12 Eylül 1980’de gerçekleştirilen askeri faşist darbesi deyimin tam anlamıyla toplumun üzerinden silindir gibi geçmiştir. Darbe ile 650 bin kişi gözaltına alındı, 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, 50 kişi idam edildi, 171 kişinin ‘işkenceden öldüğü’ belgelendi. Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı. 30 bin kişi siyasal sığınmacı olarak yurt dışına kaçmak zorunda kaldı. 388 bin kişiye pasaport verilmedi. Yargılanan gazeteciler toplam 3 bin 315 yıl 6 ay hapse mahkûm oldu. 300 gazeteci saldırıya uğrarken, 3 gazeteci silahla öldürüldü. 12 Eylül 1980-6 Kasım 1983 arasında gözaltında veya cezaevinde ölenlerin sayısı 183, açlık grevinde ölenlerin sayısı 5 olarak kayıtlara yansıdı. Faşist darbenin sadece “insan hakları” boyutunu gösteren bu veriler bile toplumda hakim kılınan terör rejiminin boyutunu göstermeye yetmektedir.
Darbe ile başta DİSK olmak üzere işçi sınıfının örgütleri kapatıldı, yöneticileri gözaltına alındı, tutuklandı. Grevler bitirildi. Yayınlar yasaklandı. Partiler kapatıldı. Rejime karşı en küçük itirazda bulunabilecek her türlü kıpırdanış suç sayılarak müdahale edildi. Dönemin meşhur deyimiyle üç kişinin yan yana gelmesine dahi izin verilmedi.
12 Eylül Darbesi, esas itibariyle, 1960’larda başlayan, 1970’li yıllarda devam eden birikim rejimlerinin neden olduğu sınıflar mücadelesinin bir sonucudur. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan ithal ikameci sanayileşme politikalarının yarattığı toplumsal değişimde yıkıma uğrayan emekçi köylülerin ve işçi sınıfının toplumsal hak ve adalet talepleri askeri darbelerle bastırılarak, sermayenin kar oranları garanti altına alınmaya çalışılmıştır. 1971 Darbesinin kısmen başarılı olmasından sonra, hayata geçirilen ithal ikameci politikalar önce 1973 Petrol krizinin yarattığı enerji girdilerinin fiyatlarındaki artışın neden olduğu döviz krizi ile sarsılmış, 1977’den itibaren ise daha şiddetli bir krizle karşı karşıya bırakmıştır. Bu dönemde işçi sınıfının siyasi ve ekonomik örgütlülüğü artmış, büyük grevler ve siyasi eylemlerle işçi sınıfı sosyal ve ekonomik birçok hak kazanmıştır. İşçi sınıfının bu kazanımları sermaye sınıfı açısından karlılık krizi yaratmış ve 1977’den itibaren karşı saldırıya geçmiştir. 1977 1 Mayıs katliamı bu saldırının ilk adımı olmuştur.
Ardı ardına kurulan koalisyon hükümetleri toplumun örgütlü mücadelesi karşısında krizin faturasını emekçilerin üzerine yıkacak IMF programlarını hayata geçirememiştir. IMF 1979 yılında Türkiye için neo-liberal ilkelere dayalı “ihracata yönelik ekonomi modeli” önerdi. Bu modele göre; serbest piyasa ekonomisi temel alınmalı, sabit kur yerine serbest kur politikasını benimsenmeli, ihracatı teşvik eden ve ithalatı serbest bırakan bir ekonomik model uygulanmalı, serbest faiz, ücret kısıtlamaları ve sıkı para politikaları birlikte yürütülmeliydi. Türkiye‘nin tek taraflı olarak yabancı sermayeye açılmasını, devletin ekonomideki payının küçültülmesini, tarım ürünleri destekleme alımlarının sınırlandırılmasını, gübre-enerji-ulaşım dışındaki sübvansiyonların kaldırılmasını, dış ticaretin serbestleştirilmesi ve kar transferlerine kolaylık sağlanmasını, ihracatın vergi iadesi düşük faizli kredi ve gümrük muafiyetleri ile teşvik edilmesini, yurtdışı müteahhitlik hizmetlerinin desteklenmesini isteyen bu program 24 Ocak Kararları olarak açıklandı. 24 Ocak kararları, küresel ölçekte baş gösteren ‘dünya borç krizi’ni çözmeye yönelik olarak ABD’nin ve İngiltere’nin öncülüğünde başlatılan ve serbestleşme hareketiyle karakterize olan ‘yeni dünya düzenine bir uyum programıydı.
24 Ocak kararlarını yürütmekle, Dünya Bankası Sanayi Dairesinde danışmanlıktan Sabancı Holding’de Genel Koordinatörlük görevine Başbakanlık Müsteşarlığı ile DPT Müsteşar Vekilliğine Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası başkanlığı gibi görevlerde bulunmuş Turgut Özal görevlendirilmiştir. 24 Ocak günü % 49 devalüasyon yapılmış, petrol ürünlerine, demir çelik ürünlerine, kömüre, çimentoya, kağıda başta olmak üzere her şeye yüksek oranlarda zamlar yağmıştır. 1979’da %70 olan enflasyon, 1980’de %100’lere varmıştır. 24 Ocak kararlarından sonra gübreye %500-800 arasında, elektriğe %78, İstanbul şehir vapurları yolcu ücretlerine %100, et ve et ürünlerine %100, sakatata %200, lastik fiyatlarına %52 oranında zam yapıldı.
1977 1 Mayıs katliamı ile başlayan darbe sürecinin final saldırısı da Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (DİSK) kurucu başkanı ve Türkiye Maden İş Sendikası Genel Başkanı Kemal Türkler, darbeden bir buçuk ay önce öldürülmesidir. Bu cinayetle birlikte işçi sınıfının örgütlülüğü hedef alınırken, kontrgerillanın MHP ve İslamcı faşist gruplar eliyle işlenen sürdürdüğü cinayetler, silahlı saldırı eylemleri ile toplumda “sağ-sol çatışması” olarak yansıtılan terör süreci yürütülmüştü. Demokratik gençlik ve kadın örgütleri 1978 Kahramanmaraş Katliamından sonra başta İstanbul olmak üzere Türkiye’nin bir dizi ilinde uygulanan Sıkıyönetim yasalarına göre yasaklanmıştı. Kahramanmaraş Katliamı 12 Eylül darbe hazırlıklarında düğmeye basılan olaylardır. Özel Harp Dairesi, MİT ve gayri resmi uzantılarının örtük işbirliğiyle yürüttükleri katliamlar: 34 kişinin hayatını kaybettiği 1 Mayıs 1977, İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi önündeki bombalı saldırı esnasında 7 öğrencinin öldüğü, 41 öğrencinin yaraladığı 16 Mart 1978, 120’nin üzerinde insanın vahşice katledildiği Alevilere yönelik 1978 Aralık’ındaki Maraş ve 57 kişinin öldüğü ve yüzlercesinin yaralandığı 1980 Çorum olayları. 12 Eylül 1979-4 Haziran 1980 arasında siyasi nitelikli öldürmelerin hızla artması tesadüf değildir: 1975’te 27, 1976’da 87, 1977’de 265, 1978’de 760, 1979’da (13 ildeki sıkıyönetime rağmen) 993 kişi, 1980’de (9,5 ayda) 1766 kişi öldürülmüştü.
Darbe ile kurulan hükümet 1983’e kadar görevini sürdürmüştür. Bu dönemde 12 Eylül Anayasası hazırlanarak 7 Kasım 1982 Pazar günü yapılan “halk oylaması”na sunulmuştur. Referandumda 1982 Anayasası yüzde 8,63 “hayır” (1.626.431 seçmen) oyuna karşılık yüzde 91,37 “evet” (17.215.559 seçmen) oyuyla kabul edildi. 1983’te yapılan ilk seçimlerde de 24 Ocak Kararları ile adı özdeşleşen Turgut Özal başbakan seçilmiştir.
Koç Holding Başkanı Vehbi Koç ve TİSK Başkanı Halit Narin katil Kenan Evren’e 12 Eylül faşist devirmesinden sonra mektuplar yazarak teşekkür etmişlerdir. 12 Eylül öncesinde aynı TİSK ve TÜSİAD gazetelere çarşaf çarşaf ilanlar vererek orduyu göreve çağırmıştır.
12 Eylül Darbesinin gerek insan hakları ihlallerinin gerekse de 24 Ocak Kararları ve 12 Eylül Anayasası ile şekillendirilen ekonomik ve siyasi rejimin yarattığı sonuçlar aradan 42 yıl geçmesine rağmen devam etmektedir. Ardı ardına gelen bütün hükümetler “sivil anayasa” vaadinde bulunmalarına rağmen hiçbiri bu vaadini gerçekleştirememiştir.
HABER MERKEZİ