki turlu bir seçimde, iktidarın da kışkırtmalarıyla, muhalefetin kendi arasındaki rekabet iktidara yarayabilir. Ayrıca, alacağı muhtemel başarısız sonuç Erdoğan’a ikinci tur için yeni bir oyun kurma şansı yaratabilir. Bu oyunu hep birlikte bozmalıyız.
Bunun olması için hepimizin önemsemesi gereken yanlar var. Örneğin sıkça söylenen “adayı 6’lı masadaki genel başkanlar belirler” yaklaşımını doğru bulmuyoruz. 1 kişi 2 kişi değil de 6 kişi belirleyince daha demokratik bir tutum alınmış olmuyor. Eğer, “tek adam” rejimine son vereceksek, toplumun en geniş kesimlerinin görüş, öneri ve değerlendirmeleri alınmalı. Sendikalar ve emek örgütleri ile 6’lı masa dışındaki siyasi partiler başta olmak üzere, örneğin kadın örgütleriyle, gençlik örgütleriyle, kitle örgütleriyle müzakere edilmeli. Ayrıca konuyu sadece aday ismine sıkıştırmak da doğru değil, perspektif nedir, ortaklaşmış hedefler nedir bunlar açık biçimde ortaya konulmalı.
Dolayısıyla dar anlamıyla Emek ve Özgürlük İttifakı’yla Millet İttifakının oturup bir anlaşma yapmasından söz etmiyoruz. Ancak, diyelim ki 6’lı masa halkın bizim ifade ettiğimiz bu son derece kabul edilebilir taleplerine görmezden gelir, “bildiğimizi okuruz” yaklaşımına girerse, Emek ve Özgürlük İttifakı halkımızı çaresiz bırakmaz.
Bu durumda da kolay yoldan peki ikinci turda ne yaparsınız sorusu soruluyor, yanıtımız çok açık.
Biz sadece bayrak göstermek için aday çıkarmayız, eğer halklarımızın 20 yıldır süren mücadelesine sırt çevrilirse, bu mücadeleyi temsil edecek bir aday çıkartırız. Ve inanıyorum ki, adayımız bugün sanki Millet İttifakı’nın tapulu seçmeni gibi gösterilen milyonlarca yurttaşımızın da desteğini alır. Bunun sonucu da ikinci tura bizim adayımızın kalması olur, ikinci turda ne yapacağına Millet İttifakı karar verir.
Türkiye’nin en kritik seçiminin Erdoğan’ın rakibinin kim olacağına kilitlenmesi demokrasi açısından bir sakınca yaratmıyor mu? Mesela bu tartışma Erdoğan gitsin de kim gelirse gelsinci bir hava yaratmaz mı? Aday tartışmasından program tartışılamıyor sanki. Ve “ortak aday” dediğimiz yerde Millet İttifakının daha programı yok. Sanki Millet İttifakı Erdoğan’ın CB’na razıymış gibi bir izlenimimiz var. Siz bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Evet, hem toplumun siyasetle kurduğu ilişkinin hem de muhalefetin siyaset dili ve yapısının tek adam rejimi altında ciddi şekilde deformasyona uğradığını görüyoruz. Erdoğan’dan kurtulmak çok önemli elbette, ancak asıl olarak temsil ettiği düzenin hedef alınması gerekiyor. Sömürü, savaş, yağma, talan, hırsızlık ve tüm bunları ayakta tutan bu baskıcı otoriter anlayışa karşı, Millet İttifakının özü itibariyle tutarlı ve kararlı bir duruş sergilemesini elbette beklemiyoruz. Daha önemlisi, Millet İttifakı içerisindeki pazarlıkların ülkenin kaderini belirlemesine izin veremeyiz.
Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı’na razı demek ise benim açımdan çok iddialı olur. Görebildiğimiz kadarıyla kazanmak istiyorlar ancak gelecek döneminde mümkün olduğunca sağ bir eksende kurulması, sermaye sınıfının AKP dönemindeki kazanımlarının korunması, devletin geleneksel kodlarının sorgulanmaması gibi kaygılar da en ön sıralarda duruyor. Erdoğan karşıtı oluşan tepkinin, düzenle köklü bir hesaplaşmaya evrilmemesinin sigortası olmak gibi bir işlev üstlenmiş durumdalar. Erdoğan gitsin ama düzenin gidişatı güvence altına alınsın diye özetlenebilecek bir tutum bu.
Bu tabloda Emek ve Özgürlük ittifakının rolü çok önemli. Biz halkı özne kılmak isteyen kararlı ve tutarlı muhalefet anlayışını temsil ediyoruz. İttifak olarak seçim gününe endeksli olmayan, süreci bir bütün olarak ele alan mücadele tarzını öne çıkarma çabamızın kaynağı bu. Erdoğan halkın etkin bir özne olduğu bir süreçle yenilirse bu gelecek açısından son derece önemli olur, Erdoğan düzen içi pazarlıklarla yenilmiş olursa bu da başka bir şey olur. Özetle artık mesele Erdoğan’ın yenilmesinin yanı sıra yeni dönemin nasıl şekillendirileceği tartışmasına dönmüş durumda. Bu nedenle içinden geçtiğimiz dönemde ve seçimlere kadar olan süreçte, gelecekte kimin ne kadar söz sahibi olacağının kavgasını veriyoruz. Düzen güçleri tek söz sahibi biz olmalıyız diye çabalıyor, biz de buna izin vermeyeceğiz diyoruz, yok sayılmak istenenlerin etkin bir özne olması için çabalıyoruz.
Sizin daha önce Meclis’te bir sosyalist blok kurma fikriniz vardı. İttifak’la bu şans arttı mı?
Dostluğunuza güvenerek çokça manipüle edilen bir iddiamızı açma fırsatı veren bu soruya biraz geniş bir yanıt vermek istiyorum.
Ülkemizde sosyalizm mücadelesinin çok köklü ve uzun bir geçmişi var. Bu kısa söyleşide bunun bütünü değerlendirmek mümkün değil, sadece şunu söylemekle yetineyim, bütün bu onurlu mirasın sahiplenicisi olmaktan gurur duyuyoruz. Bu mirası sadece omuzlamayı değil geliştirip geleceğe taşımayı hedefliyoruz.
12 Eylül ve SSCB’nin çözülüşü sonrası sürece baktığımızda önemli çabalar olduğunu görüyoruz ve bunu değersiz görmek kimsenin haddi değil ancak özellikle Gezi Direnişi ile birlikte gördük ki, sosyalizmin değerlerinin toplumun çok geniş kesimleri tarafından benimsenmesine rağmen mevcut sol yapılar bunu kucaklamakta, bu mücadelelerden öğrenmekte ve sürece müdahil olmakta yetersiz kalıyor. Bugün TİP’i doğuran gerekçeleri en özet haliyle böyle ifade edebiliriz.
Uzun bir tartışma sürecinin sonunda devrimciler, komünistler açısından görev, kitle mücadelelerinin içinde konumlanmak, kendi eskimiş alışkanlıklarımızı (soldaki statüko da diyebiliriz) aşmaya ve gerçek bir siyasal mücadele öznesi olabilecek gerçek bir işçi sınıfı partisi yaratmaya odaklanmalıdır demiştik.
Bunlar işin bize dair olan kısmı, bir de bizim tutumlarımızdan bağımsız olarak bir ülke gerçeği var. Türkiye şu anda Dünya çapında yurttaşlarının seçime en fazla önem verdiği ülkelerden birisi, belki birincisi… Maalesef halkın çok geniş kesimleri için seçimler siyasete katılmanın tek aracı. Üzücü ama durum bu. Bu gerçeği değiştirmek için deyim yerindeyse yılın 365 günü ve her gün 24 saat çaba harcayabilirsiniz. Fakat bu çabanın en az sonuç vereceği ve bence en gereksiz zamanları ülkenin seçim sathı mahaline girdiği dönemler. Önümüzde seçim varsa, milyonlar seçime gidiyorsa o zaman seçimde gerçek bir seçenek, altını çiziyorum gerçek bir seçenek sunmak bizim sorumluluğumuz.
Bu girişi şunun için yaptım, halkın geniş kesimleri seçimlere önem veriyor ama bu ülkenin her hak mücadelesine elinden geldiğince katkı koyan devrimcilerinden kimileri seçim döneminde her zaman yanında olduğu halkın yanında olmamayı, ona bir seçenek sunmamayı maalesef kabulleniyor. Biz bunu doğru bulmuyoruz, bu anlamda seçimlerin önemli olduğunu düşünüyoruz. Kimi arkadaşlarımız bu tutumu küçümseyebilir ama bize göre seçimler önemlidir, seçimlerde de mutlaka bir tutum alınmalıdır.
Buraya kadar söylediklerimin üzerine birkaç net madde ekleyeyim.
Bir, Türkiye İşçi Partisi geride kalan 4 yılda meclisin etkili biçimde kullanılacağını göstermiştir.
Bu vesileyle bir yanlış değerlendirmeyi de düzelteyim, TİP’in toplumun geniş kesimleri içinde sosyalist hareketin en önemli temsilcisi haline gelmesinde sadece “meclisteki başarılı performansı” olduğu fikri yanlıştır. Her şeyden önce ülkenin dört bir yanına yayılmış yoldaşlarmıza dönük bir haksızlıktır. Tam tersine TBMM çalışmalarımızın etkinliği esas olarak örgütümüzün, yoldaşlarımızın katkısının ürünüdür. Fakat ortada bir gerçek var, eğer örgütlü, halka yaslanan bir yaklaşımla hareket ederseniz, parlamento mücadelenin büyütülmesi, etkisinin artması için değerlendirilebiliyor, bunu göstermiş olduk.
İki, siyaset hedeflerle yapılır.
TİP, kuruluşundan bugün sadece mevcut yapısını veya kazanımlarını korumaya odaklanarak değil, yapabilecekleriyle sınırlı bir yaklaşımla değil, yapılması gerektiğini düşündüğünü hayata geçirerek faaliyet yürütüyor. Şimdi de diyelim ki, önümüzdeki seçimlerle ilgili hedefimizi sadece birkaç arkadaşımızı bizi temsil edecek biçimde TBMM’ye taşımakla sınırlı bir hedef koymak bize yakışmazdı. Daha önemlisi halkımıza ülkemize karşı sorumluluğumuzu yerine getirmiş olmayız. Yapabileceğimizi değil olması gerekeni hedefledik ve tarihimizdeki en önemli seçim başarısı olan, 1965 yılındaki TİP’in aşılması hedefini koyduk. Özellikle anlaşılmasını istediğimiz konu budur. Yapabileceğimizi değil asgari olarak yapılması gerekeni hedefliyoruz, daha büyük hedeflerimiz için bunu bir basamak olarak gördüğümüzü de eklemiş olayım.
Üç, TBMM çalışmalarımız anti-demokratik iç tüzük nedeniyle grup olmanın ne kadar önemli olduğunu gösterdi. Bazen 5 dakikalık bir konuşma için haftalarca mücadele etmek zorunda kalmak işin en basit yanı… Sadece 4 vekil ile yarattığımız etkiye bakıp, bir grup olmanın getirdiği olanaklarla neler yapabileceğimizi düşünülmesini istiyoruz, bunun yaratabileceği etkiyi önemsiyoruz.
Dört, Bu konunun “HDP’den 20 vekil istenmiş” gibi akla mantığa ziyan yorumlarını ise kötü niyetli değilse epeyce cahilce buluyoruz. TİP, başından bu yana seçimlere ittifakla ama kendi adı, amblemi ve kendi aday listeleri ile gireceğini ilan etmiş, ayrıca bunu ittifak güçlerimizle de en başında konuşmuş durumda. Dolayısıyla dostlarımız, mücadele arkadaşlarımız dahil kimseden bir talebimiz olmadığı gibi sağ olsunlar dostlarımızın son derece samimi önerilerine de teşekkür edip konuyu kapattık.
Biz bu ittifakı özel olarak TİP bir kazanım elde etsin diye kurmadık. Ülkemizin, halklarımızın böyle bir ittifaka ihtiyacı var, bu ittifakta olmalı, biz dahil olmalı ve ittifakı büyütmek için elimizden geleni yapmalıyız, bakışımız bu.
Tüm dostlarımıza da bunu öneriyoruz, ittifak içindeki her bir güç ne kadar güçlenir, etkinliğini ne kadar arttırsa ittifakın gücü de etkinliği de buna bağlı olarak daha çok artar. Biz oluşturduğumuz ittifakın daha güçlü olması için tüm müttefiklerimizin daha güçlü olmasını yürekten istiyoruz. Kendimiz de daha güçlü, daha etkin, daha yaygın olup ittifakımızı güçlendirmek için çalışıyoruz. Seçimleri de bunun için en etkili biçimde değerlendireceğiz. Hedefimizin esas mantığı budur.
Beş diyerek bitireyim. Özetle Türkiye’de ikinci yüzyıl tartışması yapılırken, bu memleketin işçi sınıfının etkin bir güç olarak belirleyici bir yeri olması gerektiğini düşünüyoruz. Geçen yüzyılın başında Mustafa Suphilerin katliyle bizim etkin bir güç olmamız başından engellendi. Mücadelenin getirdiği istisnai iler çıkış dönemleri dışında, işçi sınıfının, Kürt halkının, Alevilerin, kısacası halkların yok sayıldığı bir dönem yaşadık ve bu sürecin sonunda AKP karanlığına battık. Bir defa daha aynı şeylerin yaşanmasına izin vermemeliyiz.
Bunun için içinden geçtiğimiz günler tarihsel önem taşıyor. Bir daha aynı şeylerin yaşanmaması için işçi sınıfını siyaset alanına taşıyacak, kitlesel bir sosyalist partiye ihtiyaç var. Türkiye’nin batısından daha güçlü bir barış sesinin yükseltilmesine ihtiyaç var. Düzen siyasetinin sınırlarını aşan bir hedefle hareket ederken ülkenin güncel sorunlarına da yanıt üretebilen bir devrimci partiye ihtiyaç var.
Biz TİP’i kurarken de bu iddiaları taşıyorduk, şimdi buna doğru kararlı adımlarla yürürken, bunun parlamento da mümkün olduğunca güçlü biçimde temsil edilmesini hedefliyoruz.
Bunu başarabilirsek, sosyalist hareket bir bütün olarak daha iddialı hale gelir. Ülkemiz, bölgemiz ve dünya büyük bir kırılma yaşarken seyirci değil müdahil olmak gerekiyor. Bunun için de elimizden geleni, yapılabilecek olanı değil yapılması gerekeni hedefleyip, buna göre mücadele etmek gerekiyor. Çabamız bu.
Cemil Aksu / POLİTİKA HABER