■ Politika’dan Yorum
Bugün depremin 22. Günü. Hala deprem bölgesinde neredeyse hiç bir aile konteynırlara yerleştirilmedi, binlerce yurttaşa ise çadır bile ulaştırılmadı. Çadır dağıtımı birçok yerde 22 Şubat’taki depremden sonra dağıtılmaya başlandı. Çünkü çadır bulamayan yurttaşlar gecenin soğuğunda hasta olup ölmemek için mecburen hasarlı evlerine girdikleri için bir kez daha depreme evlerinde yakalandılar. Kızılay’ın çadırlarını Ahbap’a satarak Ahbap’a giden yardımların bir kısmına el koymayı becerdiğini de şimdi öğreniyoruz. Ama hala çadır yok. Fakat kime çadır yok, Arap Alevilere, HDP’nin, solun güçlü olduğu mahalle ve köylere çadır yok.
Deprem bölgesine gidip arama-kurtarma ve dayanışma faaliyetlerine katılan hemen herkesin tanık olduğu gerçeğin bu devletin ırkçı olduğudur. Bu devlet ırkçıdır. Bunu da en açık seçik bir şekilde görülen yer de Hatay’dır. Depremin en fazla yıkıma uğrattığı Hatay’da devlet hala gitmedi. Çünkü orada ölenler Arap Alevi halkındandı. Dolayısıyla ölmesi, enkaz altında kalması, soğuktan donması, hasta olması, yerini yurdunu terk etmek zorunda kalması işten bile değildir. Hatta bu iyidir, Devlet için.
Devletin Hatay’a gitmemesini başka yerlerdeki gibi geç müdahale etmesi, yetersiz kalması, organizasyonluklarla karıştırmamak gerekir. Devletin Hatay’a yaklaşımındaki ırkçılığı görmek için belki “Hatay Sorunu” hatırlamak gerekir. Devlet için deprem “Hatay sorunu”nun hallidir.
“Hatay Sorunu” nedir?
20 Ekim 1921’de yapılan anlaşmayla İskenderun Sancağı adı altında görünüşte özerk bir bölge olarak Fransızlara bırakılmıştı. Arapların mutlak çoğunlukta olduğu İskenderun Sancağı Lozan Anlaşması’nda Türkiye sınırlarında yer almadı. 1936 yılına kadar bölge Suriye, Fransa ve Türkiye arasındaki temel sorun haline geldi. Mustafa Kemal yönetimi Hatay’ın “Kırk asırlık Türk yurdu” olduğu tezini savunuyordu.
Avrupa’daki ekonomik kriz ve İtalya, Almanya’da faşizmin yükselişinin yarattığı koşullarda 1936’da Fransa, Suriye’daki manda yönetimini sona erdirdi. Suriye ve Fransa arasındaki anlaşma gereği Hatay da Suriye’ye kalıyordu.
Bu duruma Türkiye itiraz ederek Milletler Cemiyeti gözetiminde nüfus sayımı yapılmasını istedi. Fakat sayımda Arapların ezici çoğunluğu bir kez daha ortaya çıktı. Hatay’da önemli bir Ermeni nüfusunun da yaşadığını, dolayısıyla onların da Türk devletinin Hatay politikasının hedefleri arasında olduğunu belirtmek gerekir. (Nitekim bugün de resmi olarak Ermeni olduğu kabul edilen tek köy Samandağ’daki Vakıflı köyüdür). Bundan sonra bölgede kanlı çatışmalar organize edilmeye başlandı. 4 Temmuz 1938’de Albay Şükrü Kanatlı komutasındaki Türk birlikleri Hatay’a girdi. 24 Ağustos 1938 tarihinde yapılan seçimlerde, Arapların mutlak üstünlüğüne rağmen, Sancak Meclisi’nde toplam 40 milletvekilinden 22’sini Türkler aldı. Sancak Meclisi, ilk toplantısını 2 Eylül 1938’de yaptı ve bu toplantıda Hatay Devleti adını kabul etti. 23 Haziran 1939’da Ankara’da Türkiye ile Fransa arasında bir anlaşma daha imzalandı. Bu anlaşmaya göre, Hatay Devleti’nin sınırları ve vatandaşlarının statüsü hakkında hükümler bulunuyor, Fransa tüm haklarından vazgeçtiğini bir kez daha teyit ediyordu. Hatay Meclisi son toplantısını 29 Haziran 1939’da yaptı ve oybirliğiyle Türkiye’ye katılma kararı aldı.
Kısacası Türk burjuva devleti ne coğrafi olarak, ne kültürel olarak, ne de ulusal olarak kendisiyle hiçbir bağı bulunmayan ama büyük bir stratejik ve ekonomik kıymete sahip Hatay’ı işgal etmiş oldu.
“Hatay sorunu” hiç bir zaman iç ve dış politikanın gündeminden çıkmadı. Hatay, Suriye tarafından kendi toprağı olarak kabul edilmekte ve haritalarında yer verilmektedir. Türkiye Cumhuriyetinin en kutsal anlaşması sayılan Lozan Anlaşması’nda Hatay Türkiye sınırları içinde değildir. Türk burjuva devletinin bugün de Kürtlerin Rojava’daki özgürlüğünü kazanmaları üzerinden Hatay üzerinden İdlib’i işgal etmesi Hatay sorununun devamıdır. İdlib işgalini haklı göstermek için planlanan Reyhanlı Katliamı da Hatay’da gerçekleştirildi. Ayrıca Selefi cihatçı Arapları Hatay’a yerleştirerek ilin demografisinin değiştirilmek çalışılması da bu politikanın devamıdır.
Ve şimdi art arda üç büyük depremin vurduğu Hatay’da eğer Devlet, yurttaşları enkazlardan kurtarmak için gitmiyorsa, kendi çabalarıyla enkazdan sağ çıkanların sağlıklı ve güvenli bir şekilde çadırlara ve konteynerlere yerleştirmiyorsa, bilakis ölen ölsün, kalanlar da bölgeyi terk etsin diye bekliyor ve hatta teşvik ediyorsa bu “Hatay sorunu”nun halli içindir.