■ Politika’dan Yorum
Bir kez daha deprem enkazı altında kaldık. Merkez üssü Maraş’ın Pazarcık ilçesi olan 7, 4 büyüklüğündeki deprem sonucu 10 ilde ve Suriye’de Rojava ve Afrin bölgelerinde yüzlerce binanın çökmesine, onlarca insanın canından olmasına neden oldu. Enkaz altında hala birçok insanımız var.
Elbette şimdi deprem bölgelerindeki yurttaşlarımızın yaralarının sarılması için dayanışma zamanı. Daha önceki deneyimlerden biliyoruz ki, devlet, yurttaşın sorunlarını gidermekten çok yeni sorunlar yaratmak, ayrımcılık yapmakta daha mahir. Bu nedenle yurttaşların yurttaşlarla dayanışması çok daha önemli.
Türkiye bir deprem ülkesi. Biliminsanları gibi devlet yetkilileri de bu gerçeği tekrarlayıp duruyorlar. Bununla beraber, yaşanılan büyük-küçük her depremden sonra yetkililer bu gerçeği dile getirip yaşanılan felaketin bir kader olduğunu söylemekten çekinmiyorlar. İşte yaşadığımızın felaketin asıl nedeni de bu anlayıştır.
Depremlerin, sellerin birer sosyal felakete dönüşmesinin nedeni, devletin, bakanlıkların, yerel yönetimlerin üstlerine düşen görevleri yapmamalarıdır.
Her depremde en fazla devlet kurumlarına ait okulların, hastanelerin, karakolların, yolların, belediye binalarının vb. hasar görmesi bu durumun en somut kanıtıdır. Çünkü hükümet ve yerel yönetimler, bilimdışı imar izinleri vererek, yerinde ve etkili inşaat denetimlerinin yapılmaması, aşırı kat izinleri vb. ile depremin yurttaşlarımızın canına kast eden sonuçlar doğurmasından bizzat sorumludurlar.
Biliminsanları defalarca belli bölgelerde büyük depremlerin gerçekleşeceği, mevcut binaların böyle bir depreme dayanıklı olmadığını açıkladılar. İktidar ise bu gerçeği gerekçe göstererek “kentsel dönüşüm projeleri” adı altında inşaat furyası başlattı. Deprem vergisi topladı. Ama sonuçta değişen bir şey olmadığı ortaya çıktı. Çünkü depremlerde yıkılan binaların bir kısmı yeni yapılan çok kattlı binalardı. Ayrıca deprem vergilerinin nerede olduğu belirsizdir. Depreme hazırlık yerine yurttaşları ağır borç yükü altına sokan bir “kentsel (rantsal) dönüşüm” devreye soktular. İnşaatların denetimini de özelleştirerek her türlü kuralsızlığın da önünü açtılar. Ardı ardına imar affıları çıkararak kaçak, teknik şartları yerini getirmeyen yapılaşmalara izin verdiler.
Sonuç ortada. Binlerce yurttaşımız enkaz altında.
Ve ne yazık ki bu son olmayacak.
Büyük Marmara depremi konusunda da biliminsanlarının uyarılarının hiç bir kamu yetkilisi tarafından ciddiye alınmadığı ortada. İstanbul başta olmak üzere, Büyük Marmara depreminden milyonlarca yurttaşın etkileneceği biliniyor. Binlerce depreme dayanıksız binada ise yurttaşlar mecburen ikamet ediyor. Ev fiyatlarının, kiralarının astronomik oranda arttığı, enflasyonun yüzde 180’lere çıktığı, buna karşın milyonlarca çalışanın asgari ücret ile geçimini sağlamak zorunda olduğu şimdiki durumumuzda devlet yurttaşları kaderiyle baş başa bırakmış durumda.
İktidar ayaktan başa kadar suça boğulmuş durumda. Yurttaşların karşı karşıya kaldığı hayati sorunları çözmek yerine kendisinin ve etrafındaki bir avuç ayrıcalıklı insanın çıkarlarını, bekasını korumayı esas almış durumda. Yaşanılan ekonomik sorunların da, deprem, sel gibi doğal olayların felakete dönüşmesinin de esas nedeni budur.
Depremden etkilenen yurttaşlarımızın yaralarını sararken aynı zamanda da canımıza kasteden bu iktidardan kurtulmak zorunda olduğumuzu ve bunun için de daha fazla dayanışma ve örgütlenmek zorunda olduğumuzu da unutmayalım.