Türkiye ilk imzacısı olduğu ve İstanbul’da imzalandığı için de İstanbul Sözleşmesi olarak adlandırılan “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”nden “bir gece ansızın” çıkmasına ilişkin dava Danıştay’da görülüyor. Bu dava görüşülürken, “Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu”’na “Kanuna ve ahlaka aykırı faaliyet yürütmek” iddiasıyla kapatma davası açıldı. Amiyane tabirle “zamanlama manidar!”
KCDP’den Nuran Karaman ile bu iki davayı görüştük.
Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’ne ilk imza atan ülkelerden olmasına rağmen bir gece yarısı kararname ile iptal edildi. Sizce, iktidar neden bu sözleşmeye ilkin sahip çıktı, sonra da ani bir şekilde iptal etti?
Sözleşmenin çıkışı esasen Nahide Opuz kararının etkisiyle olmuştur. Nahide Opuz, Türkiye’de evli olduğu erkekten şiddet gördüğü için defalarca savcılığa başvuruyor ancak sonuç alamıyor. En sonunda 2002 yılında AİHM’e başvuruyor. 2009 yılında AİHM Nahide Opuz’u haklı bularak Türkiye’yi, yurttaşını ev içi şiddetten koruyamadığı gerekçesi ile Türkiye’yi tazminata mahkum ediyor. Bu karar sonrasında İstanbul Sözleşmesi ortaya çıkıyor. O dönem AKP hala uluslararası siyasette Batı’nın onayı ile Avrupa Birliği’ne girmeyi hedefliyordu. Dolayısıyla siyasi çıkarları gereği nispeten demokrasi ve insan haklarını önceleyen bir çerçeve çizmeye, en azından öyle bir görüntü vermeye gayret ediyordu. Sözleşmeye ilk imza atanlardan olması bu sürecin sonucu. Ancak elbette, aynı dönemlerde kadın cinayetleri hakkında ağızlarından çıkan söylemlerden tutun da diğer tüm politik hamlelerine kadar pek çok göstergeye bakarak AKP’nin şu veya bu şekilde hiçbir zaman kadınların eşitliği için mücadele verdiğini söyleyemeyiz. Zaman içerisinde dış politikasının rotasını da değiştirdi. İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı Kadını Şiddetten Koruma Kanununun çıkarıldığı dönemlerde bile bu böyle. Bugüne kadar yaptıkları da, o günlerde etkin uygulamak için harekete geçmemesi ve bu yasal metinlerin yıllarca yalnızca yürürlükte olmasıyla ilgilenmesi de göstermelik bir hareket olduğunu doğruluyor. Peki neden şimdi imzayı geri çekmek istiyorlar? Çünkü bugün siyasi iktidar çok daha zayıf ve yakın zamanda düşen oylarını kadın düşmanı azınlıkları kazanarak telafi etmek istiyor. Tümüyle hukuksuz da olsa gerici kararlarıyla azınlıkların oyunu alma peşinde. İstanbul Sözleşmesi’nden imzanın geri çekilmesini de bu kararlardan biri olarak görüyoruz.
Sözleşmenin iptali, iktidar çevresindeki, sözleşmenin çıkarılması için çaba harcayan kadınlar tarafından nasıl karşılandı?
İktidar partisine mensup milletvekili olan veya iktidarın çevresindeki kadınlarda bariz bir karşı çıkış görmedik. Yine de aslında İstanbul Sözleşmesi’nin kadınların eşitliği için ne kadar önemli olduğunu vurgulayan açıklamalar yapıldı. AKP’li kadınlar da, eşitliğin sağlanması gerektiğinin altını çizdi. Sözleşmeden imza geri çekilmeden önce, sözleşmenin aile yapısını bozduğuna yönelik iddialara karşı AKP’li kadın milletvekillerinin Erdoğan’la “Sözleşmenin amacı yanlış yansıtılıyor.” şeklinde görüşmeler yaptığına dair haberler de okumuştuk. İmzanın geri çekilmesini desteklemeyen ancak karara itiraz da etmeyen bir kesim olduğunu söyleyebiliriz.
İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının iptali için açılan davaların duruşmaları Danıştay’da görülüyor. Son görülen davada mütalaasını sunan Danıştay Savcısı, İstanbul Sözleşmesi’nin iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurulması gerektiği düşünülmektedir” dedi ve Cumhurbaşkanlığı’nın İstanbul Sözleşmesi’nin fesihiyle ilgili aldığı kararın iptalini talep etti. Bu ve bu tarz söylemler davanın seyrini nasıl etkiler? Sizin davadan beklentiniz nedir?
Danıştay Savcısının mütalaası elbette hukukun üstünlüğü ve kadınların eşitlik mücadelesi açısından olumludur. Kadın örgütleri, imzanın geri çekilme ihtimali konuşulduğu dönemden beri etkin bir mücadele verdi. Karar alındıktan sonra tüm mücadele yollarında yürüdük. Son 1 aydır da Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu olarak kadın örgütleri, barolar, partiler ve çeşitli kurumlarla birlikte Danıştay yollarındayız. Danıştay Savcısının mütalaası ve kadınların mücadelesi dava sonucunu kadınların lehine etkilemeyi amaçlıyor. Karara karşı verdiğimiz mücadele sayesinde tüm toplum sözleşmenin adını, içeriğini, neyi amaçladığını ve kadınların eşitliği için şart olduğunu öğrendi. Davadan kadınların aleyhine bir karar çıksa dahi gerçekleri kimsenin zihninden silemeyecekler. Dava sonucu ne olursa olsun bizler hukuksuz kararların karşısında, İstanbul Sözleşmesi için mücadeleye devam edeceğiz.
Türkiye’de demokrasi mücadelesine ve kadın hareketine yönelik saldırılar hızla artarken, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’na; “Kanuna ve ahlaka aykırı faaliyet yürütmek” iddiasıyla kapatma davası açıldı. Bu dava sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Derneğimize açılan kapatma davasının münferit olduğunu düşünmüyoruz. Yakın dönemde muhalif örgütlere, siyasi parti liderlerine, tüm toplumsal muhalefete savaş açtığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Ardı ardına gelen hukuksuz davalar, kararlar, sonuçlar bize gösteriyor ki iktidar seçimin yaklaşırken oylarının azalmış oluşundan tedirgin. Bu tedirginlikle, ülkedeki en etkili muhalif hareket denilen kadın örgütlerini, ana muhalefet partisinin liderlerini, Gezi gibi toplumun sahiplendiği bir direnişi yargılamak istemesi de bu sebepten. Bizleri artan baskı ile durdurabileceğini zannediyor ancak kadın kurtuluş mücadelesinden başka bir çıkış olmadığını bilen kadınları durdurmak imkânsız. Bunu dava sürecinde de, sonrasında da göstereceğiz.
Her gün yeni kadın cinayetleri haberleri ile sarsılıyoruz. Ve geçtiğimiz hafta öldürülüp yakılan Pınar Gültekin davasında katilin cezasında indirim uygulandı. Türkiye’de en direngen muhalefet gücü olan kadınların, iktidarın bu erkek egemen, kadın düşmanı politikalarını durması için ne yapması gerekiyor sizce?
İstanbul Sözleşmesi’nin feshinden sonraki süreçte kadın davalarında haksız tahrik indirimi verilmesi, hatta indirim verilmeden sonuçlanmış dava kararlarının ceza indirimi istemi ile bozulmasıyla sık sık karşılaşmaya başladık. Bunun yanında cezanın sanığın geleceği üzerindeki etkisi düşünülerek verilen bir ceza indirimi de görüyoruz. Öldürülen kadınların geleceğini yok edilmesi değil, sanıkların geleceği düşünülüyor. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu olarak bu ay yayınladığımız Yargıda Cinsiyetçilik Raporu’nda da buna benzer örnekleri inceledik. Ayrımcı indirimler ve iktidarın kadın düşmanı politikalarının son dönemde arttığını görebiliyoruz. Eşitsizliğin dozu politik koşullara göre her devir değişiklik gösterebilir ancak bu değişiklik mücadelemizin kuvvetinden bağımsız değildir. Artan baskı ve şiddetin karşısında kadınların safında da mücadele giderek direngenleşiyor. Ancak bu mücadeleyi politik hedefli ve sürekli hale getirmeden eşitliğe ulaşabiliriz. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu olarak elbette toplumsal cinsiyet eşitsizliğini politik bir sorun olarak görüyoruz. Bu sorunun çözümü de ancak politik mücadele yürüterek toplumu yönetenler üzerinde bir baskı mekanizması olmaktan geçiyor. Eşitlikçi politikaların üretilmesi, mevcut politikaların etkin uygulanması için sürekli bir mücadele şart. Ayrıca eşitlikçi feministler olarak kadınların eşitliği ile birlikte tüm toplumun eşitliğini de hedefleyen tutarlı bir yoldayız. Çünkü hiçbir eşitsizlik birbirinden bağımsız değildir. Kadınların, LGBTİQ+ların, çocukların, işçilerin, ulusların, hayvanların eşitliğini üreten sistemler iç içe geçmiştir ve hepsinin eşitliği hedeflenmeden hiçbirinin eşitlik mücadelesi tam olarak amacına erişemez. Eşitlikçi feminizmin yolunda yürüyenler olarak kadınların kurtuluşunu bu yolun sonunda görüyoruz.
Cemil Aksu / POLİTİKA HABER