■ Politika’dan Yorum
HDP’nin kapatılması istemiyle açılan davada, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının partinin Hazine yardımı bulunan hesaplarına bloke konulması talebini ivedilikle görüşen Anayasa Mahkemesi, Anayasa’ya göre parti kapatmalar, yardımın kesilmesi gibi kararlar 3’te 2 çoğunlukla alınması gereken kararı 7 hayır, 8 evet oyu ile almış.
Hani bütün bu sürecin başı olan HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması için düğmeye basıldıktan sonra, ana muhalefet partisi CHP’nin lideri Kemal Kılıçdaroğlu “Anayasa’ya aykırı ama ‘evet’ diyeceğiz” diye açıklama yapmıştı. Türk burjuva siyasetinde sık duyduğumuz bir şeydir, “bir kereden bir şey olmaz” diye. Özal’ın “Anayasa bir kere delinmekle bir şey olmaz” sözü akıllarda. Kaldı ki, AKP’li Cumhurbaşkanı’ndan yerel mahkemelere kadar hiç kimsenin kararlarını takmadığı bir Anayasa Mahkemesi’nin faşist rejim koşullarında “ikili hukuk” uygulamaktan hiç bir zaman azede olmadığı da bilinen bir gerçek. Dolayısıyla bütün boyutlarıyla siyasi olarak süreçte muhalefetin hala hukuk hukuk demesi gına getiriyor.
2023 seçimlerinin hem yöneten sınıfı hem de başta Kürt halkı ve işçi sınıfı olmak üzere yönetilenler açısından önemli bir muharebe anı olacağı kesin. Dolayısıyla bütün bu sürecin analizinde “savaş sanatı”nın ilkelerinin geçerli olduğunu belirtmek gerekir. Clausewitz’in “Savaş politikanın başka araçlarla devamıdır” sözünden hareketle politikanın da savaşın başka araçlarla sürdürülmesi olduğu söylenebilir. Fakat bu da yetmez, çünkü savaşın da bir hukuku vardır. Ama o hukuk da egemenler arasındadır. Egemenlerin ezilenlerle savaşında hukuk da yoktur. Kısacası, savaşta da siyasette de hukuk ancak savaşan tarafların askeri, politik, ekonomik gücü oranında işlevsel araç haline gelir, gelmektedir.
2023 seçimlerinin şu andaki koşullar dahilinde bir halk-iktidar çatışması üzerinden gelişmediği açık. Egemen sınıf adına sürecin Millet ve Cumhur İttifakları eliyle kontrollü bir şekilde idare edildiği söylenebilir. İki egemen ittifakın da büyük bir gayretle halkı süreçte edilgen pozisyonda tutmakta kararlı davrandıklarını görüyoruz. Cumhur İttifakı’nın parti-devlet olma gücüyle İçişleri Bakanlığını ve yargıyı kullanarak tüm süreçte üstünlüğünü koruyacağını, bunun için her şeyi de yapacağını düşünmeyen yoktur herhalde. Yüksek enflasyon vb. gibi rakamlar üzerinden muhalefetin feveranları AKP’nin hala yüzde 30-32 oy aldığı gerçeğini ortadan kaldırmıyor.
Cumhur İttifakı’nın iktidarını sürdürmesinin tek koşulunun HDP’ye oy veren seçmenlerin örgütsüzleştirilmesi, oy veremez hale getirilmesi ve olabildiğince de CHP’ye gidecek oyların engellenmesi olduğu da bilinen bir gerçektir. Bunun için de her şeyi yaptığı ve yapmaya devam edeceği da açık.
Bu durumdan daha vahim olan ise HDP’nin siyaset yapmasının üzerine kendi çıkarlarının hesabını yapan bir muhalefetin olmasıdır. HDP’nin Cumhur İttifakı tarafından baskılanması, güçten düşürülmesi sonucunda kendisini desteklemek zorunda kalacağı hesabı yapan, bu yüzden de olan bitene ses çıkarmayan ya da yarım ağız ses çıkaran bir muhalefet var.
Sadece bu da değil, Kürt halkının örgütsüzleştirilmesi, siyasette elinin zayıflatılmasında mevcut faşist savaş rejiminin bekasını gören bir “devlet aklı” da var. Bunlar için AKP ya da CHP veya İP’in iktidara gelip gelmemesinden daha önemli konu, Kürt sorununda savaş politikalarının sürüp sürmeyeceğidir. Onların da beslendikleri şey savaş bütçesidir ve kim gelirse gelsin bu bütçenin azalmasını istemiyorlar, gerisi teferruat onlar için.
İktidarı muhalefeti ile Kürtlerin canı kanı üzerine siyaset bina edenlerin unuttuğu şey ise, bu siyasetin bumerang etkisidir. Kürtlere karşı savaşta kullanılan bütün yöntemler Millet İttifakına karşı da kullanılmayacağının garantisini kim verebilir? İstanbul’a kayyım atanmayacağının garantisini kim verebilir? Millet İttifakı adaylarının siyasi ya da yargı cinayetlerine maruz kalmayacağını kim garanti edebilir?
Türk ve Kürt halkı birçok darbe yaşadı, en insanlık dışı işkencelere, ölümün bin bir türlüsüne maruz kaldı. AKP’li Cumhurbaşkanı’nın da bir dönem ağzına pelesenk yaptığı bir söz vardı: Kılıçla koltuğa gelebilirsin ama kılıcın üstüne oturamazsın. Nitekim bütün savaş baronları kendi menfaatleri için binlerce, milyonlarca yurttaşın felaketi pahasına yürüttükleri savaş politikaları yenildi, şairin dediği gibi “ne kırlarda direnen çiçekler, ne kentlerde devleşen öfkeler” bitti. Ama 100 yıl sonra gelinen nokta “neo-Osmanlı” olacakken “hasta Türkiye” oldu.
Artık herkesin anlaması gereken nokta şudur: Demokrasi, özgürlük, adalet “bir kere çiğnemekle bir şey olmaz” denilecek şeyler değildir. Bir kere ihlal edildikten sonra nerede duracağı, nasıl duracağı belli olmuyor. Bu yüzden daha fazla değil sadece demokrasiye, adalete sahip çıkmak lazım