Bitkisel Yağ Sanayicileri Derneği’nin geçtiğimiz gün yaptığı açıklama ile yaşanan gıda krizine yeni bir boyut eklenmiş oldu. Zeytinliklerin maden şirketlerine açılmasını sağlayan yönetmelik tartışmaları ise sürüyor. Bitkisel Yağ Sanayicileri Derneği yaptığı açıklamada, stoklarına ancak nisan ayına kadar yetecek oranda yağ bulunduğunu ifade etti. Buna karşı Bakan Vahit Kirişçi ise açıklamayı yalanlayarak yeterli miktarda yağ stoklarının olduğunu söyledi. Yurttaşlar ise yeni zamlar gelmeden marketlerden yağ alma telaşına düşmüş durumda.
İşin aslını öğrenmek için Çiftçi-Sen’den Adnan Çobanoğlu ile görüştük.
Gerçekten işin aslı nedir? Sanayiciler Derneği mi yoksa Bakan mı doğruyu söylüyor? Zaten gıda enflasyonu almış başını gidiyor, geçtiğimiz aylarda şekerle ilgili benzer açıklamalar yapıldı. Şimdi ise bitkisel yağlar. Gerçek durum nedir?
Aslında yeterli yağ üretilebilir ve bu mümkün. Bitkisel yağ deyince sadece ayçiçek yağı anlaşılması da yanlış. Zeytinyağı, fındık yağı Türkiye açısından önemli gelir kaynakları. Ama zeytinlikler madenlere açılıyor. Fındık yağının kullanımı için hiçbir çalışma yapılmıyor. Ne tüketicilerin damak zevkinin fındık yağına alışması için ne de pazarlama için…
Geçmişte ayçiçek yağı üretiminin büyük bir kısmı yurt içindeki üretimle karşılanabiliyordu. Ama uygulanan tarım politikaları öyle bir şekilde çalışıyor ki, tam hasat zamanında gümrük tarifeleri indirilerek yağ ithalatı teşvik ediliyor. Bu ister istemez üreticilerin kar elde edememesi anlamına geliyor. Çiftçiler de üretim yaptıkları yerde yeterince gelir elde edemeyince üretimden uzaklaşıyor, tarlasını maden şirketlerine, enerji şirketlerine satmaya razı oluyor. İstifa eden Tarım Bakanı “paramız var ki ithal ediyoruz” gibi bir açıklama yapmıştı. Uluslararası sermaye de zaten tarımın şirketlerin eline geçmesi için politikalar hazırlıyor ve devletlere uygulatıyor. Bir de buna enerji ve maden politikaları da tarım alanlarını bitirmek üzerine kurgulandığında ortaya gıda krizi doğuyor.
Ayrıca gıda krizi sadece yeterli üretimin olmaması değil, yurttaşların yeterli gelire sahip olmamaları da gıdaya erişimi engelliyor. İnsanların gelirleri sürekli düşüyor. Fiyatlar yükseliyor.
Gıda fiyatlarının artışına neden olan faktörlerden biri de nakliye masrafları. Biz yerelde üretim ve yerelde tüketimi savunuyoruz. Çünkü en az maliyet yerel üretilip yerelde tüketlen ürünlerde olur. Uluslararası nakliyenin oluşması hem büyük bir maliyet hem de aslında karbon emisyonu yaratarak iklimi de etkiliyor. Bu fiyatlarının bu hale gelmesinin nedeni bütün bu faktörler.
Sanayicilerin Ukrayna’daki savaşı bahane ederek stoklarının tükendiği açıklaması fiyatlarla ilgili spekülasyon yapmaya dönük bir açıklama mı?
İki türlü de düşünülebilir. Birincisi, ellerindeki ürünleri yeni ithal edecekleri ürünlerin maliyetleri üzerinden fiyatlandırmak, dolayısıyla daha çok kar elde etmek istiyor olabilirler. İkincisi, yeni alacakları ürünlerin fiyatlarının da şimdi durumdan yüksek olması ihtimali var. Bir yandan karını maksimize etmek için bu tür spekülasyonları kullanır ama diğer taraftan da uluslararası dengeler sürekli değiştiği için ithal ettiği ürün daha pahalı olduğu için onlar da daha pahalı satmaya çalışacaklardır. Dolayısıyla stoklarla yeni maliyetleri eşitleyerek satmayı tercih edeceklerdir.
Bitkisel yağda Rusya ve Ukrayna’ya ne kadar bağımlıyız?
Bitkisel yağ ithalatın yaklaşık yüzde 60 Rusya, yüzde 18’i de Ukrayna’dan yapılıyor. Dolayısıyla ayçiçekte ciddi oranda Rusya ve Ukrayna’ya bağımlıyız. Sorun da burada. Türkiye’de yeterince zeytin, ayçiçek, fındık yağı üreten çiftçiler desteklenmek yerine ithalatı teşvik ediliyor. Fındığı Ferraro’ya teslim etmek yerine fındık yağı üreterek içerde tüketilmesini sağlamak gerekir. Bu sayede dışa bağımlılık sorun olmaktan çıkarılabilir.
Yağlarla ilgili tartışmanın bir tarafı da ürünlerdeki tağşiş sorunu. Bakanlık da geçtiğimiz hafta ürünlerde taklit ve tağşiş yapan firmaların/ürünlerin listesini yayınladı. Yurttaşlar marketlerdeki yağlara ne kadar güvenebilir?
Maalesef güvenebiliriz diyemem. Tağşiş yıllardır uygulanıyor. Özellikle de zeytinyağında çok yapılıyor. Zeytinyağına soya yağı ekleniyor. Soya yağı, ilave edildiği yağın kokusunu, rengini alan bir yağ. Gözle ayırt etmek mümkün olmuyor. Soya unu da köftelere karıştırılıp et diye satılıyor. Soya aynı zamanda en fazla GDO karışan ürünlerden biri. Bakanlık da açıklama yapmanın dışında ciddi önlemler almıyor.
Hem gıda enflasyonunu hem de gıda alanında yaşanan diğer sorunların engellenmesinin bir yolu yok mu?
Gıda krizi, gıda enflasyonu gibi konularda asıl tartışmamız gereken şey, üretici tüketici birliğini ifade eden gıda egemenliği. üretici neyi nasıl ürettiğine kendisi karar vermeli, tüketici de neyi nasıl yediğini bilerek tüketmeli. Bunu sağlayacak olan şey de, üretici ile tüketicinin doğrudan ilişkiye geçmelerini sağlayacak örgütlerin oluşması ile olur. Gıda inisiyatifleri ve buna uygun kooperatiflerin oluşması gerekir. Üreticilerin, tüketicilerin ya da onların örgütlerinin üretim ve tüketim süreçlerini ortaklaşa katılımcı bir tarzda belirledikleri bir sistem olması gerekir. Bu yoksa kooperatifler de yine mevcut şirketlerin bir aracı haline gelir.
Bunlar üreticiyi ayakta tutabilmek için de buna ihtiyaç var. Tüccarları, aracıları devreden çıkararak ekstra maliyetlerden arındırmış oluruz.
Bu süreçten kurtuluşun yolu, Via Campesia’nın 1996’da ifade ettiği gibi, gıda egemenliği mücadelesinden geçiyor. BM’de Köylü Hakları Deklarasyonunu kabul ettirdik. Burada bugün yaşanılan gıda krizini engelleyecek ilkeler var.
Çiftçilerin sağlıklı toprağa, suya, havaya, tohuma erişim hakkını içeriyor ve Hükümetlerin bu konudaki sorumluluklarından bahsediyor. Bu deklarasyona Türkiye çekince koydu. Bu deklarasyon kabul edilmelidir. Çünkü bu çiftçiyi koruyarak tarımsal üretimin önünü açacak bir deklarasyon. Tarım alanlarının maden ve enerji şirketlerince talan edilmesini engelleyecek olan bir deklarasyon bu aynı zamanda. Yine suların hapsedilmesini engelleyecek bir deklarasyon. Suların hapsedilmesi demek çiftçilerin tarlalarında suya erişimin engellenmesi demektir.
Dolayısıyla bunun için mücadele etmemiz gerekir. Aksi takdirde, Afrika’da da yeterli tarım arazisi olmadığı için değil, tarım arazilerinin şirketlerin eline geçtiği için açlık hüküm sürüyor. Biz de bekleyen şey böyle bir durum.
Cemil Aksu / Politika Haber