Günlerdir, hatta haftalardır ABD Başkanı Donald Trump “çılgın bir Çarşamba” olacağının altını çizip taraftarlarını sokağa çağırıyordu. Kongre oylaması günü geldi çattı. Saat farkı nedeniyle pek çok kişi sabah basından gördü ki ABD’de beyaz üstünlükçüler silahlı, bombalı, çelik yelekli bir şekilde ABD Kongre binasını basmış! Sabah saatlerinden itibaren gelişmeleri takip ederken, gün içinde forumlarda, sosyal medyada çok tehlikeli çağrılar görmüş, bir yandan da kongre binasını korumakla görevli polislerin, göstericilerle çektirdiği sevgi dolu “selfie”lere şahit olmuştum. Forumlarda Trump taraftarları “Taşıyabildiğiniz kadar mermi getirin” diye çağrılar yaparken, canlı yayınlarda üstüne Amerikan bayrağı dolamış, aklı başında bir insanın olsa olsa “meczup” diye tanımlayacağı insanlar, Kovidli hastalara sokağa çıkma çağrıları yapmıştı.
BENZER SAHNELER
George Floyd’un öldürülmesinin ardından yeniden alevlenen Black Lives Matter eylemlerinde, aynı kolluk güçlerinin, aynı bina önünde etten duvar oluşunu izledim ve Hrant Dink’in katili Ogün Samast’ın polislerle fotoğraf çektirdiği bir ülkede yaşıyor olmam sebebiyle, polislerin siyahlara etten duvar olup beyaz üstünlükçü, aşırı sağcı ekstremistlere öpücük yollamasını garipsemedim. Türkiye’de de sıklıkla benzer sahneler gördük. Yanlış büyükelçiliği basmaya giden ülkücülerin yolunun su gibi açık olduğunu, ülkücüler üniversitelerde, belli başlı sembolik sokaklarda devrimci ve yurtseverlere saldırırken, polisin de onlarla birlikte saldırıya geçtiğini defalarca gördük. Rage Against the Machine’in “Kolluk kuvvetlerinde çalışanlarla haçları yakanlar aynı kişiler” sözleri geldi aklıma. Söz konusu şarkı sözü Amerika’daki polis teşkilatının siyahların kiliselerini yakan beyaz üstünlükçü ideolojisine bir eleştiriydi. Dün gece Amerika’da, dünyada da olduğu gibi gördük ki “aynılar aynı yerde, ayrılar ayrı yerde” durdu ve kucaklaştı. Öyle ki yine sosyal medyaya düşen bir videoda, siyah bir polisin, kongre binasını basan Trump taraftarları tarafından bina içinde tek başına kovalandığını gördük. İçinde onlarca polis olan binada, nasıl olduysa siyah polis, meslektaşları tarafından yalnız bırakılmış, beyaz üstünlükçülerin arasına atılmıştı. Bu arada büyük ihtimalle George Floyd’u Breonna Taylor’u ve daha nicelerini öldüren ABD’nin makbul, beyaz polisi, kongre binası basan Trump taraftarlarıyla selfie çektirmekteydi.
KONGRE BİNASINA NASIL GİRDİLER?
Dış basını hiç takip etmeyen biri bile şu soruyu soracaktır: Bu insanlar nasıl oldu da hiçbir müdahale olmaksızın, örümcek adam gibi Kongre duvarlarından tırmanıp, Kongre binasının içine tepeden tırnağa silahlı girebildiler? -Ki Trump’ın hispaniklere ve çetelerin zulmünden kaçan Latinlere karşı örme sözünü verdiği “duvar”ın pek işe yaramayacağını da yine kendi taraftarlarının örümcek adamlığında görmüştük- İnsan soruyor, sizin polislerin eli armut mu topluyor? Zira binlerce kez şahit olduğumuz gibi “trigger happy” Amerikan polisi, cebinden kimlik, telefon ve hatta bir adet elma çıkaran siyahlara uyarısız ateş etmekten imtina etmemesiyle biliniyor.
BASIN ŞAŞKIN!
Amerikan basını şaşkın, “demokrasi timsali” ülkelerinde böyle bir şeyin nasıl olduğunu anlamakta güçlük çekiyorlar. Tüm manşetler demokrasiye darbeden bahsediyor. Demokratik Amerika’da “renkli insanlar” her gün öldürülüyor. Siyahlar çocuklarına küçük yaşta polis ile nasıl konuşması gerektiğini, durdurulunca kaçmamalarını, polisle tartışmamalarını öğretiyor. Aynı zamanda cehalet ve kara propagandayla alevlendirilen “kendi ülkesinde mağdur olmuş zavallı beyazların dramı”, eli silahlı insanlar tarafından bağıra çağıra anlatılıyor. Tüm bunlar olurken, polisler, aynı Türkiye’de olduğu gibi öldürdükleri insanlar nedeniyle hiçbir ceza almadan ya da sembolik cezalarla temize çıkarken, Amerikan basını, dünyaya demokrasi dersi veren ülkelerinde böyle bir durumun nasıl gerçekleştiğini sorguluyor. Bunu yaparken de Kongre binası basılırken, öldürülen kişileri yazarken, her nasılsa ortak bir dil tutturmayı başarıyor. Kongreyi silahlarla basan kişilere odaklanırken haberler, o esnada bina çevresinde güvenlik alan polisin ne işle meşgul olduğunun ise itinayla üstü örtülüyor.
DİKTATÖRLERİN GİDİŞİ
Bütün bunlar basının nispeten özgür olduğu, dizilerde, talk show’larda “bay başkan” ile dalga geçilebilen bir ülkede oluyor. Demokrasinin ilk şartı seçim ise, seçimin demokratik olmasının ilk şartının da özgür basın olduğu hepimizin malumu. Çünkü kişi kime oy vereceğinin kararını o partinin, o kişinin icraatlarından “doğru” haber alarak verir, değil mi? Türkiye gibi ülkelerde ise tüm kanallar tek sesten yayına geçtiğinden, seçmen doğru bilgiye dayanarak değil, propagandaya dayanarak seçimini yapıyor. Kara propaganda ve algı operasyonlarıyla yönetilen kitle tarafından seçilen “başkan”larla, güçler ayrılığı olmayan ülkelerde, düşünsenize aynı şeyin olduğunu! Tarihte pek çok kez gördük diktatörlerin kolay kabullenmediğini kendi gidişlerini. Ekrana yansıyan görüntülerde süper kahraman kostümlü, kafasında boynuz ve kürk olan tuhaf insanlar tarafından yapılan bu baskının, böyle ülkelerde gerçekleşme ihtimalini düşününce insan buz gibi oluyor. ABD’de yaşanan bu “çılgın Çarşamba”dan alınacak çok ders, yapılacak çok okuma var. Dış haber diye bir şeyin artık neredeyse kalmadığı, her tilkinin kuyruğunun birbirine değdiği zamanımızda, hiçbir uzak çok uzak değil ve her şey bizi ilgilendirmek durumunda. Bunu düşünüp, buna göre vaziyet almak en iyisi herhalde.
Gözde Çağrı Özköse – Zeynep Gürcan / MA