Rusya’nın yeni dış siyaset belgesi (“Rusya Federasyonu Dış Siyaset Konsepti”), 31 Mart günü Putin’in kararnamesiyle onaylanarak yayınlandı. ABD/AB’nın NATO’nun “2030 Strateji Konsepti” ile resmiyet kazanan Rusya ve Çin’e karşı ekonomik, siyasi ve askeri savaş konsepti, 2008 krizinden beri uzun bir durgunluk yaşayan dünya ekonomisinin yeni emperyalist rekabet ve bölüşüm savaşı ile aşılmasına yönelik adımların da hızlandırıldığının belgesi oldu. Nitekim, ABD’nin Çin şirketlerine karşı amborgalarla engelleme çabaları, “renkli devrimler” ile Rusya’nın komşu ülkelerinde Batı yanlısı iktidarların iş başına getirilmesi ve en son olarak da Ukrayna’nın NATO üssü haline getirilmesi girişimi “soğuk savaş”ı sıcak savaşa sıçratmıştı.
ABD’nin, 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan beri süregelen “tek kutuplu” hegemonyasını devam ettirme çabalarına karşı Rusya ve dünyanın tedarik merkezi olan Çin’in “çok kutuplu” dünya stratejileri arasındaki gerilim her geçen gün artıyor. Taraflar sürekli olarak yeni ataklar, yeni cepheler açıyor.
Bu açıdan Rusya’nın “Dış Siyaset Konsepti”, önümüzdeki uzun yılları belirleyecek bu “çok kutupluluk” dünyasında Rusya’nın amaçlarını, ilkelerini anlamak bakımından temel belge niteliğinde. “Rusya Federasyonu’nun dış siyaset alanında milli menfaatlerine, Rusya Federasyonu’nun dış siyasetinin temel ilkelerine, stratejik hedeflerine, temel görevlerine ve öncelikli istikametlerine sistematik bir bakış sunuyor”. Belgenin başlıca hukuki temeli, anayasa ve “uluslararası hukukun genel kabul görmüş ilke ve normları”, Rusya’nın uluslararası anlaşmaları, “dış siyaset alanında federal organların faaliyetlerini düzenleyen” federal kanunlar ve diğer iç müktesebat olarak tanımlanıyor.
31 Mart 2023’te Rusya Devlet Başkanı Vlademir Putin tarafından onaylanan Rusya’nın yeni dış siyaset belgesi üzerine, Rus edebiyatından çevirileri ve Rusya siyaseti üzerine yazıları ile tanınan Hazal Yalın, Harici sitesindeki yazı dizisinde, geçen yıl 24 Şubat’tan beri yayınlanan başlıca tarihi belgeler arasına katılması gereken son derece önemli bir metin olduğunu belirtiyor. Belgenin bazı bölümlerinin çevirilerini yapan Yalın’ın analizinin öne çıkan bölümleri şunlar:
Rusya Federasyonu Dış Siyaset Konsepti’nin 4’üncü maddesi, Rusya Federasyonu’nun kendini nasıl tanımladığını gösteriyor; bu aynı zamanda devletin (siyasi, sosyal) davranışlarını biçimlendiren ideolojik çerçeveyi de çiziyor
“4. Bin yılı aşkın bağımsız devlet deneyimi, önceki çağın kültürel mirası, geleneksel Avrupa kültürü ve Avrasya’nın diğer kültürleriyle derin tarihi bağlar, yüzyıllar boyunca geliştirilen farklı halkların, etnik, dini ve dilsel grupların ortak bir toprakta uyumlu bir şekilde bir arada yaşamasını sağlama yeteneği, Rusya’nın özgün bir devlet-medeniyet, geniş bir Avrasya ve Avrupa-Pasifik gücü olarak özel konumunu belirler, Rus halkını ve kültürünü oluşturan diğer halkları bir araya getirir”
5’inci maddede Rusya’nın çağdaş dünyadaki yeri, “bütün hayati faaliyet alanlarındaki büyük kaynakları”, başta “BM Güvenlik Konseyi Daimi Üyesi olarak statüsü” olmak üzere başlıca uluslararası örgüt ve birliklere üyeliği, “en büyük iki nükleer güçten biri” oluşu, ve (en önemlisi) “SSCB’nin hukuki varisi (hukuki devamcısı) bir devlet” oluşuyla açıklanıyor. Buna kimsenin kuşkusu yok zaten, Rusya tarihinin gelmiş geçmiş en azılı antikomünist yöneticisi Yeltsin bile bu tarihi devamlılığın üzerini çizmeyi başaramadı (hem batının bu devamlılığı dayatıyor olması, hem de içeride bundan vazgeçmenin imkânsızlığı yüzünden); ama devamlılığın bu kadar açık ve (deyim yerindeyse) doğrudanlık şeklinde ifade edilmesini, belgenin en önemli noktalarından biri saymak gerek. Bu maddede Rusya’nın sadece İkinci Dünya Savaşı’ndaki zaferde “tayin edici katkısı” değil, “çağdaş uluslararası ilişkilerin kurulmasında ve dünya sömürgecilik sisteminin tasfiyesinde” oynadığı rolün de altı çiziliyor. Rusya, bunlara dayanarak “küresel gelişmenin egemen merkezlerinden biri olarak” öne çıkıyor ve “küresel güçler dengesinin desteklenmesinde ve çokkutuplu uluslararası sistemin kurulmasında tarihi olarak hasıl olmuş özgün bir misyon” yerine getiriyor.
Dış siyaset “barışsever, açık, öngörülebilir, tutarlı, pragmatik” olarak tanımlanıyor: “Rusya’nın başka devletlere ve devletlerarası birliklere yaklaşımı, bunların Rusya Federasyonu’na yönelik siyasetinin yapıcı, tarafsız veya dostça olmayan niteliğiyle belirlenir.” Buna göre Rusya, batının değil kendi menfaatlerinin gereğine göre hareket etmelidir. Ama artık bunun sınırına geliniyor, zira menfaatin çerçevesi değişme eğilimi gösteriyor. “Kendi” menfaati, iki şekilde tanımlanabilir: ya dışarının baskısına karşı kendisini korumak olarak, ya da aynı nedenle düşmanlarının menfaatlerini baltalamak olarak. Birinci durumda saf bir pragmatizm güder, ikinci durumda ise pragmatizmin dışına taşar.
7’inci madde şu cümleyle başlıyor: “İnsanlık devrimci değişiklikler çağından geçiyor.” Kastettiği “adil, çok kutuplu” dünya; ama kavram seçimi dikkat çekici. Adeta 1950’li yılların sonunda, özellikle de “Afrika yılını” izleyen dönemde hakim olan diskurs tekrar dile geliyor: “Sömürgeci güçlerin Asya’daki, Afrika’daki ve batı yarı küresindeki bağımlı toprakların ve devletlerin kaynaklarını yüzyıllardır ihtilas etme pahasına diğerlerini geride bırakan iktisadi büyümesini temin eden eski eşitsiz küresel gelişme modeli geri dönmemecesine yok oluyor.” Belge, “egemenliğin güçlendiğini ve batılı olmayan güçlerin ve bölgesel lider devletlerin rekabet imkânlarının büyüdüğünü” ileri sürüyor. Aynı yerde “dünya ekonomisinin yapısal yeniden yapılanmasından”, “milli bilincin artmasından”, “kültür ve uygarlık çeşitliliğinden” ve “diğer objektif faktörlerden” söz ediliyor ve bunların “yeni iktisadi büyüme merkezleri lehine gelişme potansiyelinin ve jeopolitik etkinin yeniden dağılımı süreçlerini hızlandırdığı” belirtiliyor. Belgeye göre bu süreçler aynı zamanda “uluslararası ilişkilerin demokratikleşmesine katkıda bulunuyor”.
Bütün bu gelişmeler “küresel hâkimiyet ve yeni-sömürgecilik mantığına uygun düşünmeye alışkın devletler” için tatsız şeyler. Bunlar yeni gerçekliği kabul etmeyi reddediyorlar, “tarihin doğal gidişatını engelleme, askeri-siyasi ve iktisadi alanlarda rakiplerini bertaraf etme, farklı düşüncelerde olanları ezme girişimlerine başvuruyorlar”. “BM Güvenlik Konseyi’nin etrafından dolanan cebri tedbirler (yaptırımlar), devlet darbelerinin, silahlı çatışmaların kışkırtılması, tehditler, şantaj, muhtelif sosyal grup ve hatta halkların bilinçlerinin manipüle edilmesi, enformasyon alanında saldırgan ve yıkıcı operasyonlar”, kullandıkları yöntemler arasında. “Geleneksel manevi-ahlaki değerlerle çelişen parçalayıcı neoliberal ideolojik kurumların dayatılması, egemen devletlerin içişlerine karışmanın en yaygın biçimi haline geldi.”
Belge, ulusötesi meydan okuyuş ve tehditlere verilecek kolektif cevapların geliştirilmesinin zorlaştığını vurguluyor; bunlar yasadışı silah ticaretini, kitle imha silahlarının yayılmasını, tehlikeli patojen ve enfeksiyonları, uluslararası terörizmi, uyuşturucu ticaretini, ulusötesi örgütlü suç ve rüşveti, yasadışı göçü, çevre kirliliğini, vb. kapsıyor. Diyalog kültürü zayıflıyor, diplomasinin etkisi zayıflıyor. “Uluslararası işlerde güven ve öngörülebilirlik eksikliği keskin şekilde hissediliyor.”
10’uncu madde şu cümleyle başlıyor: “İktisadi küreselleşmenin krizi şiddetleniyor.” Dikkat çekici bu, zira stratejik ortaklıktan ekonomiyi de kapsayan bir ittifaka yöneldikleri Çin, devasa büyüyüşünü tam da bu küreselleşmeye borçlu ve her fırsatta tekrarladığı gibi, hiç değilse şimdilik, küreselleşmenin devamından yana. Rusya, küreselleşmeye karşı kapitalist sistemiçi bir eleştiride bulunuyor, ne var ki IMF’yi veya Dünya Bankası’nı değil küreselleşme ve finanslaşmaya genellikle muhalif olmuş UNCSTAD’ı hatırlatan türden: “Enerji kaynakları pazarındaki ve mali sektördeki problemler de dahil olmak üzere mevcut problemler pek çok eski kalkınma model ve enstrümanlarının sorumsuz makroekonomik kararlarla (kontrolsüz emisyon ve teminatsız borçların birikmesi dahil), hukuksuz, tek taraflı sınırlayıcı tedbirler ve haksız rekabetle yozlaşmasıyla tetiklendi.” Belge, kimi devletlerin bazı alanlardaki dominant durumlarını kötüye kullandıklarını ve bunun dünya ekonomisinde parçalanmaya, “devletlerin kalkınmasında eşitsizliğe” yol açtığını belirtiyor. Yeni milli ve sınırötesi ödeme sistemlerinin yaygınlaşması, yeni uluslararası rezerv paralara gösterilen ilgi bunun sonucu. Bu nedenle: “Uluslararası iktisadi işbirliği mekanizmalarının çeşitlendirilmesi için ön şartlar şekilleniyor.”
Belge bir sonraki maddede “uluslararası ilişkilerde güç faktörünün rolünün arttığına ve stratejik olarak önem taşıyan bir dizi bölgede çatışma coğrafyasının genişlediğine” dikkat çekiyor. Silah kontrol anlaşmaları sisteminin ihlal edilmesi ve taarruz potansiyelinin artırılması ve modernizasyonu, istikrarsızlaştırıcı bir etki doğuruyor. “Uluslararası hukukun ihlalinde askeri güç kullanılması, uzay ve enformasyon alanının yeni askeri eylemler alanı olarak benimsenmesi, devletlerarası karşı karşıya gelişlerde askeri ve askeri olmayan vasıtalar arasındaki sınırın silinmesi, bir dizi bölgede eskiden kalma silahlı çatışmaların şiddetlenmesi, genel güvenliğe tehdidi artırıyor, büyük devletler arasında nükleer güçlerin de katılacağı çarpışma riskini güçlendiriyor, bu tür çatışmaların tırmanma ve lokal, bölgesel veya küresel savaşa evrilme ihtimalini yükseltiyor.”
Belgeye göre dünya düzenindeki krize verilecek cevap, “dış baskıya maruz kalan devletler arasındaki işbirliğini güçlendirmek” haline geliyor. Bu, bölgesel veya bölgelerarası iktisadi entegrasyon mekanizmalarının oluşmasını da kapsıyor. Mevcut problemleri ancak “bütün uluslararası toplumun kuvvet dengesi ve menfaatler temelinde potansiyellerini ve iyi niyetli çabalarının birleştirilmesi” temin edebilir.
13’üncü maddeyi eksiksiz çevirmek gerek:
“Rusya’nın çağdaş dünyanın önde gelen merkezlerinden biri olarak güçlenmesini mülahaza eden ve Rusya’nın bağımsız dış siyasetini batı hegemonyasına tehdit sayan ABD ve uyduları, Rusya Federasyonu’nun Ukrayna istikametinde kendi hayati önem taşıyan menfaatlerini savunmak için aldığı tedbirleri uzun yıllara dayanan Rusya karşıtı siyaseti tırmandırmak için bir bahane olarak kullandılar ve yeni tip hibrit bir savaş açtılar. Bu savaş, Rusya’nın her alanda zayıflamasına yönelik; onun uygarlık yaratıcı rolünün, askeri, iktisadi ve teknolojik imkânlarının tahrip edilmesini, dış ve iç siyasette egemenliğinin sınırlanmasını, toprak bütünlüğünün yıkılmasını da kapsıyor. Batının bu siyaseti kapsamlı bir nitelik aldı ve doktrin seviyesinde de tespit edildi. Bu, Rusya Federasyonu’nun tercihi değildi. Rusya kendisini batının düşmanı saymıyor, kendisini ondan tecrit etmiyor, ona karşı düşmanca niyetler gütmüyor; batı topluluğuna ait olan devletlerin ileride bu cepheleşme siyasetlerinin verimsizliğini kavrayacaklarını, çok kutuplu dünyanın karmaşık gerçekliğini dikkate alacaklarını ve egemen eşitlik ve karşılıklı menfaatlere saygı ilkelerine bağlı olarak Rusya ile pragmatik işbirliğine döneceklerini düşünüyor. Rusya Federasyonu, diyalog ve işbirliğine böyle bir temelde hazırdır.”
Belge 14’üncü maddede Rusya’nın, “batının dostça olmayan eylemlerine cevap olarak varolma hakkını ve serbest gelişmesini elindeki her türlü vasıtayla savunmaya niyetli olduğunu” vurguluyor. “Her türlü” denildiğinde bunun anlamı gayet açık. Bu durumda iki şeye tekrar göz atmalıyız. İlki, Rusya’nın nükleer doktrini. İkincisi, bu doktrin çerçevesinde yürütülen bir askeri-siyasi tartışmanın ayrıntıları.
İlki, “Rusya Federasyonu’nun nükleer silah kullanması ihtimalini belirleyen şartları” şöyle sıralar:
“a) Rusya Federasyonu ve (veya) müttefiklerinin topraklarına saldıran balistik füzelerin ateşlendiğiyle ilgili güvenilir istihbarat alınması;
“b) düşman tarafından nükleer silahların veya diğer kitle imha silahlarının Rusya Federasyonu ve (veya) müttefiklerinin topraklarında kullanılması;
“c) düşmanın, Rusya Federasyonu’na ait, devreden çıkması halinden nükleer kuvvetlerin cevabi eyleminde başarısızlığa yol açacak kritik önemdeki devlet ve askeri tesisleri üzerinde etkide bulunması;
“d) Rusya Federasyonu’na karşı konvansiyonel silahlarla yapılan saldırganlık, bizatihi devletin varlığı tehdit altına girdiğinde.”
İkincisi, olası bir Amerikan saldırısı halinde püskürtme, düşmanın kademeli hava savunma ve enformasyon-yönetim sistemlerinin kırılması, Rusya’nın ani düşman saldırısında yok edilmemiş “stratejik nükleer kuvvetlerinin korunan vasıtalarıyla saldırgana cevabi nükleer ‘misillemede’ bulunulmasının” ilkelerini belirler.
Üçüncü bölüm ise şu başlığı taşıyor: “Rusya Federasyonu’nun dış siyaset alanında milli menfaatleri, Rusya Federasyonu’nun dış siyasetinin stratejik hedefleri ve temel ödevleri”.
Milli menfaatler, sadece “anayasal düzenin, egemenliğin, bağımsızlığın, devlet ve toprak bütünlüğünün korunmasından” ibaret değil. Uluslararası barış ve güvenliğin stratejik istikrarının korunması ve güçlendirilmesi, uluslararası ilişkilerin hukuk temellerinin güçlendirilmesi, Rusya vatandaşlarının ve teşkilatlarının hak, hürriyet ve kanuni menfaatlerinin savunulması, enformasyon güvenliğinin geliştirilmesi, “yıkıcı yabancı enformatif-psikolojik etkisine karşı Rusya toplumunun savunulması”, çevre, (tahmin edilebileceği gibi) “Rusya’nın geleneksel manevi-ahlaki değerlerinin güçlendirilmesi” de bunlar arasında. Ancak milli menfaatler arasında sayılan iki şeye daha dikkat çekmeli. Belge, “Rusya Federasyonu’nun çokuluslu halkının kültür ve tarih mirasının korunmasını” milli menfaatler arasında görüyor. (Millet ve halkın Sovyet siyasi literatüründe taşıdığı anlam üzerinde “Rusya…”da durmuştum.) Aynı şekilde, “Rusya halkının esirgenmesi, insan potansiyelinin geliştirilmesi, hayat standardının ve yurttaşların refahının yükseltilmesi” ile “Rusya ekonomisinin yeni teknolojik temellerde istikrarlı gelişmesi” de öyle.
Stratejik öncelikler, bu milli menfaatlere dayanıyor; en başta gelen, “bütün alanlarda egemenlik” ve toprak bütünlüğü.
Belgenin en uzun ve daha ziyade pratiğe yönelik olan bölümü, 4’üncü bölüm: “Adil ve sürdürülebilir bir dünya düzeninin kurulması”. Temel ilke şöyle formüle ediliyor:
“Rusya, sağlam bir güvenlik, kültür ve uygarlık orijinalitesinin korunmasını, bütün devletler için coğrafi durumlarından, toprak büyüklüklerinden, demografik, kaynak ve askeri potansiyellerinden, siyasi, iktisadi ve sosyal yapısından bağımsız olarak eşit kalkınma imkânları temin edebilecek bir uluslararası ilişkiler sisteminin kurulmasını hedeflemektedir.” Bu çok kutuplu dünya düzeni şu ilkelere yaslanacaktır: “devletlerin egemen eşitliği, seçtikleri kalkınma modeline, sosyal, siyasi ve iktisadi yapıya saygı; uluslararası ilişkilerde hegemonyanın kabul edilmemesi; menfaat dengesi ve karşılıklı avantaj temelinde işbirliği; iç işlerine karışmama; uluslararası ilişkilerin düzenlenmesinde uluslararası hukukun üstünlüğü, bütün devletlerin çifte standartlardan vazgeçmesi; küresel ve bölgesel veçhelerde güvenliğin bölünmezliği; kültür, uygarlık ve toplumun örgütlenme modellerinin çeşitliliği, bütün devletlerin başka ülkelere kendi kalkınma modelini, ideolojik ve değer yapılarını dayatmaktan vazgeçmesi, dünyadaki bütün geleneksel dinler ve laik etik sistemler için tek bir manevi-ahlaki ilkenin mesnet edinilmesi; önde gelen devletlerin kendileri için olduğu gibi başka ülkeler ve halklar için de istikrarlı ve müreffeh kalkınma şartlarının teminine yönelik sorumlu liderliği; egemen devletlerin uluslararası barış ve güvenliğin sağlanması alanında kararlar alırken öncü rolü oynaması.”
Rusya’nın öncelikli dikkat göstereceği noktaların başında, “ABD ve diğer dost olmayan ülkelerin küresel meselelerde hâkimiyetinin kalıntılarının ortadan kaldırılması, her devletin yeni-sömürgeci ve hegemonik ihtiraslardan vazgeçmesinin şartlarının yaratılması” geliyor.
Yeni-sömürgecilik meselesi, çok önemli. Bu eski (ve yeni) sömürge ve yeni-sömürge ülkelerinin ve halklarının saygısını kazanarak ileriye dönük avantaj sağlamak için samimiyetsiz bir söylemden mi ibaret, yoksa 1960’ların Sovyet siyasetiyle samimi bir paralellik mi gösteriyor sorusu tamamen başka bir mesele; ama bu söylemin ortaya çıkmış olması yeterince önemli. Geçtiğimiz yıl boyunca Rusya’nın Afrika ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmeye yönelik attığı adımlar yeni bir siyasi ortam hazırlandığını açıkça gösteriyor. 2022’nin Afrika bilançosunu hiç değilse bu temel başlıklarıyla gösterecek ayrı bir yazıya ihtiyaç var; ama burada birkaç olaya kısaca da olsa değinebiliriz: Kongo’da, ABD-İsrail desteğine sahip komşusu Ruanda’yla gerilim artarken “Putin Kongoluların kurtuluşudur” yazılı pankart altında büyükçe bir gösteri yapıldı. Afrika Birliği dönem başkanı Senegal Devlet Başkanı Macky Sall, kapsamlı bir Moskova turu yaptı. Uluslararası Moskova Güvenlik Konferansı’na şu ülkelerin savunma bakanları katıldı: Burundi, Gine, Kamerun, Mali, Sudan, Uganda, Çad, Etiyopya, Güney Afrika. Putin, hububat anlaşmasının zengin batının ihtiyacını karşılamak için kullanıldığını, ancak Rusya’nın hububat anlaşmasını uzatmamaya karar verecek olursa Afrika ülkelerine ücretsiz tahıl tedarik edeceğini birden fazla defa vaat etti. Zimbabve parlamento heyeti Duma oturumuna katıldı. Uganda genelkurmay başkanı, “Rusya’ya saldırı Afrika’ya saldırıdır,” dedi. Orta Afrika’da Rusya askeri danışmanlarının sayısı 1135’ten 1890’a çıkarıldı, OAC BM daimi temsilcisi bu sayıyı 3 bine çıkarmak istediklerini bildirdi. Halkların Dostluğu Üniversitesi’ne eski adı tekrar konuldu: Patrice Lumumba. Lumumba’nın adını silmek Yeltsin’in ilk marifetlerinden biriydi.
Demek ki 1950-1960’ların sömürgecilik karşıtı mücadelesine yapılan sıklaşan atıflar göstermelik bir diskurs değil; bunların ciddi bir içeriği var. Yeni dış siyaset konseptinin bu söylemi bütünüyle benimsiyor olması da verilen önemi gösteriyor.
Öncelikli dikkat gösterilecek alanlar listesine devam edelim. Güvenliğin sağlanmasına yönelik uluslararası mekanizmaların geliştirilmesi, ikinci sırada. Üçüncü sırada BM ele alınıyor: “BM’nin merkezi koordinasyon mekanizması olarak rolünün” yeniden tesisi. Arkasından şu devletlerarası örgütlerin rolünün güçlendirilmesi gerektiği belirtiliyor: BRICS, ŞİÖ, BDT, Avrasya Ekonomik Birliği, KGAÖ, RIC (Rusya, Hindistan, Çin) ve diğerleri. Asya-Pasifik bölgesinde, Latin Amerika’da, Afrika’da ve Yakındoğu’da bölgesel ve alt-bölgesel entegrasyonun desteklenmesi, uluslararası hukuk sisteminin geliştirilmesi, Rusya’nın bütün alanlarda müttefik ve ortaklarıyla işbirliğinin geliştirilmesi, dinler, kültürler ve uygarlıklar arasında yapıcı diyalog, “evrensel ve geleneksel manevi-ahlaki değerlerin korunması ve bunlara saygının temin edilmesini hedefleyen uluslararası çabaların konsolidasyonu (bu kapsamda bütün dünya dinleri için genel olan etik normlar), sahte hümanist ve benzer türden, insanlığın geleneksel manevi-ahlaki temellerini ve moral ilkelerini tüketmeye götüren neoliberal ideolojik kurumların dayatılması girişimlerinin etkisizleştirilmesi”.
Belgenin üçüncü bölümünün sıradaki altbaşlığı: “Uluslararası barış ve güvenliğin güçlendirilmesi”. Rusya’nın öncelikli dikkat göstereceği şeyler arasında “herhangi bir veya birkaç devletin ve devletlerarası birliğin askeri alanda küresel hâkimiyete erişmek, kuvvetlerini sorumluluk alanının dışına taşımak, uluslararası barış ve güvenliğin sağlanmasında öncelikli sorumluluk üstlenmek, bölücü çizgiler çekmek ve bazı devletlerin güvenliğini başka ülkelerin meşru menfaatlerine zarar vererek temin etmek girişimlerinin etkisizleştirilmesi amacıyla geniş bir işbirliğinin tesisi”. Öncelikle ABD’nin kastedildiği çok açık. “Sorumluluk alanı” kavramının doğrudan doğruya Yalta’nın “nüfuz alanı” kavramıyla örtüşmesi ise önemli.
Aynı alt başlıkta 25’inci madde, silahlı kuvvetlerin kullanılmasının şartlarını tespit ediyor: “Rusya silahlı kuvvetlerinin kullanılması bilhassa, Rusya’ya ve (veya) müttefiklerine yönelik silahlı bir saldırının püskürtülmesi ve önlenmesi, krizlerin çözülmesi, BM Güvenlik Konseyi’nin, Rusya’nın da katıldığı kendi sorumluluk alanındaki diğer kolektif güvenlik yapılarının kararına uygun olarak barışın desteklenmesi (yeniden tesisi), yurtdışında bulunan yurttaşlarının korunmasının sağlanması, uluslararası terörizm ve korsanlıkla mücadele ödevlerinin yerine getirilmesine yönelik olabilir.” Yurtdışındaki Rusya vatandaşlarına yönelik tehditlerin silahlı kuvvetlerin kullanılmasına yol açabileceği vurgusuna özellikle dikkat edelim.
“Rusya Federasyonu’nun egemenlik ve toprak bütünlüğüne tehdit teşkil eden, bu kapsamda siyasi veya ekonomik karakterde sınırlayıcı tedbirlerin (yaptırımların) uygulanmasıyla yahut modern enformasyon-komünikasyon teknolojisinin kullanılmasıyla ilişkili dostça olmayan eylemlerle” karşılaştığı takdirde Rusya, “bu tür dostça olmayan eylemlerin önlenmesi için, keza bunların gelecekte tekrarlanmasının engellenmesi için zaruri, meşru simetrik ve asimetrik tedbirler alabilir”. Dikkat çekici; siyasi ve iktisadi yaptırımlara ve enformasyon alanı da dahil saldırılara ille de aynı çerçevede cevap verilmeyeceğinin altını çiziyor.
27’inci madde, nükleer ve diğer kitle imha silahlarının kullanılacağı küresel bir savaşın önlenmesi için Rusya’nın hangi konulara öncelikli dikkat göstereceğini belirliyor. Gerilimin önlenmesi, anlaşmalar sistemi, silah kontrolü, silahlanma yarışının engellenmesi, ülkelerin nükleer silah potansiyelinin aşamalı olarak azaltılması, vb. bu kapsamda. Belgenin bu bölümü de, başka birçok bölümünde olduğu gibi, 1960-70’li yıllar üzerine çalışan bir tarihçinin önüne konulsa hiç yadırgamayacağı kadar üslup ve çerçeve benzerliği gösteriyor.
28’inci madde bölgesel güvenliğin sağlanması ve yerel ve bölgesel savaşların önlenmesi için, 29’uncu madde “biyolojik tehditlerin önlenmesi ve Rusya Federasyonu’nun biyolojik güvenliğinin sağlanması” için, 30’uncu madde enformasyon güvenliğinin sağlanması için nelere öncelikli dikkat gösterileceğini belirtiyor. Bu sonuncusu nispeten yeni bir alan olmasından başka şu ifadeyle de dikkat çekiyor: (Rusya’nın özel öncelikli dikkat göstereceği noktalardan biri) “dost olmayan ülkelerin küresel enformasyon alanını militarize etmeye, enformasyon-komünikasyon teknolojisini devletlerin iç işlerine karışmak için ve askeri amaçlarla kullanmasına, keza başka devletlerin gelişmiş enformasyon-komünikasyon teknolojisine erişiminin sınırlandırılmasına ve onların teknolojik bağımlılığının güçlendirilmesi siyasetine karşı koymaya yönelik siyasi-diplomatik ve başka türlü tedbirler alınması.” Burada “başka türlü” ifadesinin özellikle konulduğu ve bunun belki de siber savaşlara karşı koymak için hacker tugayını ve/veya troykaya teknolojik olarak bağımlı ülkelere teknoloji transferini de kapsadığı düşünülebilir.
36-38’inci maddeler “dünya denizlerinde, uzayda ve havada Rusya Federasyonu’nun menfaatlerinin temin edilmesi” altbaşlığını taşıyor. Burada Rusya’nın dünya denizlerine serbest ve güvenli erişiminin sağlanması, denizaltı borularının ve bilimsel araştırmaların geliştirilmesi ve güvenliği ele alınıyor. Bu bağlamda en önemli nokta olan kıta sahanlığı meselesi ise sadece zikredilmekle kalmış: “Rusya Federasyonu’nun dış kıta sahanlığı sınırlarının uluslararası hukuka uygun olarak belirlenmesi, kıta sahanlığındaki egemenlik haklarının korunması.” Uzay ve havacılık çalışmalarında işbirliğinin “coğrafi çeşitlendirilmesi” de öngörülüyor. Havacılık konusu, 24 Şubat’tan sonraki ilk yaptırım furyası hava sahalarının kapatılmasıyla sonuçlandığı için daha pratik bir önem taşıyor; burada Rusya’nın uluslararası hava sahalarına erişiminin garanti edilmesi hedefi konuluyor.
39-40’ıncı maddeler “Uluslararası iktisadi işbirliği ve uluslararası kalkınmaya katkı” başlığını taşıyor. Belge boyunca en önemli altbaşlıklardan biri. Hedefler şöyle sıralanmış: “iktisadi güvenliğin, iktisadi egemenliğin, sürdürülebilir bir ekonomik büyümenin, yapısal ve teknolojik yenilenmenin sağlanması, uluslararası rekabet kabiliyetinin yükseltilmesi, Rusya’nın dünya ekonomisindeki önde gelen yerinin korunması, dünya ekonomisinde ve uluslararası ilişkilerde derin değişikliklerle ilişkili olarak, keza yabancı devletlerin ve bunların birliklerinin dostça olmayan eylemleriyle ilişkili olarak risklerin azaltılması ve imkânların kullanılması”. Burada bir kez daha, “iktisadi küreselleşmenin krizinden” söz ediliyor ve “dünya ticaret ve mali-para sistemlerinin çokkutuplu dünyanın gerçeklerine uyumlu hale getirilmesi”, keza “dost olmayan devletlerin dünya ekonomisinin kimi alanlarındaki tekel yahut hâkim pozisyonlarını kötüye kullanma imkânlarının azaltılması” Rusya’nın öncelikleri arasında sayılıyor. Rusya ekonomisinin “dost olmayan devletlerin eylemlerine bağımlılığı” kabul ediliyor (önemli bir itiraf bu) ve bunun “azaltılması” hedefleniyor; bu da öncelikle “depolitize edilmiş, güvenli, dost olmayan devletlerden bağımsız bir uluslararası ödeme altyapısının geliştirilmesi ve müttefik ve ortaklarla hesaplamalarda milli paraların kullanılması uygulamasının genişletilmesi aracılığıyla” mümkün olabilir. Rusya’nın dünya pazarındaki varlığının güçlendirilmesinden başka, en önemlisi, “hammadde ve enerji dışındaki ihracatın artırılması” hedefi de konuluyor. Başka deyişle, petrol ve doğalgaz ekonomisinden çıkma ihtiyacı öylesine yakıcı bir şekilde hissediliyor ki, dış siyaset belgesine olduğu gibi giriyor. Aynı yerde oryantasyonun Rusya’ya karşı “yapıcı ve tarafsız bir siyaset güden devletlere” kaydırılacağı da belirtiliyor. Rusya teşkilat, yatırım ve mamullerinin dünya pazarlarına girme şartlarının iyileştirilmesi, “yabancı devletlerin dost olmayan eylemlerine karşı Rusya ekonomisinin ve uluslararası ticari-ekonomik ilişkilerinin bu tür eylemlere cevap niteliği taşıyacak özel iktisadi tedbirler uygulanarak savunulması”, “yabancı yatırımları, ileri bilgi ve teknolojileri, yüksek nitelikli uzmanları Rusya’ya çekme” çabası da hedefler arasında. Uluslararası siyasi-diplomatik açıdan daha somut olarak, öncelikle birlik devleti (Belarus-Rusya), Avrasya Ekonomik Birliği, BDT, ŞİO, BRICS ve Büyük Avrasya Ortaklığı hedefiyle “bölgesel ve bölgelerarası iktisadi entegrasyonun teşvik edileceği”, keza Rusya’nın transit konumundan yararlanarak potansiyelinin artırılacağı (belli ki Kuzey-Güney ve Doğu-Batı koridorları kastediliyor) belirtiliyor.
Bu altbaşlığın en dikkat çekici maddesi ise şu ülkelerin sosyal-iktisadi kalkınmasına öncelikli bir önem gösterileceği vurgusu: “Abhazya Cumhuriyeti, Güney Osetya, Avrasya Ekonomik Birliği üyesi ve Rusya ile iyi komşuluk ilişkilerini devam ettiren devletler, keza Rusya Federasyonu’na yönelik yapıcı bir siyaset güden gelişmekte olan devletler”.
Çevre ve küresel sağlıkla ilgili bir sonraki altbaşlık üzerinde ayrıntılı olarak durmayacağım. Gene de burada her iki meselenin de bilinçli olarak politize edildiğinin ve ülkelerin iç işlerine müdahale, kendi doğal kaynaklarına erişimde egemenliğin sınırlanması amacı güdüldüğünün vurgulandığını ve iklim meselesinde uluslararası hukuki çerçeve olarak 9 Mayıs 1992 BM iklim değişikliği çerçeve konvansiyonu ve 12 Aralık 2015 Paris mutabakatının sayıldığını belirtmek gerek.
“Uluslararası insani işbirliği” altbaşlığı, Rusça, Rus kültürü ve rusofobi ifadelerinin en sık geçtiği maddeleri topluyor. Aynı yerde “Rusya için geleneksel inançlara ait dini örgütler arasında uluslararası bağların geliştirilmesine katkıda bulunma, Rus Ortodoks kilisesinin yurtdışında ayrımcılığa karşı korunması” ifadesi dikkat çekici; bu, geleneksel dış siyasette bir oryantasyon değişikliğini değilse bile artan bir önemi gösteriyor. Özellikle BDT üyesi ülkelerle “birleşik bir insani coğrafya inşa edilmesi” de dikkat çekici bir ifade. Rusya’nın birçok uluslararası spor kuruluşundan dışlandığı bir ortamda belgenin ortaya koyduğu hedefler arasında Rusya sportif örgüt ve sporcularının sadece uluslararası sportif faaliyetlere serbestçe girmesinin garanti edilmesine değil “Rusya’ya karşı yapıcı bir siyaset güden devletlerle yeni sportif uluslararası işbirliği formatlarının geliştirilmesine” de öncelikli önem gösterileceği vurgulanıyor.
Bu altbaşlıktaki en önemli vurgu ise bana kalırsa başka bir yerde: “tarihin çarpıtılmasına, Rusya’ya karşı nefretin kışkırtılmasına, Neonazi ideolojisinin, ırki ve milli inhisarın, saldırgan milliyetçiliğin yaygınlaştırılmasına karşı koymak ve esas itibariyle İkinci Dünya Savaşı’nın genel kabul gören sonuçlarına dayanan” (bir kez daha Yalta düzeni hatırlatması) “çağdaş uluslararası ilişkilerin moral, hukuki ve kurumsal temellerini güçlendirmek amacıyla” öncelikli dikkat gösterilecek çabalar sıralanıyor. Bunlar arasında Rusya’nın dünya tarihindeki rolü ve yeriyle ilgili gerçek bilgilerin yurtdışında yaygınlaştırılması, özellikle de Nazi Almanya’sına karşı zaferdeki tayin edici katkısı ve “Afrika, Asya ve Latin Amerika halklarının dekolonizasyon ve devletlileşmesindeki” büyük yardımı vurgulanıyor. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından denazifikasyona yönelik hatırlatma dikkat çekici; 24 Şubat sonrası söylemin dönemsel ve demagojik söylem olmadığı, dış siyasetin eksenlerinden birini oluşturduğu anlaşılıyor: “Alman nazilerinin, Japon militaristlerinin ve onların işbirlikçilerinin suçlarına sessiz kalınması, rehabilitasyonu ve kahramanlaştırılması”.
“Rusya vatandaşlarının ve teşkilatlarının yabancı hukuksuz tecavüzlere karşı korunması, yurtdışında yaşayan Rusyalılara destekte bulunulması ve insan hakları alanında uluslararası işbirliği”, bu alandaki öncelikleri belirliyor. Bu çerçevede yurtdışında yaşayan Rusya vatandaşlarına karşı hukuksuz takibat, ayrımcılık ve nefret kışkırtıcılığının takibi, Rusya vatandaşlarına ve teşkilatlarına karşı dostça olmayan eylemlere katılan devlet, birlik ve resmi kişilere karşı “eylem tedbirleri ve özel ekonomik tedbirler” uygulanması ve Rusya vatandaşlarının hak, hürriyet ve kanuni menfaatlerinin korunması çabalarının artırılması sayılıyor. İnsan hak ve hürriyetlerine saygı çerçevesinde ise Rusya’nın “menfaatlerinin, milli, sosyo-kültürel, manevi-ahlaki ve tarihi hususiyetlerinin” gözetileceği mekanizmalardan başka, daha önemlisi, “insan haklarının gözetilmesi ve bu alanda uluslararası normların belirlenmesi meselelerinde kendilerine özel bir hususiyet izafe eden devletlerdeki” insan haklarının gerçek durumunun takibatı ve ifşası, “insan hakları alanında uluslararası işbirliğinde çifte standart siyasetinin kökünün kazınması”, “insan hakları konusunun dış baskının, devletlerin iç işlerine müdahalenin vasıtası olarak kullanılmasına ve uluslararası örgütlerin faaliyetine yıkıcı etkide bulunulmasına karşı” tedbirler alınması öncelikli dikkat konusu olarak sıralanıyor.
Belgenin “Rusya Federasyonu’nun dış siyasetinin bölgesel istikametleri” ilk olarak “yakın yabancı ülkeler” olarak eski Sovyet ülkeleri (toplam 14 ülke) sıralanıyor. “Rusya’nın güvenliği, istikrarı, toprak bütünlüğü ve sosyal-iktisadi gelişmesi, küresel gelişmenin ve uygarlığın etkili egemen merkezlerinden biri olarak pozisyonunun tahkimi için, BDT katılımcısı devletlerle ve Rusya ile yüzyıllara dayanan ortak devletlilik gelenekleriyle, muhtelif alanlarda derin bir karşılıklı bağımlılıkla, ortak dille, yakın kültürlerle bağlı bulunan diğer sınır devletlerle sürdürülebilir uzun süreli iyi komşuluk ilişkilerinin temini ve muhtelif alanlarda potansiyellerin birleştirilmesi, en önemli konudur.” Burada dikkati en çok çeken, sadece BDT değil bütün “yakın yabancı ülkelerin” anılmış olması. 2016 tarihli dış siyaset konseptiyle somut hedefler itibariyle en temel farklardan biri burada yatıyor.
Belgeye göre Rusya’nın “yakın yabancı ülkelere” göstereceği öncelikli dikkat şununla ilgili: silahlı çatışmaların önlenmesi ve çözülmesi, devletlerarası ilişkilerin iyileştirilmesi ve istikrarın temini, bu kapsamda ‘renkli devrimlerin’ ve Rusya’nın müttefik ve ortaklarının iç işlerine diğer müdahale girişimlerinin kışkırtılmasının önünün kesilmesi”. Keza, “dost olmayan ülkelerin askeri altyapısının konuşlandırılmasına veya güçlendirilmesine ve Rusya’nın yakın yabancı ülkelerdeki güvenliğine diğer tehditlere karşı konulması”.
Belge, daha önce olduğu gibi, Belarus ile stratejik işbirliği ve entegrasyon sürecini özellikle vurguluyor; ayrıca BDT ve Avrasya Ekonomik Birliği çerçevesinde işbirliğinin ve en genelde “Avrasya ekonomik ve siyasi coğrafyasının entegrasyonuna yönelik uzun vadeli bir perspektifin” de altını çiziyor. Bu, Avrasya Ekonomik Birliği’nin etkisinin artacağına yorulmalı; tahminimde yanılmıyorsam, iç siyasete de etkisi olacak önemli bir gelişme. Tıpkı IMF-Dünya Bankası ile UNCTAD arasındaki programatik uyuşmazlıkta olduğu gibi, Rusya’da Merkez Bankası-Maliye Bakanlığı bloğu ile Avrasya Ekonomik Birliği arasında da (aynı türden) bir programatik uyuşmazlık var: ilk ikisinin liberalizmine karşı üçüncüsünde sola kayan bir keynesçilik gözlenir. Dolayısıyla, uyuşmazlığın sol tarafının Rusya içinde daha etkili olacağı öngörülebilir.
Daha somut, daha pratik açıdan bu altbaşlığın en önemli iki noktasından ilki şu: (öncelikli önem kapsamında) “Abhazya Cumhuriyeti, Güney Osetya Cumhuriyeti’ne kapsamlı destek, bu devletlerin Rusya ile entegrasyonu derinleştirme yönünde gönüllü tercihlerinin uluslararası hukuk temelinde hayata geçirilmesine katkı”. Abhazya’nın Rusya’ya katılma eğilimi güçlü değil; Güney Osetya’nın, güçlü. İkisinin de aynı şekilde değerlendirilmesi tuhaf. Bu bana kalırsa, Rusya Federasyonu bünyesine katma değil ama kapsamlı entegrasyon, kendi iç hukuku dışında ticaret ve turizm merkezi oluşturma hedefine işaret ediyor.
İkincisi ise (gene öncelikli önem kapsamında) Hazar Denizi’nin altının çizilmesi. Şöyle deniyor: “bu bölgeyi ilgilendiren bütün meselelerin çözümünde Hazar’da kıyısı olan beş devletin münhasır salahiyetinden yola çıkarak işbirliğinin güçlendirilmesi”. Sözkonusu beş devlet şunlar: Rusya, Azerbaycan, İran, Kazakistan ve Türkmenistan. Demek ki en azından perspektifte, bunların Hazar bölgesini bütün olarak ilgilendiren münhasır eylemlerinde veya üçüncü devletlerle (şirketlerle) ortak eylemlerinde diğer kıyı ülkelerin rızasının aranması öngörülüyor. Türkmenistan’dan veya Kazakistan’dan Hazar üzerinden geçirilerek kıyı devletlerden başka bir devlete gidecek boru hatlarının öncelikli olarak kastedildiği açık.
Beşinci bölümün ikinci altbaşlığı: “Arktik”. Kuzey Okyanusu’nun sularının giderek kaynaması kaçınılmaz, ama bu ayrı bir yazı, daha ciddi çalışmalar gerektiriyor. Şimdilik Putin ile Si Tsinpin görüşmesinde de bu konunun gündeme geldiğini ve tarafların bir “çalışma grubu” kurmasının kararlaştırıldığını hatırlamakla yetinelim.
51-54’üncü maddelerin konusu “Çin Halk Cumhuriyeti ve Hindistan Cumhuriyeti”. Putin ve Si’nin Moskova görüşmeleri ve ilişkilerin “stratejik ortaklıktan” giderek (ekonomiyi de kapsayan bir) ittifaka evrilmekte oluşu, bu maddeleri daha önemli kılıyor. Bir önceki konseptte (2016) Çin için tek bir madde ayrılmıştı, bu defa iki ülke için etraflı bir altbaşlık ayrılmış olması bile yeterince anlamlı. Rusya’nın “gelecekteki dünya düzenine ve dünya siyasetinin kilit problemlerin çözümüne yaklaşımıyla ilkesel olarak örtüşen dost, egemen ve küresel güç ve gelişme merkezleriyle ilişkileri tam kapsamlı derinleştirme” kararlılığı vurgulanıyor. Çin’le küresel, Avrasya ve dünyanın başka yerlerinde “bütün alanlarda karşılıklı fayda getirecek işbirliğinin geliştirilmesi”, Hindistan’la “ayrıcalıklı stratejik ortaklık” öngörülüyor. ŞİÖ’nün “Avrasya’da güvenliğin teminindeki potansiyel ve rolünün güçlendirilmesi”, Büyük Avrasya Ortaklığı temelinde Avrasya Ekonomik Birliği, ŞİÖ ve ASEAN’a dayanan bölgesel çabalar, bir önceki konseptte de dile getirilmişti; bu defa “Avrasya Ekonomik Birliği’nin kalkınma planlarının ve Çin’in ‘tek kuşak tek yol’ inisiyatifinin birleştirilmesi” (Avrasya Ekonomik Birliği yönetiminin değişmez hayaliydi bu) vurgusu, çok dikkat çekici. Si Tsinpin ile bu konuda da görüşüldüğü ve mutabakata varıldığı anlaşılıyor.
Kuzey-Güney koridoru, Kuzey Deniz Yolu, Çin sınırındaki karşılıklı şehirlerin altyapısının geliştirilmesi, enerji ortaklığı, dijital ekonomi, Avrupa-Batı Çin koridorunun altyapısının iyileştirilmesi vb.nin Si-Putin görüşmesinde gündeme geldiği ortak açıklamalardan ve imzalanan belgelerden biliniyor. Ama belgede bunlardan başka Hazar ve Karadeniz bölgesi, Avrasya ekonomik koridorunun geliştirilmesi, “Rusya-Moğolistan-Çin” koridoru da Çin başlığı altında; demek ki iki liderin görüşmesinde bunlar da ele alındı. Gene Çin başlığı altında Afganistan da konu ediliyor: “Afganistan’daki durumun çözüme ulaştırılması, Afganistan’ın içinde yaşayan bütün etnik grupların menfaatlerine denk düşen istikrarlı bir ekonomi ve siyasi sisteme sahip egemen, barışçıl, tarafsız bir devlet olmasına katkı”. Bu, “Afganistan’ın Avrasya işbirliği bölgesine entegrasyon perspektifi” anlamına geliyor.
“Asya-Pasifik bölgesi”, bir diğer altbaşlık. 2016 konseptine göre ciddi bir değişiklik yok; bu bölgedeki faaliyetlerin eksenine ASEAN oturuyor.
“İslam dünyası” altbaşlığının varlığı kadar burada kullanılan kavramlar da girişteki ideolojik çerçeve ile uyumlu. Belge, bir “dost islam devletleri” kategorisi değil ama “dost islam uygarlığı” kategorisi çiziyor ve bu uygarlığın önünde “küresel gelişmenin bağımsız merkezi olma istikametinde geniş perspektifler açıldığını” ileri sürüyor.
“Öncelikli önem” sıralamasında ilk madde, aynı zamanda önem atfedilen ilişkiler sıralaması olarak görülmeli: “İran İslam Cumhuriyeti ile güvene dayalı kapsamlı işbirliğinin geliştirilmesi, Suriye Arap Cumhuriyeti’nin her alanda desteklenmesi, keza Türkiye Cumhuriyeti, Suudi Arabistan Krallığı, Mısır Arap Cumhuriyeti ve İslam İşbirliği Teşkilatı’nın diğer üye devletleriyle, egemenlik ve Rusya Federasyonu’na yönelik yürüttükleri siyasetin yapıcılık derecesini dikkate alarak karşılıklı yarara dayanan çok katmanlı ortaklığın derinleştirilmesi”. İlişkinin derecesini karşı tarafın yaklaşımının tayin edeceği özellikle vurgulanıyor.
Yakındoğu ve Kuzey Afrika’da kapsamlı bir bölgesel güvenlik ve işbirliği mimarisinin inşası da hedefler arasında. Sunulan perspektif bölge devletleri için cazip olabilir: “Rusya, ilgili bütün devletler ve devletlerarası birliklerle, İran Körfezi’nde, Rusya’nın kolektif güvenlik temini Konsept’ini uygulamaya koyma hedefiyle aktif bir işbirliğine niyetlidir ve işbu inisiyatifi, Yakındoğu bölgesinde durumun sürdürülebilir ve kapsamlı bir normalleştirilmesine giden yolda önemli bir adım olarak mülahaza etmektedir.”
İslamofobiyle mücadele, bu altbaşlığın bir diğer konusu. Bizi daha ziyade ilgilendiren ise şu “öncelikli dikkat” konusu: “İslam İşbirliği Örgütü üyesi devletler arasındaki, keza bu devletlerle komşuları arasındaki (öncelikle İran İslam Cumhuriyeti ile Arap ülkeleri arasındaki, Suriye Arap Cumhuriyeti ile komşuları, Arap ülkeleri ve İsrail devletiyle) çelişkilerin yumuşatılması ve ilişkilerin normalizasyonu”. Özellikle Suriye ve İsrail arasındaki “çelişkilerin yumuşatılması ve ilişkilerin normalleştirilmesi” hedefi son derece dikkat çekici, dahası ilk bakışta olmayacak duaya amin demekten de farksız. Özellikle İsrail’deki gelişmeler daha çok önem kazanacak demektir.
Yakındoğu’daki silahlı çatışmaların çözülmesi de “İslam dünyasında” öncelikli dikkat konusu. Keza: “İslam İşbirliği Örgütü üyesi devletlerin iktisadi potansiyelinin Büyük Avrasya Ortaklığı’nın kurulması hedefiyle harekete geçirilmesi” de öyle.
24 Şubat 2022’den sonra Afrika ülkelerinin Rusya dış siyaseti açısından önemine bu yazı dizisinin ilk bölümlerinde değindim. Belgenin ayrı bir “Afrika” başlığı açmış olması önemi pekiştiriyor. 2016 konseptinde Afrika tek bir maddede ele alınmıştı ve işbirliğinin çerçevesi de Afrika Birliği ve alt-bölgesel örgütler olarak ifade edilmişti. 2023 konsepti böyle bir örgütsel çatı koymuyor, bunun yerine “ilgili Afrika devletlerini” geçiriyor. “Öncelikli dikkat” konuları, bu ülkelerin egemenliğinin ve bağımsızlığının desteklenmesinden başka “enerji güvenliği, askeri ve askeri-teknolojik işbirliği alanlarında” katkıda bulunmak. Temel ilke “Afrika’nın meselelerine Afrika çözümü” diye belirleniyor; bu ilkeye dayanarak etnik ve milli çatışmaların üstesinden gelinmesine katkıda bulunulması öngörülüyor. 2016’daki “Afrika Birliği” vurgusundan başka şimdi “Rusya-Afrika Ortaklık Forumu” çerçevesinde de ikili ve çok taraflı işbirliğinin derinleştirilmesi, keza “devletler ve entegrasyon örgütleriyle, öncelikle de Afrika kıtası serbest ticaret bölgesi, Afrika İhracat-İthalat Bankası ve diğer önde gelen alt-bölgesel örgütlerle” ticari ve yatırım hacminin artırılması, diğer öncelikler arasında. Bu ilişkilerin kurulmasında Avrasya Ekonomik Birliği’nin rol oynayacağı vurgusu, bu birliğe verilen küresel önemi bir kez daha hatırlatıyor. Sağlık, bilim, eğitim, manevi değerlerin savunulması ve inanç hürriyeti de aynı başlıkta vurgulanıyor.
Latin Amerika ve Karaip ülkeleriyle ilişkilerin “pragmatik, ideolojik olmayan ve karşılıklı yarar temelinde” olacağının altı çizilmiş. Bu, Afrika için sunulan perspektifle hemen hemen aynı. Brezilya, Küba, Nikaragua ve Venezuela’nın özellikle anılmış olması önemli.
Belgede (2016 belgesinde olduğu gibi) Antarktika’nın da 1 Aralık 1959 Antarktika Antlaşması çerçevesinde tek maddelik bir altbaşlık yapıldığını belirtelim.
Şimdi, birçok açıdan diğerlerinden daha önemli “vektörlere” bakabiliriz: “Avrupa bölgesi” ve “ABD ve diğer Anglosakson devletleri” altbaşlıklarına.
Aslında bu altbaşlıklar özel ve ayrıntılı olarak incelenmeyi hak ediyor, ama öyle yapmak yerine eksiksiz çevirmekle yetineceğim.
Şöyle:
Avrupa bölgesi
59. Avrupa ülkelerinin çoğunluğu, Rusya’ya karşı, Rusya Federasyonu’nun güvenlik ve egemenliğini tehdit etmeye, tek taraflı iktisadi avantajlar elde etmeye, iç siyasi istikrarı tahrip etmeye ve Rusya’nın geleneksel manevi-ahlaki değerlerini aşındırmaya, Rusya’nın müttefik ve ortaklarıyla işbirliğinin önüne engeller getirmeye yönelik saldırgan bir siyaset izliyorlar. Bu itibarla Rusya Federasyonu şunlara öncelikli dikkat göstererek milli menfaatlerini tutarlı bir şekilde savunmaya niyetlidir:
1) Rusya’nın, müttefiklerin ve ortaklarının güvenlik, toprak bütünlüğü, egemenlik, geleneksel manevi-ahlaki değerlerine ve sosyal-iktisadi gelişmesine yönelik dost olmayan Avrupa devletlerinden, Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nden, Avrupa Birliği’nden ve Avrupa Konseyi’nden gelen tehditleri etkisizleştirme ve seviyesini düşürme;
2) Avrupa devletlerinin ve onların birliklerinin dost olmayan eylemlerini önlemek, bu devletlerin ve onların birliklerinin Rusya karşıtı tutumunu (bu kapsamda Rusya’nın iç işlerine karışılmasını da) tamamen reddetmek için, keza bunların Rusya ile uzun vadeli bir iyi komşuluk ve karşılıklı faydaya dayanan işbirliği siyasetine geçmeleri için şartların yaratılması;
3) Avrupa devletleriyle, Rusya’nın, müttefiklerinin ve ortaklarının güvenli, egemen ve sürekli bir gelişmesini, Avrasya’nın Avrupa kısmında kalıcı bir barışı sağlamaya imkân veren yeni bir birlikte yaşama modelinin, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı dahil çok taraflı formatların potansiyelini de hesaba katarak oluşturulması;
60. Avrupa devletleriyle yeni bir birlikte yaşama modelinin oluşturulması için objektif önşartlar, coğrafi yakınlık, Avrasya’nın Avrupa kısmındaki halklar ve devletlerin tarih boyunca hasıl olmuş derin kültürel-insani ve iktisadi bağlarıdır. Rusya’nın Avrupa devletleriyle ilişkilerini normalleştirmesini güçleştiren başlıca faktör, ABD ve onun muhtelif müttefiklerinin, Rusya ekonomisinin rekabet kabiliyetini zayıflatmak ve tahrip etmek, Avrupa devletlerinin egemenliğini sınırlamak, ABD’nin küresel hâkimiyetini sağlamak hedefiyle yürüttüğü, bölücü çizgiler çekme ve bunları derinleştirmeye yönelik stratejik tutumudur.
61. Rusya ile barış içinde birlikte yaşamanın ve karşılıklı yarara ve eşit haklara dayanan işbirliğinin alternatifinin olmadığının Avrupa devletleri tarafından kavranması, bunların dış siyasette bağımsızlık seviyesinin yükselmesi ve Rusya Federasyonu ile iyi komşuluk ilişkilerine geçmeleri, Avrupa bölgesinin güvenlik ve refahında karşılık bulacak, Avrupa devletlerinin Büyük Avrasya Ortaklığı’nda ve çok kutuplu dünyada layık oldukları yeri almasına yardımcı olacaktır.
ABD ve diğer Anglosakson devletleri
62. Rusya’nın ABD’ye yönelik tutumu, bu devletin küresel gelişmenin nüfuzlu egemen merkezlerinden biri ve aynı zamanda kolektif batının saldırgan Rusya karşıtı siyasetinin başlıca esinleyicisi, örgütçüsü ve uygulayıcısı, Rusya Federasyonu’nun güvenliği, uluslararası barış, insanlığın dengeli, adil ve kesintisiz gelişmesi için temel risklerin kaynağı olarak oynadığı rolü hesaba katan, kombine bir nitelik taşımaktadır.
63. Rusya Federasyonu, ABD’nin en büyük nükleer güçlerden biri oluşunu, stratejik istikrar ve bütün olarak uluslararası güvenliğin durumuna yönelik özel sorumluluğunu dikkate alarak stratejik paritenin korunmasına, ABD ile barış içinde birlikte yaşanmasına, Rusya ile ABD arasında menfaatler dengesi tesis edilmesine ilgi göstermektedir. Rusya ve ABD arasında bu modelde ilişkilerin meydana getirilmesi, ABD’nin kuvvet hâkimiyeti siyasetinden vazgeçmesine ve Rusya karşıtı tutumunu Rusya ile egemen eşitlik, karşılıklı yarar ve birbirinin menfaatlerine saygı prensiplerine dayanan bir işbirliği temelinde gözden geçirmesine bağlı olacaktır.
64. Rusya Federasyonu, diğer Anglosakson devletlerle ilişkilerini, bunların Rusya’ya karşı dostça olmayan tutumlarından vazgeçmeye ve Rusya’nın meşru menfaatlerine saygı göstermeye hazır oluşlarına bağlı olarak kurmaya niyetlidir.
HABER MERKEZİ