Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 18 Mart 2014 tarihinde PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın şartlı salıverilme imkanı olmaksızın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum edilmesini, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’nin 3’üncü maddesine aykırı bularak ihlal kararı verdi. AHİM Abdullah Öcalan’a verilen cezanın umut hakkı gözetilerek tekrar gözden geçirilmesi yönünde hüküm vermesine rağmen aradan geçen 10 yıllık süreçte herhangi yasal düzenleme adımı adım atılmadı. AİHM, daha sonra tutsaklar Hayati Kaytan, Emin Gurban ve Civan Boltan için de benzer kararlar verdi. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Eylül 2024’de yaptığı toplantılar ile verilen ihlal kararlarını tekrar gündemine alarak gerekli kararın geciktirilmeden uygulanmasını istedi. Komite ayrıca adım gerekli adımların atılmaması halinde 2025 Eylül ayında yapacağı toplantıda ara karar vereceğini duyurdu.
Yıllardır Abdullah Öcalan’ın avukatlarının, Kürtlerin, Kürt siyasetçilerinin ve Kürt dostlarının gündeminde olan konu, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin gündeme getirmesiyle Türkiye toplumu ve siyasetinin de gündemine girdi.
VİNTER VE HUTCHİNSON KARARLARI
Toplum ve siyasetin gündemine giren “Umut hakkı”nı değerlendiren Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) Üyesi Avukat Gül Kireçkaya, bu hakkın 1975’te sonra dünyada tartışılmaya başlandığını belirterek, buna dair verilen Vinter ve Hutchinson kararlarını anımsattı. Vinter ve Hutchinson kararının geniş anlamda “umut hakkı”nı yorumladığını söyleyen Kireçkaya, “Vinter Kararı, umut hakkının dünyada gerçek anlamda tartışılmasına yol açıyor. Bu karar şartlı tahliye uygulanmayan bir hükümlü için verildi” dedi.
İKİNCİ CEZALANDIRMA
“Umut hakkı”nın yok sayılmasının şartlı tahliye imkanı olmaksızın ölene kadar cezanın infaz şeklinde olduğunu vurgulayan Kireçkaya,”AHİM, İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3’üncü Maddesi’ne göre bir insanın ölene kadar cezaevinden çıkamayacağını bilerek yaşamasını bir ihlal olarak görülüyor. Biz de öyle görüyoruz. En azından çıkma umudun olması gerektiğinin önemli görüyoruz. Umut hakkı, Abdullah Öcalan kararı ile tartışılmaya başlandı. Şartlı tahliye olmaksızın infaz kararı, asıl olarak devlet aleyhine cürümlerde müddetnamede yazılan ‘ölene kadar’ sözü karşımıza çıkıyor. Bu gerçekten can yakıcı. Şartlı tahliye imkanı olmadan cezanın infaz şeklini ölüm cezasının ikinci bir türü olarak görüyorum” diye konuştu.
Kireçkaya, AİHİM’in Abdullah Öcalan ve diğer tutsaklar için verdiği ihlal kararının önemine değinerek, “Devletin uygulamadığı kararların hiçbir hükmü olmuyor. Bakanlar Komitesi’nin çeşitli yaptırımları olabilir. Türkiye’de bu kararların uygulanması noktasında umutsuzum. Böyle bir dönemden geçiyoruz. Şu anda 30 yıl cezasını bitirmiş insanlar Cezaevi Gözlem Heyeti’nin ‘iyi halli olmadıklarına’ dair verdiği kararlardan dolayı birkaç yıl bırakılmıyorlar” şeklinde konuştu.
SOMUT KRİTERLER
İnsan haklarının Türkiye’de uygulanmadığına ifade eden Kireçkaya, bu şartlarda tutsaklara umut hakkının verilmesi için kanun değişikliklerinin yeterli olmayacağını dile getirdi. Kireçkaya, şöyle devam etti: “Yasa uygulayıcıların elinde somut ve objektif kriterlerin olması gerekir. Bu kriterlerin konmaması halinde bu hak siyasi gelişmelere göre farklı kullanabilir. Özellikle de olumsuz kullanılabilir. İnfaz yasasında şu anda da bir sürü hak var, ama uygulanmadığı için bir manası yok. Yani ‘İmama çıktı mı? Kur’an okudu mu? Kabe kanalını izlemek istemedi mi?’ gibi kriterler koyarsanız bu haklar kullanılmaz. Hakkın özüne yapılmış her uygulama hakkın ihlal edildiği anlamına gelir.”
‘UMUT HAKKI’NA DAİR ÇALIŞMALAR
“Umut hakkı”na dair başvurulara işaret eden Kireçkaya, şöyle konuştu: “Abdullah Öcalan ve diğer siyasiler bu konuda örnek olduğu için Asrın Hukuk Bürosu gibi hukukçuların başvuruları var. Onların bu konuda aktif çalışmaları var. Ancak hukuk örgütlerinin ‘umut hakkı’na dair özelde bir çabası olmadı. Derneğimiz de yaşam hakkını öncelikli olarak göz önüne aldığı için umut hakkına dair çalışmaları olacak. Benim de müebbetlik müvekkillerim var ve konuya dair özel çabalarım oldu. Aslında dile getirilmesi de önemli. Dile getirildi ve bir kapı açıldı. İnsanlar artık ‘Umut hakkı’ neymiş?’ diye sormaya başladı. Tartışılmaya başlaması ilerlemedir.”
YAPTIRIM UYGULANABİLİR
Kireçkaya,”umut hakkı”nın daha önce kimsenin öncelikli sorunu olmadığına işaret ederek, 2000 yılından sonra hapishanelerin sesinin kısıldığını belirtti. Abdullah Öcalan’a “umut hakkı” verilmesine yönelik çalışmaların bilindiğini, ancak son gelişmelere kadar batıda tartışılmadığını dikkat çeken Kireçkaya, son olarak AİHM kararına uyulmaması halinde Türkiye’nin Avrupa Konseyi üyeliğinden çıkarılabileceğini uyarısında bulundu.
MA