■ Politika’dan Yorum
Hem rejimin sözcüleri hem de rejim karşıtı güçlerin üzerinde anlaşacağı bir konu varsa sanırız o da, 12 Eylül Rejiminin sürdüğüdür. Darbeden sonra iş başına gelen bütün “sivil hükümetler”in –20 yıldır iş başında olan AKP’nin de- temel vaadi “sivil anayasa” oldu ama hiçbiri bunu hayata geçiremediler, geçirmediler. Çünkü geçiremezler. Müstakbel hükümetler de geçiremeyeceklerdir, diye iddia da edebiliriz.
Fakat bu iddia bir subjektiflikten beslenmiyor. Yani öylesine bir iddia değil. Bu iddianın temelinde Türkiye Cumhuriyetini krize sokan ve ancak askeri, yarı askeri ya da “sivil”/parlamenter darbelerle (2015 seçimlerinden sonra resmen hayata geçirilen ve hala devam eden OHAL ve Türk Tipi Cumhurbaşkanlığı Sistemi de bir darbedir) “çözülen” tarihsel toplumsal fay hatları gerçeği yatar. 12 Eylül Askeri Faşist Darbesi, Dünya Bankası Sanayi Dairesinde danışmanlıktan Sabancı Holding’de Genel Koordinatörlük görevine Başbakanlık Müsteşarlığı ile DPT Müsteşar Vekilliğine kadar küresel ve “milli burjuvazi” için çok önemli hizmetlerde bulunmuş Turgut Özal’ın adıyla özdeşleşen neoliberal ekonomi programının hayata geçirilmesi için gerçekleştiği biliniyor. Neoliberal 24 Ocak Kararları’nın temel hedefi, işçi sınıfının ekonomik ve sosyal haklarının budanması, örgütlülüğünün dağıtılması, kamusal hakların ortadan kaldırılarak bütün temel kamusal hizmetlerin özelleştirilerek sermayenin düşen kar oranlarını yeniden yükseltmek, ona karlı yeni yatırım alanları sağlamaktı.
Türkiye’de 5, 10 ve 20 yıllık periyodlarla tekrarlanan şiddeti de periyodun kısa-uzun olmasına göre değişen ekonomik krizlerine denk düşen öyle ya da böyle darbe ve darbecikleri yaşanır. Örneğin 1984-5 Kürt hareketi ve 1989 Büyük İşçi Hareketi 1991-2’de devreye sokulan “düşük yoğunluklu savaş konsepti” ile cevaplanmıştır. 5 Nisan Kararları ile bilinen IMF-Dünya Bankası Programı, Kemal Derviş adıyla özdeşleşen 2001’de hayata geçen program ve AKP’nin 2015’ten sonra yürürlüğe koyduğu ekonomik programlarına 94 Gazi Katliamı, 2000-2001 “Hayata Dönüş Operasyonu” adı altındaki cezevi katliamı, 2015’ten sonra da Kürt siyasi hareketi ve HDP’nin merkezinde durduğu ama her türlü muhalif sesin gözaltı ve tutuklama, işten atma vb. şeklinde gelişen OHAL süreci işlik etmiştir.
Bu kaçınılmaz bir yasallıktır. Doğa yasası kadar kaçınılmaz bir yasadır. Çünkü sermaye ancak emekçilerin ve doğanın güçlerine el koyarak, zorla onlara boyun eğdirerek onları sömürerek kar oranlarını arttırabilir, yaşam koşullarını garanti altına alabilir. Sermayenin bu doğası gereğini yerine getirmeye talip hükümetler, sermayeyi dizginleyerek, onların zenginliklerinin bir kısmını yoksullara dağıtmayı, işçilerin toplumsal zenginlikten aldıkları payı arttırmalarını, pazarlık güçlerini arttıracak örgütlenmesinin önünün açılmasını sağlayamazlar. Aynı şekilde Kürt sorunu, Alevi sorunu gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin bir burjuva diktatörlük olarak kuruluşundan kaynaklanan varoluşsal sorunlarını da demokratik bir şekilde çözemezler. Çünkü bu sorunların çözümü ancak demokratik bir siyasal sistem ile mümkündür. Demokrasi ise bir bütündür. Kürtlere, Alevilere demokrasi, işçi sınıfına, emekçi köylülüğe ise faşizm şeklinde şizofren bir siyasal sistem olamaz. Türk burjuvazisi ve onun sağlı-sollu temsilcileri Kürt sorunu çözemez, çünkü bu işçi sınıfının siyasi ve sendikal örgütlülüğünün güçlenmesi demektir. Ve bu burjuvazinin sürdüğü saltanatın gerilemesi, yıkılması demektir.
12 Eylül Rejiminin hala sürmesinin nedeni budur. İşçi sınıfının özgürlük mücadelesi ile Kürtlerin, Alevilerin, kadınların ve toplumun diğer ezilen, dışlanan kesimlerinin taleplerinin “burjuva demokratik sınırlar” dahilinde bile çözülememesinin nedeni budur. Bu yüzdendir ki, müstakbel hükümetler de ne Kürt sorununda ne de işçi sınıfının ekonomik-siyasi haklarının tanınması konusunda en ufak bir adım atamayacaktır. 12 Eylül devam edecektir.
12 Eylül’ü bitirecek olan elbette ki işçi sınıfının ve Kürt siyasi hareketinin, Alevilerin, kadınların ve diğer ezilenlerin ortak mücadelesi olacaktır. Bu sistem karşıtı güçler ne kadar örgütlü iseler, ne kadar güçlü iseler ve ne kadar birlikte davranabilirlerse faşist rejimi o kadar geriletebilirler.
Burada önemli bir olguya değinmek zorundayız. 12 Eylül işçi sınıfının sendikal ve siyasal örgütleri ile tüm demokratik örgütlerin üzerinden bir silindir gibi geçmiştir. Ciddi bir direnişle karşılaşmamıştır. Hatta faşist generaller ve ağababaları ABD’deki istihbarat çevreleri dahi daha sert bir tepkiden, bir iç savaş tehlikesinden çekiniyorlardı. Onlar için beklenmedik gelişme 1983 yılından itibaren dönemin Kürt ulusal kurtuluş hareketinin sahneye çıkması ve dişe diş bir mücadeleye girmesi olmuştur. Hiçbir önlem bu mücadeleyi durduramamış ve günümüz Kürt özgürlük hareketi ile Türkiye devrimci hareketinin birleşik mücadelesinin gelişmesine engel olamamıştır. Toplumun her alanında gelişen bu mücadele bugün bir yandan NATO’nun ikinci büyük ordusu ile savaşmaya devam ederken, diğer yandan parlamentoda kilit rol oynayacak düzeyde güçlü bir birleşik partinin, HDP’nin oluşmasına yol açmıştır.
Rejimin adları “muhalif” dahi olsa, temsilcilerinden demokrasi beklemeye devam etmek ise, tıpkı 12 Eylül darbesinin gelişi bilinmesine rağmen hiçbir hazırlığın yapılmamasının yarattığı tasfiye gibi yina acılarla dolu bir tasfiye süreci getirecektir.