İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde 25 yılı aşkın bir süredir tecrit koşullarında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan, 43 ayın ardından aile görüşü gerçekleştirebildi. İmralı’da 23 Ekim’de Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Milletvekilli yeğeni Ömer Öcalan ile görüşen Abdullah Öcalan, tecridin hala devam ettiğine dikkati çekerek, Kürt sorunu tartışmalarına dair “Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim” mesajını verdi.
Kamuoyunun birinci gündemlerinden olan Kürt sorununa dair tartışmalar devam ederken, AKP ve ortağı MHP’nin açıklamaları dışında herhangi bir adım atılmış değil.
İnsan Hakları Derneği (İHD) Amed Şube Başkanı Ercan Yılmaz, Kürt sorunu ve tecride dair değerlendirmelerde bulundu.
‘İMRALI KAPALI KUTU’
Abdullah Öcalan’ın sıradan bir tutsak olmadığını belirten Yılmaz, ancak Türkiye’ye getirildiği günden bu yana tüm haklarının ihlal edildiğini söyledi. İmralı’da başlatılan tecrit politikasının ise zamanla tüm tutsak ve topluma yansıdığını kaydeden Yılmaz, 43 ayılık iletişimsizlikten sonra yapılan görüşmeye değinerek, ekledi: “Bu başlı başına tecridi kaldıran bir uygulama değil. Avukat görüşlerinin gerçekleştirilmesi, telefon ve mektup gibi bir mahpusun erişebildiği tüm hakların rutin bir şekilde kullanılmasıyla tecridin kaldırıldığından bahsedebiliriz.” İmralı’da tutulan diğer tutsaklar Ömer Hayri Konar, Hamili Yıldırım ve Veysi Aktaş’ın da tecrit altında tutulduğunu ve onlardan da hiçbir şekilde haber alınamadığını anımsatan Yılmaz, “Orada neler olup bittiğini bilmiyoruz. İmralı Ada Hapishanesi şu anda kapalı bir kutu. İmralı’da uygulanan tecrit bir bütünüyle kaldırılmalı” ifadelerini kullandı.
‘AKTÖRLER ROLLERİNİ OYNAYABİLMELİ’
Abdullah Öcalan’ın “savaşı durdurma” yönünde yapığı çağrıların toplumda ciddi karşılık bulduğuna işaret eden Yılmaz, “Uzun zamandır söylüyoruz ama en son Meclis’te MHP Genel Başkanı da açıklama yaptı. Evet, Kürt meselesinin çözümü noktasında silahların susması, diyalog kanallarının açılması çok önemli ancak burada aktörlerin de rolünü oynayabilecek pozisyonlarda olmaları gerekiyor. Bahsettiğimiz tecrit, bu pozisyonu oynama konusunda çok ciddi bir engel” diye belirtti.
Abdullah Öcalan ile İmralı’da 2013 yılında başlatılan ve 2015’te sonlandırılan “diyalog süreci”nin hem Kürt halkında hem de Türkiye halklarında ciddi bir umut yarattığını söyleyen Yılmaz, ancak sonrasında başlayan çatışmalarda çok sayıda insanın yaşamını yitirdiğini ve hak ihlallerinin arttığını dile getirdi. Yaşanan trajedi ve insan hakları ihlalleriyle Kürtler açısından psikolojik eşiğin ciddi anlamda aşıldığına dikkati çeken Yılmaz, “Bu kadar insan ve zaman kaybından sonra tekrar barış masasına oturmak kıymetli olacak fakat bunun en az hasarla geçilmesi gerekiyor. İHD olarak Devlet Bahçeli’nin DEM Parti Genel Başkanı’na uzattığı elden bu yana defaatle diyalog zemininin güçlendirilmesi gerektiğini söyledik. Burada tarafların cesaretlendirilmeye, etkili pozisyonların yerine getirilebilmesi için sivil toplum örgütlerinin, siyasi partilerin, kitle örgütlerinin ve bir bütün olarak halkın, taleplerini ciddi bir anlamda dile getirmesi, barış ihtiyacını toplumun yüksek sesle dile getirmesi gerektiğini düşünüyoruz” dedi.
Savaşın toplumda yarattığı zararların ekonomik, sosyal ve insan hakları başta olmak üzere tüm boyutlarıyla görünür kılınması gerektiğini söyleyen Yılmaz, “Son 9 yılda Kürt meselesiyle ilintili olarak yaşanan ihlallerin tekrar tekrar hatırlatılması ve barışın sağlanmasının topluma nasıl rahat bir nefes aldıracağını tekrar tekrar konuşmamız gerekiyor” diye belirtti.
UMUT HAKKI
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Abdullah Öcalan için 2014 yılında verdiği ancak Türkiye’nin 10 yıldır adım atmadığı “umut hakkı” kararının MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin açıklamalarından sonra kamuoyunda tartışıldığını belirten Yılmaz, “Bahçeli’nin ‘Şu, şu, şu koşullar olursa umut hakkı konuşulur’ çıkışı tam da yıllardır itiraz ettiğimiz mesele. Temel insan haklarının hiçbiri koşula, şarta bağlanamaz. Burada temel bir insan hakkından bahsediyoruz. Öznesi Öcalan ya da PKK üyeliğinden dolayı hapishanede olan bir insan olduğu zaman bu hak ortadan kalkmaz. Bu hak herkese eşit bir şekilde uygulanır. Temel bir yaşam hakkını bile öznesi kimse ona göre tartışıyorlar. Bu çok yanlış bir şey. Türkiye’de yaşayan herkesin haklar konusunda eşit olması gerektiğini bir kez daha vurgulayalım” ifadelerini kullandı.
CHP’YE ‘SESSİZLİK’ TEPKİSİ
Erdoğan ile Bahçeli’nin samimi olup olmadığının pratiklerle açığa çıkabileceğini dile getiren Yılmaz, ancak Türkiye’nin barış iklimine ihtiyacı olduğunu vurguladı. Bu konuda ise CHP’ye büyük bir sorumluluk düştüğünün altını çizen Yılmaz, CHP’nin temel hak ve özgürlüklerin savunulması konusunda her zaman “ürkek” davrandığını ve uzun süre “mağdur seçiciliği” yaptığını sözlerine ekledi. İmralı’da süren tecride dair CHP’nin sessiz kalmasını eleştiren Yılmaz, şöyle devam etti: “Devlet Bahçeli’nin ortaya atmasından sonra ‘umut hakkı’nı tartışmak, savunmak, dile getirmek, bunun için yasa tasarıları hazırlamak çok kolay. Önemli olan iktidara rağmen gerçekten inandığınız ve savunduğunuz değerleri konuşabilmek. Önemli olan mağdur seçiciliğine karşı çıkmanız, mağdurun kimliğine bakılmaması gerektiğini söylemeniz, tecrit meselesinde önemli olan, iktidar ve iktidar ortağından önce ses çıkarmak. Buradaki en önemli problem, ana muhalefet partisinin bu konuda cesur çıkışlar yapmaması. İnsan hakları savunucuları, hukukçular, hekimler, gazeteciler ve akademisyenlerin bu konuda yalnız bırakılması hedef haline getiriyor. Bu meselenin belki de bu kadar uzun süre çözümsüz kalması, Türkiye’de insan hakları kültürünün oluşamamasında ana muhalefet partisinin direk olmasa bile pasif kalarak bir katkısı oldu.
‘TMK KALDIRILMALI’
Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMK) kaldırılması gerekiyor. TMK’nın yaratmış olduğu yüzbinlerce ihlal hala duruyor. Somut ve kalıcı çalışmalar yapılmadan Türkiye’nin demokratikleşebilmesi veya Kürt sorununun çözülmesi çok mümkün görünmüyor. İktidarın burada samimi davranması gerekiyor. Sivil toplum örgütlerinin de burada yapacağı çalışmalarla siyaset kurumu ve toplumun elini güçlendirmesi gerektiğini düşünüyorum.”
Rukiye Adıgüzel / MA