“Hayata Dönüş Operasyonu” adı verilen 19 Aralık 2000 tarihinde 20 ayrı cezaevine eş zamanlı yapılan operasyonun üzerinden 20 yıl geçti. F Tipi Cezaevlerine geçişi protesto etmek için açlık grevinde olan yüzlerce tutukluya karşı gerçekleştirilen ve yüzlerce polis ile askerin katıldığı operasyonda 2’si asker toplam 32 kişi yaşamını yitirdi. Operasyonlarla ilgili açılan davaların bir kısmı zaman aşımı nedeniyle düşerken bir kısmı ise beraatla sonuçlandı. Ümraniye cezaevinde yaşanan katliamdan dolayı haklarında dava açılan kamu görevlileri ve operasyonda görev almış askerlerin yargılandığı dava ise geçtiğimiz yıl sonuçlandı. Mahkeme delil yetersizliği gerekçesi ile tüm sanıklar hakkında beraat kararı verirken dosya istinaf mahkemesinde bekliyor.
Davanın avukatlarından Güçlü Sevim ile İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi Başkanı Gülseren Yoleri, yaşananların hukuku ve toplumsal boyutlarına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
BİR ARPA BOYU YOL ALINMADI
Bayrampaşa cezaevinde yapılan operasyonda 15 kişi yaşamını yitirirken, olaylarda sorumluluğu olan aralarında rütbeli askerlerinde bulunduğu 196 kişi hakkında açılan dava Bakırköy 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesinde görülmeye devam ediyor. Bayrampaşa cezaevi davasında 10 yıldır bir arpa boyu yol alınmadığını söyleyen Avukat Güçlü Sevimli, operasyondan yıllar sonra açılan davaların çoğunun cezasızlıkla sonuçlandığını hatırlattı.
‘OPERASYON TECRİT İÇİN’
Türkiye genelinde 20 farklı cezaevinde gerçekleştirilen katliamın ironik bir şekilde “Hayata dönüş operasyonu” olarak adlandırıldığını ancak yaşananlara bakıldığında olanların bir katliam olduğunu söyledi. Operasyonun en temel amacının cezaevlerinde bulunan siyasi tutukluların tümünü tecrit etmek olduğunu belirten Sevimli, devletin uzun yıllar siyasi tutukluların dış dünyayla bağını koparmak istediğini ancak o dönem tutukluları tecrit edebilecek hücre tipi cezaevlerinin olmadığını ifade etti. 1999 yılının sonlarına doğru devletin hücre tipi cezaevlerinin yapımına başladığını aktaran Sevimli, “İlk elden 6 adet F Tipi cezaevinin inşaatı hızlı bir şekilde bitirildi. Ardından F Tipi cezaevleri gündeme getirildi. Bu sürecin sonunda da 19 Aralık 2000 yılında siyasi tutukluları F Tipi cezaevlerine koymak için bu operasyon gerçekleştirildi” diye konuştu.
SAĞ KURTULANA DAVA
Operasyonun ardından yaşanan olaylarla ilgili adli soruşturmaların başlatıldığını hatırlatan Sevimli, 20 farklı cezaevinde operasyon yapılmasına rağmen sadece 10 soruşturma açıldığını kaydetti. Sevimli, ilk başta açılan soruşturmaların tümünün operasyon emrini veren devlet görevlileri ve operasyonda yer alan polisler hakkında değil operasyonda sağ kurtulan tutuklular hakkında açıldığını belirtti.
Operasyondan sağ kurtulan yüzlerce tutuklu hakkında “cezaevlerinde isyan çıkarmak” gerekçesiyle davalar açıldığını belirten Sevimli, bu davaların bir kısmı beraatla sonuçlanırken, bir kısım davalarda yargılanan tutuklulara ise ceza verildiğini söyledi.
ASKERLERE BERAAT
Çanakkale, Bursa ve İzmir cezaevlerinde yapılan operasyonlarda görev alan askerler hakkında davalar açıldığını anımsatan Sevimli, bu davlarda yargılanan askerler hakkında beraat kararları çıktığını yineledi. Ümraniye Cezaevi’nde operasyona katılan askerler ve cezaevi görevlileri hakkında 2004 yılında açılan davanın 15 yıl sürdüğünü sözlerine ekleyen Sevimli, bu davanın da delil yetersizliği gerekçesiyle cezasızlıkla sonuçlandığını aktardı. Ümraniye Cezaevi dosyasının da istinaf mahkemesinde olduğunu ve oradan çıkacak sonuca göre dosyayı üst mahkemeye taşıyacaklarını kaydeden sevimli, Bayrampaşa Cezaevi operasyonunda görev yapan aralarında rütbeli askerlerinde aralarında bulunduğu 196 asker hakkında açılan davanın ise Bakırköy 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesinde devam ettiğini ifade etti.
ASKERLER KORUNDU
Askerlerin yargılandığı davalarda mahkeme heyetlerinin genelde askerleri koruyan bir pozisyonda olduklarına dikkati çeken Sevimli, “Savunma avukatlarının tüm talepleri ret ediliyor. Yargılamalar tamamen göstermelik yapılıyor. Örneğin Ümraniye davasından mahkeme heyeti sanıkları mahkemeye bile getirmedi. Sadece bulundukları yerden talimatla ifade aldı. Başka hiçbir işlem yapmadı ve bu şekilde davayı beraat ile bitirdi” diye belirtti.
BAYRAMPAŞA’DA CEZASIZLIK TEHLİKESİ
Devam eden Bayrampaşa davasında zaman aşımı tehlikesi olduğuna işaret eden Sevimli, şöyle devam etti: “Zaten kötü muamele ve yaralama fiilleri çoktan zaman aşımına girdi. Ölümlerle ilgili fiiller bile artık zaman aşımına çok yaklaştı. Bu açıdan aslında ‘Hayata dönüş operasyonu’ ile ilgili yargılamalarda ölü fiilleri bile zaman aşımıyla karşı karşıya olduğunu söyleye bilirim. Yani bu davada cezasızlıkla sonuçlana bilir.”
‘AİHM TÜRKİYE’Yİ MAHKUM ETTİ’
“Hayata dönüş operasyonu” ile ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşınana bazı davalarda (AİHM) Türkiye’yi mahkum eden kararlar olduğunu sözlerine ekleyen Sevimli, “Operasyonda yaşamını yitiren tutukluların aileleri davaları AİHM’e taşıdı ve AİHM kendisine yapılan tüm başvuruları kabul edilebilir buldu. Bu anlamda mahkumiyet kararları verdi. AİHM hayatını kaybeden kişilerle ilgili Avrupa Sözleşmesi’nin 2’nci maddesinde düzenlenen ‘yaşam hakkının ihlali’ ve sözleşmenin 3’ncü maddesinde düzenlenen ‘işkence yasağının ihlal edildiği’ yönünde kararlar verdi. Bu anlamda AİHM’nin bu şekilde verdiği 10 tane karar var” diye belirtti.
‘ARTIK YARGI ÖNÜNE ÇIKMALILAR’
19 Aralık’ın Türkiye tarihinin en büyük cezaevi katliamı olduğunu vurgulayan Sevimli, sözlerini şöyle sürdürdü: “Mahkemelerden gerçek anlamda hukuki sorumluluğu olan kişilere ceza verecekler mi diye sorarsanız tabi orada soru işaretleri var. Ama biz elimizden geldiğince yargılamalarda gerçeği ortaya çıkarmak için çaba sarf ediyoruz. Her ne kadar operasyona katılmış askerlere dava açılmış olsa da hala hukuki sorumluluğu olan üst rütbeli birçok görevliye soruşturma açılmadı. Dönemin Jandarma Genel Komutanına, Genel Kurmay Başkanlığına, dönemin Milli Güvenlik Kurumu (MGK) üyeleri, dönemin Adalet ve İçişleri Bakanlarına soruşturma açılmadı. Yargılanan askerler savunmalarında ‘bize ne emir verildilerse biz onu yaptık. Harekat planı çerçevesinde hareket ettik’ diyorlar. Zaten dosyalara gelen bütün harekat planlarında Jandarma Genel Komutanlığından tutun da dönemin İçişleri Bakanlığı’na kadar hepsinin imzaları ve emirleri var. Bu kişilerin artık yargı önüne çıkması gerekir.”
‘AKP KATLİAMCI ZİHNİYETİN DEVAMCISI’
20 yılda Türkiye’de katliamcı zihniyetin hiç değişmediğini sözlerine ekleyen Sevimli, şunları söyledi: “Operasyon yapıldığında DSP, MHP ve ANAP koalisyon hükümeti vardı. Operasyondan 2 yıl sonra AKP iktidara geldi. Bu anlamda yaptıkları tek şey tecrit politikalarını daha da ağırlaştırmak oldu. AKP iktidarı operasyonu yapan zihniyetin söndürücülüğünü yapıyor. AKP’nin yeni iktidara geldiği 2004 yılında F Tipi cezaevlerinin mimarlarından bir olarak bilinen ‘Hayata dönüş operasyonu’ sırasında Cezaevleri Genel Müdürlüğü görevinde bulunan Ali Suat Ertosun’a AKP kurucusu ve dönemin Adalet Bakanı Cemil Çiçek tarafından ‘Devlet Üstün Hizmet Madalyası’ verildi. Bu bile AKP’nin ‘Hayata Dönüş Operasyonunun’ bir sürdürücüsü olduğunu net bir şekilde ispatlıyor. Bugünde hapishanelerdeki mevcut uygulamalara bakıldığında tecrit uygulamasının daha da ağırlaştığını söyleyebiliriz.”
YOLERİ: TECRİT SİSTEMİ
İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi Başkanı Gülseren Yoleri de devletin F Tipi Cezaevi sistemi ile siyasi tutuklu ve hükümleri tam bir izolasyon ve tecride mahkum etmek istediğini ifade etti. Tecrit ve izolasyon sürecinin 19 Aralık Katliamı ile başladığını belirterek, operasyondan sonra binlerce tutuklunun F Tipi cezaevlerine konularak tecrit altına alındığını hatırlattı.
TÜM TOPLUMA TECRİT
F Tipi cezaevlerinin ardından diğer cezaevlerinin de tecrit politikalarına göre dizayn edildiğini dile getiren Yoleri, üzerinden 20 yıl geçmesine rağmen cezaevlerinde değişen hiçbir şeyin olmadığını söyledi. Ülkenin her yerinde tutukluların ağır hak ihlallerine maruz kaldığına işaret eden Yoleri, cezaevleri üzerinden hayata geçirilen tecrit politikasının cezaevlerini aşarak topluma uygulanmaya başlandığının altını çizdi.
Hakkını arayan emekçilerden, parasız eğitim isteyen öğrenciye kadar herkesin baskı altında olduğunu anımsatan Yoleri, şöyle konuştu: “İktidarın politikalarını eleştiren siyasetçi, yazar, sanatçı ve gazeteciler ya ağır baskı altına alınıyor ya da cezaevlerine dolduruluyor. Bu tecrit halini aşmanın tek bir yolu var oda tüm toplumu içine alacak bir mücadele biçimidir. Bu olmazsa tecrit durumunun ağırlaşarak devam ettiğini söyleye biliriz.”
Erdoğan Alayumat – Berna Kişin / MA