Gezi İsyanı, Türkiye’nin siyasal tarihinde ve kültüründe bir mihenk taşı olduğu herkesçe kabul ediliyor. “Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak” dedirten bir tarihi dönem yaşanmıştı. İstanbul’un Gezi Parkı’nda başlayan direniş kısa zamanda tüm Türkiye’ye yayılmış “Her Yer Taksim Her Yer Direniş” alanı olmuştu.
Gezi’nin siyasi önemi üzerine epey konuşuldu, yazıldı, çizildi. Daha da uzun zaman da konuşulmaya, hakkında kitaplar yazılmaya devam edilecek. Yeni tanıklıklar, analizler ile Gezi İsyanı’nın tablosu büyüyecek.
Gezi İsyanının, öncesinde toplumun gözeneklerinde, sokaklarında, mahallelerinde, köylerinde örülen belli belirsiz direniş ağlarının, örgütlenmelerin yarattığı görünmez alan üzerinde zuhur ettiği söylenebilir. Gezi isyanın bu kılcal ağlarını Taksim Gezi Parkı Koruma ve Güzelleştirme Derneği’nin kurucularından ve 27 Mayıs (2013) gecesi Gezi Parkı’na ilk darbeyi vuran kepçeyi durduran Mustafa Cevdet Arslan ile söyleştik.
Mustafa Cevdet Arslan, “2009’dan beri Karadeniz İsyandadır Platformu içinde, Yeryüzüne Özgürlük Derneği’nde hayvan hakları için mücadelede yer alan biriyim. KİP, yerellerdeki ekoloji direnişlerinin İstanbul’daki borazanlığını üstlenen, vadilerdeki direnişleri Taksim’e getirerek, İstiklal’de yürüyüşler yaparak Türkiye’nin gündemine sokmayı kendine vazife edinen bir ekipti. Böyle bir ortam vardı. Biz başka direnişleri destek için uğraşırken yıkım sırası bizim mahallemize geldi. Gezi parkı bizim mahallemizdi, bizim yaşam alanımızdı” diye başlıyor.
Çocukluğunun Taksim Talimhane’de geçtiğini söyleyen Arslan, Gezi Parkı’nın zaten büyük bir betonlaşma ve yapılaşma yaşanan Taksim Meydanı ve etrafındaki mahallelerde yaşayanlar için insanların nefes aldığı, toprağa ve ağaca dokunma imkanı bulduğu tek yer olduğunu anlattı.
“Gezi isyanına gelen sürecinin 2010’lara, daha da geçmişe götürmek mümkün” diyen Arslan, “çünkü Gezi, öncesindeki mücadelelerin bir birikimi, tepe ya da taşma noktası. Kentsel dönüşüm projeleri, İstiklal caddesinin dönüştürülmesi, Taksim’i trafiğe boğan meydan düzenlemesi… Taksim’in mahalleleri, Gümüşsüyü, Tarlabaşı, Talimhane mahalle olmaktan çıkarılması, mahallelilerin yerlerinden edilmesi… Sulukule mücadelesi, Emek Sineması mücadelesi. Tarihsel hafızamızı silen, yaşam alanımızı elimizden alan böylesine bir süreç” yaşadıklarını belirtti. Dolayısıyla bütün bunlara karşı zaten cereyanların olduğuna dikkat çeken Arslan, bu “dönüşüme” karşı TMMOB, mahalle dernekleri, mahalleliler ve benzer sorunları yaşayan başka İstanbulluların mücadele ettiğini ifade etti.
Gezi Parkı’nın AVM yapılması planının daha kapsamlı dev bir proje olan Taksim Yayalaştırma Projesi’nin bir parçası olduğuna dikkat çeken Arslan, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin finanse ettiği ve Kalyon İnşaat tarafından inşa edilen ve Taksim Meydanı’nın araç trafiğini tünellere alarak meydanı genişletme ve meydanın yanında bulunan Gezi Parkı’na AVM, otel, rezidans kullanımı için Topçu Kışlası’nı yeniden inşa etmek üzere hazırlanmış bir proje olduğu ifade etti.
Projenin resmen açıklanmasından itibaren birçok etkinlik, protesto ve yürüyüş etkinlikler düzenlendi. Taksim Projesi’ne karşı bir araya gelen birçok kurum 2 Mart 2012’de Taksim Dayanışması’nı kurduklarını ortak deklarasyon metni ile duyurdu. Mimarlar Odası ve Şehir Plancıları Odası Gezi Parkı’nın tescillenmesi için 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kuruluna başvuruda bulundu. Haziran 2012’de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Topçu Kışlası’nın aslına uygun olarak yeniden inşa edileceğini açıkladı. Bu konuda ilk protestolardan birisi 6 Haziran 2012 tarihinde gerçekleşti. Gezi Parkı’nda toplanan Taksim Dayanışması grubu üyeleri bir basın açıklaması yaparak dağıldılar. 4 Ekim 2012 tarihinde Gezi Parkı’nın yıkılması için ilk çalışmalar başladı. Kışla inşaatı projesi kapsamında parkın meydana ve Cumhuriyet Caddesi’ne bakan kısımlarında yer alan dükkân sahiplerine sözleşmelerinin yenilenmeyeceği, bundan böyle kiralarını işgaliye olarak vereceklerine dair tebligat yapıldı. 2012 yılının Kasım ayında, başta Taksim Dayanışması üyeleri olmak üzere birçok kişi ve kuruluş Gezi Parkı’nın yıkılmasına karşı Taksim’de nöbet tutacaklarını açıkladı. 2 Mart 2013 tarihinde Taksim Dayanışması grubu üyeleri parkın yıkımına karşı Taksim Metro İstasyonu çıkışında imza kampanyası düzenlemeye başladı.
Arslan, basın açıklamaların etkisiz kaldığına dikkat çekiyor. “Çünkü basın açıklamasına iki yüz üç yüz kişi geliyor, açıklama yapılıyor sonra dağılıyoruz. Oysa şantiyedekiler çalışmaya devam ediyor. İmza kampanyası ile her gün ve gün boyunca alandasın, insanlarla sürekli temas halindesin. Yani aslında bir tür nöbet eylemi, imza standı açmak. Ama Taksim’de kepçeler çalışmaya başladı, altını oymaya başladılar. Onları durduracak bir irade ortaya koyamadık.”
İmza stantlarının önemine dikkat çeken Arslan, “İmza stantlarını her gün topluyorduk. İmza standı da aslında fiili direniş nöbeti olarak sürdü. Neredeyse her gün bir yerel direniş grubu imza standını ziyaret ederek oradaki nöbete katıldı. Sarıkeçililier geldi Antalya’dan, bir gün Trabzon’dan Solaklı’dan geldiler, bir gün Kastamonu’dan Loçlular geldi. Biz bütün bunların direnişlerine omuz vermiştik. Sırası geldiğinde de onlar bize omuz verdiler. Sonra taraftar grupları geldi ve bu böyle sürdü. Yani Gezi Parkı için açtığımız imza standı o zamana kadar canı yanan herkesin bir şekilde uğradığı, dokunduğu bir odak oldu. Her biri kendi deneyimini anlattı. Bunların hepsi elbette sürekli sosyal medyada paylaştık. Yaydık” diye anlatıyor.
“O dönemde iki mücadele çizgisi çıktı” diyen Arslan, “Biri Taksim’in altı oyulurken basın açıklamalarıyla protestoculuktan ibaret bir hat. Diğeri de doğrudan burada insanların yaşam alanlarından birine yönelik saldırıya karşı bertaraf etmeyi esas alan bir hat” olduğunu savundu. Taksim’in betonlaştırılması projesini durduramadıklarına dikkat çeken Arslan, bu nedenle Gezi Parkı için mücadeleye yöneldiklerini söylüyor. Bu amaçla da, Gezi Parkı etrafındaki mahallelerde yaşayanlar olarak Taksim Gezi Parkı Derneği’ni kurduklarını ifade ediyor.
“İmza kampanyası sürüyordu zaten. Biz de dernek olarak 13 Nisan’da bir festival yapma kararı verdik. Derneği kuran ekipteki arkadaşlar daha önce de Beyoğlu’nda sokak şenlikleri düzenlemişti. Zabıtalar o dönem esnafa dışarıda masa sandalye atmalarına izin vermiyordu, o vesileyle. Şubat ve Mart ayında festival hazırlıkları ile geçti. Derneğin kurulması ve festival kararı da kolay alınmadı. Çünkü bazı eleştiriler, tereddütler vardı. Kimisi mücadeleyi Taksim Meydanı’ndan Gezi Parkına doğru sınırladığımızı düşünüyordu, kimisi mücadeleyi daralttığımızı… Festivalin fos çıkmasının da moral bozacağından kaygılıydı kimisi de.”
Derneğin logosunda, üzerinde ‘ayağa kalk’ yazan ağaç olduğunu söyleyen Arslan, “bunun üzerine epey kafa yoruldu. ‘Ayağa Kalk’ diye kısa bir film çekildi. Ağaçlar yıkılıyor, sonra bir insan yıkılıyor ve bir çocuk gelip ‘ayağa kalk’ diyor, ‘benim için ayağa kalk’ diyor. Ağaçlar çocuklarımızın geleceği zaten, geleceğim için ayağa kalk diyor. O kısa filmdeki görüntüler de zaten Karadeniz’deki yerel direnişlerden çekilmiş görüntülerdi” diye anlatıyor.
Taksim Gezi Parkı Koruma ve Güzelleştirme Derneği tarafından 13 Nisan 2013 tarihinde bu alanın kışlaya dönüştürülmesini protesto amaçlı 1. Taksim Gezi Parkı Festivali düzenlendi.
Arslan, “Festivale birçok müzik grubu katıldı. Sanatçılar destek mesajları yayınladılar. Bizden bağımsız ‘Ayağa Kalk’ kısa videoları yayılıyordu sosyal medyada. Birinde, iki genç sahilde bankta oturuyor, bir tanesi diyor ki, ‘ya gezi parkına kepçeler girdi’ diyor, diğeri de hemen elbisesini değiştirip Süpermen oluyor. O sırada arkadaşı ayağından çekiyor ve ‘dur lan, gezi parkını kurtarmak için Süpermen olmaya gerek yok, kepçeler geldiğinde parka gidelim yeter’ diyor. Böyle bir kısa film. Biz insanların direnişe nasıl katılabileceklerine dair örnekler yarattık, onlar da kendince örnekleri çoğalttılar” diye anlatıyor.
Festivalden sonra da toplantıları da parkta yapmaya başladıklarını anlatan Arslan, ani bir gelişmeye karşı etraftaki esnafla görüşerek dernek üyelerinin telefonları verilerek haber vermeleri için görüştüklerini belirtiyor. “Bu ihbar hattı gibi şeyi, Solaklı’dan gelenlerden öğrenmiştik. 23 nisanda da çocuklar için şenlik yaptık. Parkın içinde bir yaşam olduğunu gösterdik. Bu tür etkinlikler yapılabilecek bir yer olduğunu gösterdik. Yani sadece deprem yangın olduğunda toplanılacak yer değil park, yaşanılacak yer olduğunu göstermeye çalıştık.”
Sonra zaten 1 mayıs geldiğini belirten Arslan, “1 Mayıs’ı Taksim’e çıkmak için bütün sokaklarda direnişler yaşandı. Devlet, insanları Taksim’e çıkarmamak için olağanüstü bir şiddet sergiledi. Örgütler de büyük bir inat ve direnç gösterdiler” dedi.
1 Mayıs’tan sonra da rutin imza kampanyasını sürdürdüklerini söyleyen Arslan, 27 Mayıs günü yaşananlar hakkında şunları aktardı: “Pazartesi toplantısı vardı 27’sinde. Toplantıdan dağılan arkadaşlar kepçeyi görüyorlar. Kepçe geldi, çalışıyor diye haber verdi arkadaşlar. Bir an dur dedim kendime, bir beş dakika kadar bir oturdum kaldım yerimde. Evim parka 4 dakika mesafede. Sonra hızla parka geldim. 3 ağacı sökmüşlerdi, duvarı yıkıyorlardı, ben de duvarın üzerine oturdum kepçenin önünde. Öyle durdu kepçe. Ben de herkese haber vermeye başladım. ‘Ayağa kalk, Taksim’e gel, Gezi’yi kurtar’ ilk twitleri attık. Twittimiz hemen trend oldu. Arkadaşlardan olanağı olanlardan çadırlarını getirmeleri istedik. Çadırları kurduk. Mücella abla geldi. Toplantı yaptık.”
“Karadeniz’deki ekoloji direnişlerinden biliyorduk ki, kepçeyi durdurdun mu kıyamet kopar. O andan itibaren iş değişir” diyen “27’sinde çadır kuruldu, nöbete başladık. Artık 28 sabahına doğru zabıtalar çadırları yaktılar. Ve kepçe yine çalışmaya başladı ve o sırada Sırrı Süreyya imdada yetişti ve kepçenin önüne geçerek durdurdu. Artık maya tutmuştu. Parka gelenlerin sayısı binleri bulmaya başlamıştı. Vekiller, sanatçılar, gazeteciler…”
Söz Mücella Yapıcı’dan açılmışken “Mücella abla dernek üyesi değildi ama zaten üye olması gerek yoktu, bütün her işte birlikteydik. Hep yanımızdaydı. Dayanışmanın sözcülüğünü yapması bir yana bizimle sokaklarda an be an koşturdu. Bu yüzden Gezi’nin sembolü oldu zaten ve iktidar da boşuna Mücella (Yapıcı) ablaya düşmanca, gaddarca saldırmıyor. Can Atalay da öyle. Gezi parkı direnişinde büyüyen biridir. Can da çok önemli bir aktördür” diye belirtti Arslan.
“Gezi Parkı direnişinin, Türkiye’de yıllarca süre gelen yerel ekoloji direnişlerinin aktığı bir deniz olduğunun altını çizmek lazım” diyen Arslan, “Bütün o direnişlerin, kentsel dönüşüm projelerine karşı direnişlerin aktığı bir deniz. Bu da normal bir şey. Çünkü Gezi öncesi dönemin toplumsal muhalefetinin en önemli ayağının, en meşru alanın ekoloji mücadelesi idi. Vadilerde, dere başlarında, zeytinliklerde, parklarda verilen mücadeleler… Gezi, onlardan feyz alarak gelişen bir park mücadelesi idi. Ve şimdi de nerede bir kepçe durduruluyorsa Gezi oradadır. Her yerde direniş var. Gezi’den haberi olsun, olmasın, Gezi’ye destek versin vermesin o köylüler, Geziciler onlar” olduğunu savundu.
“Gezi Parkı mücadelesi memleketin demokrasi mücadelesini tek başına altından kalkamazdı” diyen Arslan, “Ama şunu gösterdi. Bu ülkede bu kadar kalabalık insanlar var, bu ülkenin demokrasisine de parkına, bahçesine de sahip çıkan inşanlar var. Gezi bu ceberut sistemin yıkılabileceğini gösterdi. Halk isterse yıkabilir, Gezi bunu gösterdi” dedi.
“Bundan sonra gelecek hükümetlere de, Gezi’yi dikkate almayanın ayakta kalamayacağını da gösterdiğini savunan Arslan, “Bunlardan sonra gelecek hükümet, biz ‘Gezi’ye gelip burada kaybettiğimiz canlarımızı anacağız’ dediğimizde izin verecek mi vermeyecek mi. Vermek zorunda kalacak. Böyle bir hükümet olmak zorunda kalacak, AKP sonrası hükümet. Gezi’ye selam çakmayan bir hükümet bu ülkede iktidar olamaz. Gezi’nin bu anlamda çok büyük önemi var. Gezi’nin siyasi söylemi, Gezi’yi dikkate almayan hükümet olamaz. Bu haliyle nerdeyse hükümet ortağıdır Gezi” dedi.
Cemil Aksu / POLİTİKA HABER