■ Politika’dan Yorum
Büyük ölçekli toplumsal ve politik gelişmeler karşısında sol genellikle özne olmaktan vazgeçen sadece analiz düzeyinde bir konum alıyor. Ve genellikle sürecin olası gelişme yolları üzerine –önyargılardan yola çıktığı için çoğunlukla yanlış çıkan- önkestirimlerde bulunuyor. Herkesin içinden bir Zbigniew Brzezinski çıkıyor.
Kürt sorunu ile son birkaç aydaki gelişmeler ve A. Öcalan’ın mesajı ile başlayan “süreç” karşısında da sosyalist hareket benzer bir analizci konumda kendini tutuyor. Bu “bekle ve gör”, sonra da “biz demiştik” yaklaşımı, belli bir korkuyu da ifade ediyor. Belirsizlik karşısında duyulan korku. Politika için belli “garantiler” bekler, bu korkuya kapılan. Yanılmaktan, yanlış yapmaktan korkmak.
Mevcut hal ve gidişattaki belirsizlikler, aslında politikanın doğası gereğidir. Bu “doğa” mikro ve makro birçok faktörün öznelerin stratejilerinin korelasyonu ile kurulmuştur. Engels’in sözünü hatırlayacak olursak, “başarılı bir çarpışmadan sonra, zaferi kazanan sınıfın oluşturduğu anayasalar vb. hukuksal biçimler ve hatta bu gerçek savaşımların bunlara katılanların beyninde uyandırdığı yansımalar, politik, hukuksal, felsefi teoriler, dinsel görüşler ve bunların bir dogmalar sistemi halinde gelişmeleri– (…) [b]ütün bu ögeler arasında karşılıklı bir etkileşim vardır; bütün sonsuz rastlantılar çokluğu (yani, iç bağıntısı o kadar uzak ve olanaksız göründüğü için, yok ya da ihmal edilebilir sayabileceğimiz şeyler ve durumlar)” sözkonusudur.
Böylesi bir kalın şayak bir belirsizlik içinde yön, ancak, ideolojik olarak, temsil ettiğin sınıfın çıkarlarına sıkı sıkıya sarılarak bulunabilir. Burada da analiz yetmez, adım atmak gerekir: Öyle bir şey yapmalıyım ki, bütün taşlar yerinden oynasın ya da öyle bir şey yapayım ki, oyundaki herkes yeniden konumlansın.
Türkiye’deki sosyalist hareketin “bekle ve gör” konumunun maddi temelinin kitlesel bir güç olmamasından ileri geldiği açık. Bu Kürt siyasi hareketi ile asimetrik bir konum. Kürt siyasi hareketi, kitlesel bir güç olduğu için, yaptığı hataların bedeli çok ağır olmaktadır. Binlerce üyesinin ölümü ya da tutsak edilmesi bunun en ağır tarafı. Diğerleri bir tarafa “özyönetim direnişleri”nde yüzlerce genç öldü, bodrumlarda yakıldı, kentler yerle yeksan edildi.
Buna rağmen, Kürt siyasi hareketi, her riskli “süreç”te pozisyon almaktan bir an bile tereddüt etmiyor. (İstisnaları var bunun: örneğin, yine bir “süreç” devam ederken patlayan Gezi isyanı karşısında yaşadıkları tereddüt.) Türk(iye) sosyalist hareketi ise, Türkiye’deki demokratik hareketin en büyük bileşeni Kürt siyasi hareketi olduğu halde, örneğin CHP ile ilişki kurmakta gösterdiği atılganlığı Kürtlerle ilişki kurmak için göstermiyor. Her durumda bazı “garantiler” talep ediyor ya da bekliyor.
Her “süreç”te dahil olan bütün güçler çıkarlarını maksimize etmek için mücadele eder. Şimdiki “süreç”te de aynısı yaşanıyor, yaşanacak. Türk devleti için bu, Ortadoğu’daki en büyük silahlı güç olan PKK’nin ve en kitlesel örgütlü hareket olan Kürt demokratik hareketinin dağıtılmasıdır.
Türkiye’deki bütün demokratik kitle örgütlerinin (sendikalar, insan hakları örgütleri, dil ve kültürel çalışmalar yapan dernekler, kadın ve ekoloji örgütleri, vb.) önemli bir kısmı Kürtler demokratik hareketi üyeleri oluşturmaktadırlar. HDP ve DEM Parti’nin demokratik siyasetteki konumu belli. Kürt devrimci-demokratik hareketi aynı zamanda Ortadoğu’daki en büyük seküler harekettir.
Bu yüzden de başta Türkiye olmak üzere, bütün bölge egemenleri ve aynı zamanda ABD ve AB emperyalistleri de bu hareketin dağıtılmasını, asimile edilerek “ikinci İsrail” ya da “ikinci Barzani” haline getirilmesi için her türlü yöntemi kullanmaktan çekinmiyorlar.
Türk devleti, önceki “süreç”ler de “dağda bitiremediğini düz ovada bitirmeyi” hedefledi. Şimdi de aynı şeyi hedefliyor. Türk egemenlerinin ve onun dahil olduğu emperyalist küresel güçlerin ajandasında demokrasi yoktur, bilakis küresel savaş ve küresel faşizm ile dünyanın yağmalanması, halkların köleleştirilmesi gündemi tek amaç olduğu aşikar. Bunu Kürt siyasi hareketinin “görmediğini” sanmak, naiflikten öte üsttencilik, ukalalıktır.
Diğer taraftan, 2015’ten beri süre giden savaşta bütün tarafların pozisyonlarındaki değişiklikler, başarı ve başarısızlıklar sözkonusudur. Türk devleti bakımından, HDP’ye ve Kürt siyasi hareketine yönelik “çöktürme planı” büyük bir kadro kitlesinin tutsak edilmesi ya da yurtdışına çıkmak zorunda bırakılması, demokratik örgütlerin lağvedilmesi, kayyumlar vs. ile kısmen başarılı olmuştur. İHA ve SİHA’lar ile de önceki “çözüm süreci”nde Türkiye sınırları dışına çıkan PKK gerillalarının geri dönüşünü engelleme, sınıra dijital duvar örme ve suikastlarla kadrosal düzeyde kayıp verdirme bakımından bir askeri üstünlük elde etmiştir.
Türk devletinin elini güçlendiren bir diğer durum da şudur. Suruç ve Ankara katliamları, Osman Kavala ve Can Atalay ile diğer “Gezi davası tutsakları” nezdinde liberal demokratik kesimlerin bertaraf edilmesi, ESP, Devrimci Parti ve diğer Kürt siyasi hareketi ile “birleşik mücadele” anlayışı temelinde stratejik ittifak içinde olan gruplara yönelik polisiye operasyonlar, sendikasızlaştırma ve mevcut sendikaların asimile edilmesi, facebook, twitter paylaşımlarının bile gözaltı ve tutuklamalara konu edilmesi ile medya ve iletişim alanının sıkı denetimi, eylem yasakları vb. Türkiye’deki toplumsal muhalefetin bastırılmasında başarılı olmasıdır.
Türk devleti, şimdi de Rusya ve İran’ın Suriye’deki ağırlığının büyük gerilemesi, ABD, İngiltere ve İsrail’in Suriye’de belirleyici konuma gelmiş olmasının yarattığı yeni durumda hem HTŞ ve SMO ile hem de bizzat kendi ordusu ile Rojava’yı Gazze yapma fırsatı doğduğuna inanmaktadır; bununla tehdit etmektedir.
Bununla birlikte hareketin kitle desteğini, bir halk gücü olma niteliğini kıramamıştır. Son seçimlerde Dem Parti’nin başarısı, Türk metropollerinde verdiği destek sayesinde CHP’nin de yerel seçimlerde başarı elde etmesi, bunun en tartışmasız kanıtı oldu.
Üstelik, Suriye’de IŞİD’e karşı savaşan tek güç olması ve saflarında birçok ulustan kadın erkeği bir araya getiren yapısı sayesinde Rojava’daki özyönetim çalışması dünya çapında sempati yaratmış, ABD ve AB emperyalistlerinin de muhatabı haline getirmiştir.
(ABD ve AB ile varoluşsal bağı açık, NATO’cu CHP ile her düzeyde ilişki kurmakta bir an bile tereddüt etmeyen bazı sol, sosyalist grupların, özellikle ABD ile YPG arasındaki askeri işbirliğini bir “vekalet ilişkisi” olarak lanse etmeye çalışılması ve bu nedenle “anti-emperyalizm” söylemine sarılarak Kürt siyasi hareketine karşı konum almalarındaki riyakarlığı burada ele almayacağız.)
Öznelerin pozisyonlarına dair bu tespitler, maddi temeli olarak dünya kapitalizminin gelişiminin tayin ettiği jeostratejik rekabet ve çatışmaların seyri ile bağlantılı ele alınmalıdır.
Fakat sözü uzatmamak ve girişte eleştirdiğimiz Brzezinskicilik yapmamak için ezcümle bütün bunlar olurken biz ne yapıyoruz, ne yapmalıyız sorusuna cevap vermek zorundayız.
Türk devletinin, ABD ve diğer emperyalistlerle olan ilişkilerindeki güçten ve onların da bölgede İsrail dostu, NATO’nun ileri karakolu Türkiye beklentilerinden sonuna kadar nemalanarak Kürt askeri ve siyasi hareketinin demokratik niteliğini asimile ve tasfiye etmek “süreci”nde devrimci pozisyon almak için en başta Kürt sorunun demokratik, sosyalist çözümü için var gücümüzle çalışmak zorundayız. Türkiye’de ve bölgede Kürt sorunu varsa, Kürt siyasi hareketlerinin ne yaptığından da bağımsız olarak, kendine demokrat, sosyalist, komünist diyen herkes bu “sorunun” demokratik çözümü için mücadele etmek zorundadır. Bu mücadeleyi sadece köşe yazılarında, sosyal medyada değil, hayatın her alanında eylemli olarak yapmak zorundadır. Laiklik için her fırsatta sokağa çıkanlar Kürt halkının demokratik taleplerinin kabul edilmesi için de her fırsatta sokağa çıkmalıdır. Barış talebini, isterlerse Atatürk’ün “yurtta sulh cihanda sulh” sözünü pankart yaparak, her fırsatta savunmalıdır. Her türlü milliyetçiliği, şovenizmi kuşanan iktidara karşı halkların kardeşliği ve eşitliğini savunmak için mahallelere, fabrikalara, okullara hücum etmelidir. Herkes kendi parti programında Kürt Sorunu’nun çözümü için ne öneriyorsa onun için bugün eylemli bir mücadele yürütmelidir.