■ Politika’dan Yorum
Geçtiğimiz Perşembe günü ABD eski Başkanı Trump’ın ABD Kongresi önünde binlerce kişiye yönelik yaptığı konuşmada; ”Asla vazgeçmeyeceğiz, yenilgiyi asla kabul etmeyeceğiz” sözleriyle ortalık bir anda karıştı. Binlerce kişi olduğu söylenen bir güruh Kongre binasını bastı, içeriyi dağıttı ve açıklanan resmi sayılara göre dört kişi öldü. Yani kan döküldü. Kongreyi basanlar kıyafetlerine ve tarzlarına bakıldığında tam da marjinal çevreleri temsil eden unsurlardı. (Gezi Direnişi sırasında direnen devrimci, demokrat ve yurtseverleri “marjinal” olarak niteleyen AKP’nin yetkililerine ABD Kongresi’ni basan unsurların niteliklerine iyi bakmalarını ayrıca öneririz.) Ulusal Muhafızlar Kongre binasına girdi, bina boşaltıldı ve Washington’da 20 Ocak tarihine kadar Olağanüstü Hal ilan edildi.
Normal olarak Kongre Binası “Capitol”un çevresi tampon bölgedir. ABD’nin FBI dahil güvenlik örgütleri ve ordusu bu çevrede kuş uçurtmaz. Ona rağmen binlerce kişinin binaya girebilmesi ve talan edercesine hareket etmeleri bir senaryoyu işaret etmektedir.
Türkiye bu olay karşısında “üzüntülerini belirtmek” dışında çok dişe dokunur açıklamalar yapmadı. Rusya, Dışişleri Bakanlığı sözcüsü üzerinden “ABD seçim sisteminin eskimişliğine” vurgu yaptı. F.Alman tekelci sermayesinin yayın organları ise “ABD demokrasisini yıkmak için ancak ordu hareket ederse sonuç alınabileceğinin” altını çizen, farklı biçimlerde yorumlanacak açıklama geldi.
Biz olanları, ABD’deki tekelci sermaye gruplarının aralarındaki çelişkilerin politik arenaya yansımasının bir sonucu olarak değerlendiriyoruz. Trump bir kukla, Biden de öyle. Ancak, onların arkalarında destekçi konumda olan sermaye grupları ve onların Pentagon, CIA ve FBI içindeki uzantıları ile politik bürokrasi içindeki temsilcileri yaşanan olayların gerçek sahipleridirler.
Bu tür, dizi film senaryosu gibi “baskın” ile ABD’deki seçim sonuçlarının ve statükonun değişmeyeceği herkes tarafından bilinmektedir. Neki, bu şov niteliğindeki senaryo ile ABD ve dünya kamuoyuna verilmek istenen bir mesaj vardı. O da, seçimler sonrası ortaya çıkan durumun tüm sermaye gruplarının ortak tercihi olmadığı gerçeğinin sansasyonel bir biçimde açıklanmasıdır.
Türkiye’deki Saray mukimlerinin bu senaryoyu seyrederek, iktidarlarını kaybettiklerinde buna benzer bir senaryo denemesi yapma konusunda ilham almış olmaları olasıdır. Hatta “bu iş öyle yapılmaz, böyle yapılır” tarzında yorumlar yapıldığı kulislerde konuşuluyor.
ABD Kongresi’ne yapılan “baskın” bize asıl şu mesajı vermelidir: Kapitalist iktidarın ve devletin temsili merkezi binalarına yapılan her “baskın” her zaman ilerici ve demokratik bir “baskın” olmak zorunda değildir. Belki “Sol” içinde, herhangi bir Latin Amerika veya Uzak Doğu ülkesinde böyle bir baskın haberi basına düştüğünde onu demokrasi güçlerinin bir zaferi olarak nitelendirmeye hazır olanlar çıkabilir. Bizim önerimiz bu tür “baskınların” arka planlarına ve sınıfsal niteliklerine dikkatlice bakılması yönündedir. Tekelci sermayenin kendi aralarındaki it dalaşında figüran rolünü üstlenmemeye dikkat edelim.