■ Politika’dan Yorum
Başkanlık seçimlerini siyasal islamcı faşist Saray İttifakı kazandı. CHP liderliğinde bir araya gelen sağcı, milliyetçi liberal ittifak kaybetti. Ve elbette bütün umudunu bu ittifaka bağlayan herkes de…
Yaşanan “kazandı” ve “kaybetti” sonuçlarının birçok boyutu/katmanı var.
Birincisi, ne bu ne de daha önceki hiç bir seçim demokratik değildi, çünkü mevcut anayasa ve yasalar demokratik değildi. Adil ve eşit koşullar içermiyordu, çünkü iki aday, ittifak ya da parti değil, devletin bütün kurumları ve başta medya ve camiler olmak üzere devletin bütün ideolojik aygıtlarının RTE tarafında seferber edildiği bir seçimdi. Seçim kurallarının bile günlük olarak iktidara göre değiştirildiği bir oyundu.
Fakat bütün bunlar zaten bilinen, dolayısıyla bunları kabul ederek, seçimlere meşruluk kazandırarak bu seçimlere girildi. Bütün bu anti-demokratik koşullara, mevcut anayasaya ve yasalara bile aykırı durumlar yaşanmasına rağmen, sandıkta gereken cevap verilecek denerek, bütün umutlar sandıktan çıkacak sonuca bağlandı. Demokrasi, bizzat onu isteyenler tarafından “sandık demokrasisi”ne indirgendi.
Israrla altını çizmek gerekiyor: Bugüne, ana muhalefet partisi CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş ile diğer HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması ile ilgili “Anayasa’ya aykırı ama evet diyeceğiz” açıklamasıyla başlayan süreçle geldik. 2015’ten bu güne kadar da Kılıçdaroğlu ve burjuva muhalefet ittifakı, yaşanan anayasaya ve yasalara aykırı her durumda, yolsuzluklarda, enerji ve kira zamları gibi gelir adaletsizliğini derinleştiren ekonomik kararlarda vb., o anda mücadele etmek, kitle seferberliği gerçekleştirme, adım adım iktidarı geriletme yerine sürekli sandığa ve ertesine umutları bağladı, erteledi. Sokağa çıkmayın çağrıları yapıldı. Bütün bu süreçte burjuva muhalefeti, kapalı kapılar ardında, küresel güçlerle ve kendi aralarında pazarlıklar yaparak zaman geçirdi. Bütün bu pazarlıklar sonucunda üzerinde anlaştıkları “Mutabakat Metni” de korkakça yazılmış, . Kürt sorunu, Alevilerin asırlardır süren eşitlik talebi, kadınların yaşadığı cinayeti koşullar, göçmenler, siyasi özgürlükler vb. konularda suspus, sermaye sınıfına “temiz fonlar”la yeni yatırım alanları, teşvikler yaratacağını ama işçilere, emekçilere sadece daha fazla sosyal yardım vaat eden bir kolaj ürettiler. “Helalleşme” ile çıktıkları yolda “seçilebilecek aday” konusunda nasıl birbirlerine düştükleri ortaya çıktı. En berbatı ise, birkaç bin oy için bir insanlık suçu olan ırkçılık bayraktarlığına atılmaları oldu. Kendi kazıdıkları kuyuya kendileri düştü, sandık tek yol ise, o sandıktan çıkmak birinci çıkmak için de her yol mübah sayıldı.
Bu gayet doğaldı, eşyanın tabiatına uygundu. Zira burjuvazinin hiçbir kanadının demokrasi talebi yoktur, olamaz. Hepsi halka düşmandır, halkın idareyi elinden almasından Azrail’den daha çok korkmaktadırlar. Bir kez daha görüldü ki, burjuvazinin ipiyle faşizm kuyusundan çıkmak mümkün değildir.
Eğer kendimizi kandırmak istemiyorsak, sandık sonuçlarına bakarak, her şeye rağmen toplumun yüzde ellisi Saray Rejimine boyun eğmedi, gibi yalanları da bir kenara bırakalım. “AKP karşıtlığı”nı bir siyasi özne olarak okuyan, ona göre hareket eden stratejinin demokratik bir potansiyel taşımadığı gibi bilakis halkın gücünü çürüttüğünü görmek gerekir. Millet İttifakının diğer bileşenleri bir tarafa bizzat Kılıçdaroğlu’nun ve CHP’nin pragmatizminin buradaki temel sorun olduğunu belirtmek gerekir. CHP demokrasi programı etrafında bir ittifak yerine oldukça liberal, gerici, milliyetçi bir “restorasyon”u tercih etti. Ve yenildi.
Bu seçimden çıkarılacak tek bir sonuç var: Örgütlü halk yenilmez, örgütsüz halk yenilir. Sandıklara en fazla umut bağlayanlarla sonuçlardan en fazla karamsarlığa kapılanlar aynı kişilerdir: örgütsüz yığınlar. Kürt halkının partisi HDP’nin çağrılarına verdiği yanıt ise örgütlü halk gerçekliğinin net göstergesi. 2015’ten beri yüzlerce vekili, belediye eşsözcüler, onbinlercesi parti görevlileri gözaltına alındı, tutuklandı, katledildi, dernekleri kapatıldı vb. Buna rağmen rengini değiştirmedi, teslim olmadı. Yanlış veya doğru, partisinin çağrılarına destek verdi. 4 yıldır CHP ve İYİP’in elinde olan İstanbul, Ankara gibi büyük kentlerde yerel seçimlerdeki kadar bile oy alamamış olması ise üzerine konuşulması gereken olgulardan biridir.
Yaşanan yenilgiyi “seçimler bitti, mücadeleye devam” yüzeyselliği ile geçiştirmeye çalışacak olanlar elbette var. Fakat sınıf mücadelesinin koşulları bu kaçışlara izin vermeyecektir. Faşist Saray Rejiminin toplumsal muhalefet üzerindeki terörünün daha da artacağı sır değil. Kürtlere, kadınlara ve LGBTİ bireylere, Alevilere ve sosyalistlere yönelik mevcut saldırılar sürecek ve daha da artacaktır. Kuşkusuz bu saldırılar karşısında dün nasıl direnildi ise bundan sonra da bu direniş çizgisi devam ettirilecektir. Direnişin devam ettirilmesinde de direnen örgütlerimiz elbetteki en büyük kalkanlarımızdır, gücümüzdür. Fakat gücümüzü korumak ve büyütmek için de sadece bu seçimlerde yaşananları değil, uzunca bir süredir devam eden ve herkesçe de kabul edilen, sınıf hareketinin ve sendikaların krizi, temsili siyasetin krizi, cepheleşme, ittifak kurma stratejilerindeki başarısızlıklarımız, halkın öz örgütlerini kurma ve geliştirme gibi konulardaki kendi ev ödevlerimizi yapmamız gerekiyor.