■ Politika’dan Yorum
10 Ekim’de Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti, bütün güvenlik ve istihbarı güçleriyle milimetrekaresine kadar gözetlenen, denetlenen Ankara’da gerçekleştirilen katliam, bombaları kim patlatmış olursa olsun, Devlet katliamıdır. Suruç’ta başlayıp Ankara’da ve diğer yerlerde yaşanan katliamlarda Devletin sorumluluğu sadece tedbir almama gibi dolaylı bir durum olmadığını, IŞİD’in hem Suriye’deki Kürtlere karşı hem de Türkiye’de barış için mücadele eden güçlere karşı nasıl kullanıldığını, hatta İŞİD’le petrol ticaretine kadar işin vardığını biliyoruz. Dolayısıyla Suruç, Ankara ve diğer IŞİD eliyle gerçekleştirilen katliamların Devlet’in emir-komuta silsilesi içinde olduğunu söyleyebiliriz.
Türkiye, yıllardır “düşük yoğunluklu savaş” ya da başka konseptlerle tanımlanan savaş koşulları yaşıyor. Bu savaşta binlerce yurttaş hayatını kaybetti, insanlık dışı işkencelere maruz kaldı, gözaltında kaybedildi, köyleri yakıldı, yurtlarından sürüldü, en iyi durumda yıllarca hapse mahkum edildi. Suriye’ye emperyalist müdahale ile başlayan süreçte ise bu “iç savaş” Suriye Kürtlerini içerecek şekilde genişledi. Suriye Kürtleri’nin ülkede oluşan dengelerden istifade ederek kendi özyönetimlerini ilan etmeleri ve IŞİD’e karşı savaştaki kahramanca başarıları ile dünyanın sempatisini ve desteğini kazanmaları Türk egemen sınıfları için karabasana dönüştü. Ve Kürtlerin hem Suriye’de hem de Türkiye’de ulusal haklarını elde etmesini engellemeyi beka sorunu olarak ilan etti. IŞİD ile ittifakın temeli de bu oldu. Bu temelde Kürt siyasi güçleri ile yürütülen “Çözüm süreci” sonlandırıldı ve geçmişten daha yoğun bir savaş süreci başlatıldı.
Ankara ve diğer IŞİD eliyle yapılan katliamların temel hedefi, Türk-Kürt barışmasıdır. 2008 krizinden itibaren Türk halkı başta olmak üzere bütün işçi ve emekçiler, kadınlar ve gençler için bir “aydınlanma süreci” yaşandı. AKP iktidarının giriştiği çeşitli ittifaklarla birlikte hayata geçirdiği neoliberal politikalar emekçilerin yaşamını çekilmez hale getirirken, devletin resmi ideolojisi olan Türk-İslam Sentezi ile toplumu “biz ve teröristler”, “yerli ve milli olanlar” ile her türlü ahlaki hakaretlerle özdeşleştirilerek “öteki” ilan edilen “AKP’li olmayanlar” olarak bölerek iktidarını sürdürmesi, birbirine birçok açıdan benzemez olan bu “ötekiler”in kendi içinde diyalog kanallarını açmıştı. Gezi isyanında hem “nerede bu Kürtler” diyenler de “ülkücü” genç ile HDP’li gencin polisin şiddetinden el ele kaçarken gösteren o meşhur fotoğrafı görüp duygusal anlar yaşayanlar da dahil olmak üzere herkes bu diyalogun parçası oldular. “Bize bunları yapanlar kim bilir Kürtlere ne yapıyordur” aydınlanması idi bu. Ve nitekim 2013’te Gezi’de isyan olarak yaşanan süreç 7 Haziran sürecinde de HDP’nin her zamankinden daha fazla mahzar olduğu ilgi ve destek ile siyasi olarak devam etti. Bu Türklerle Kürtlerin barışması süreci idi. Birbirinin acısını anlama, acıları yarıştırmadan konuşma, beraber yeni bir gelecek kurmak için birbirine sarılması süreci idi.
“Çözüm süreci”nin iptal edilmesi, 7 Haziran seçim sonuçlarının iktidarı ve muhalefeti elbirliği ile tanınmaması ve sonrasında başlatılan süreç işte bu kardeşleşmenin ve yeni bir gelecek örme girişiminin engellenmesi sürecidir.
10 Ekim’de Ankara’da KESK, DİSK, TBB gibi emek örgütlerinin başını çektiği Emek ve Demokrasi Güçlerinin yamak istediği mitingin adı Barış ve Demokrasi idi. Tam da AKP iktidarı eliyle egemenlerin tamamen yok etmek istedikleri Barış ve Demokrasi. Miting gerçekleşseydi, Gezi’de, 7 Haziran’da vücut bulan Türk-Kürt barışmasının, demokratik, laik, halkçı programı yeniden zuhur edecekti. İktidarın savaş politikalarına karşı emekçi halklara umut verecek olan bir barikat olacaktı. İktidar tam da bu yüzden bir valilik yasağı ile mitingi engellemek yerine IŞİD eliyle bir katliamla “şok saldırısı” gerçekleştirerek bu umudu, bu barikatı yok etmek istedi.
Türkiye’nin ve Kürdistan’ın her yeri cenaze mahalline çevrildi. Ama artık laiki, Sünnisi, Türk’ü, işçisi, emekçisi, kadını, lgbtisi, Alevisi, Kürt’ü, komünisti, ulusalcısı… herkesin acısı birbirine karıştı. Ölülerimiz kardeşleşti.
Şimdi elbette yaşayanların bu kan deryasındaki kardeşliği faşist iktidara karşı gerçek bir kardeşliği inşa etmenin mayası yapmak gerekir. Emek ve Özgürlük İttifakı bu kardeşliği sağlayacaktır. Denizlerin idam sehpasında haykırdığı gibi Türk-Kürt ve bütün halkların kardeşliği temelinde Sarayları yıkıp toplumsal barışı hayata geçirecektir.
Görev budur.