Sovyet Kızıl Ordusu 8 Mayıs 1945 tarihinde faşist Almanya’nın başkenti Berlin’e girerek zaferini ilan etti. Faşist Alman ordusu teslim oldu, kapitülasyon belgesini imzaladı. Hitler sığınağında intihar etti. Sovyet Kızıl Ordu’su Berlin’e ilerlerken Nazi Toplama Kampları’ndaki tutsakları özgürleştirdi. 1941 yılından 1945 yılına kadar süren II. Dünya Savaşı böylece sonlanmış oldu. Sovyet halkı 24 milyon evladını toprağa vermiştir. Savaşta toplam ölenlerin sayısının 60 milyon olduğu söylenir. Şehirler yerle bir olmuştur. Sovyetler Birliği ve bugün Rusya’da 9 Mayıs her yıl Zafer Günü olarak kutlanır. Zaferin baş komutanı Stalin’dir.
Bu tarihten sonra Almanya’nın önce bir daha silahlanmaması kararı alınır. Batı Almanya ABD, Fransa ve İngiltere işgal bölgesi, Doğu Almanya ise Sovyet işgal bölgesi olarak ilan edilir. Berlin şehri özel statüsünden dolayı yine bu dört devletin yönetimine verilir. ABD, Fransa ve İngiliz emperyalistleri Potsdam Anlaşması’nın bu kurallarına riayet etmezler. Stalin yönetimindeki Sovyetler Birliği’nin bir referandum yapalım ve birleşik, bağımsız, bloksuz, demokratik bir Almanya oluşturalım önerisini red ederler. 23 Mayıs 1949’da Federal Almanya Cumhuriyeti’ni kurarlar ve yaptıkları Anayasa’nın birinci maddesine iki Almanya’nın birleşmesi amacını yazarlar. Halbuki Stalin bu öneriyi zaten yapmıştır. Bu gelişme üzerine Almanya’nın doğu bölümü yani Sovyet işgal bölgesinde de 7 Ekim 1949’da Alman Demokratik Cumhuriyeti kurulur.
Federal Almanya Anayasası’nın birinci maddesini yaşama geçirmek için çok uğraş verirler ve Gorbaçov yönetimindeki karşı-devrimci Sovyet yönetiminin de işbirlikçiliği ile 1990 yılında iki Alman devletini “birleştirme” adı altında Alman Demokratik Cumhuriyetini ilhak ederler.
Federal Almanya tüm anlaşmalara karşın 6 Mayıs 1955’de NATO üyesi yapılır ve başta Sovyetler Birliği olmak üzere Doğu Avrupa’da kurulu Sosyalist Sistem mensubu Halk Demokrasisi devletlerine karşı bir sıçrama tahtası olarak kullanılır. Yine tüm anlaşmalara aykırı olarak NATO’nun konvansiyonel ve nükleer silah deposu haline getirilir.
Dünya Sosyalist Sistemi’ndeki karşı-devrimden sonra Almanya yine tüm anlaşmaları çiğneyerek sınırları dışında askeri operasyonlara ve savaşlara katılmaya başlar. Emperyalizm açısından anlaşma ve sözleşmelerin hiç bir anlamı yoktur. Dünya halkları da, Almanya’nın bu savaşçı politikasını ABD’nin dünyanın jandarmalığına soyunması ve topraklarının onbinlerce kilometre dışında savaşları körüklemesini izledikleri gibi izlemektedir.
Almanya sadece tarihinden ders çıkarmayarak silahlanma, silah ihracatı ve sıcak savaşlarda yer alma pratiğine yönelmedi. Aynı zamanda 1941 ile 1945 arasında Hitler’in savaş ile işgal etmeye çalıştığı devletlerin topraklarına da yöneldi. İntikamcı bir anlayışla Hitler’in savaşarak beceremediğini, siyaset maskesi altında gerçekleştirerek AB adı altında Doğu Avrupa’da rejimleri değiştirdi, politikalarını ve ekonomilerini kontrol altına aldı. Macaristan, Polonya, Çekya, Slovakya, Romanya, Bulgaristan, Yugoslavya artığı Slovenya, Hırvatistan gibi Sosyalist Sistem üyesi devletlerde olduğu gibi, Letonya, Litvanya, Estonya gibi eski Sovyet Cumhuriyetlerine yönelik de aynı yöntemi uyguladı. Şimdilerde de Ermenistan, Gürcistan ve Ukrayna’ya yönelik aynı politikaları uygulamaktadır. NATO da tüm bu devletleri üye yaparak emperyalist savaş örgütünün sınırlarını geliştirdi. Halbuki 1990’da iki Almanya arasında imzalanan ilhak anlaşmasına göre NATO’nun sınırlarının Doğu Avrupa’da genişlemesi söz konusu olmayacaktı.
Bütün bu yakın tarih süreçlerinde izlediğimiz gibi emperyalizm saldırganlığından ve intikamcılığından bir milim dahi vaz geçmemiştir. Dün sınıf düşmanı Sovyetler Birliği idi, bugün hedefte olan kapitalist bir ülke olmasına rağmen Rusya Federasyonu’dur. Rusya Federasyonu’nun zengin yer altı ve yer üstü kaynakları ile topraklarının genişliği ve bir pazar olarak önemi halen emperyalistlerin ağızlarından su, intikamcı öfkeleri de salyalar akıtıyor.
Sovyet Kızıl Ordusu’nun Alman faşizmine karşı zaferinin 76. yıl dönümünü kutladığımız bu günlerde dile getirdiğimiz gerçeklere gözlerimizi kapatmamamız ve tüm bu gelişmeleri sessiz seyirciler olarak izlemememiz gerekmektedir. Kapitalizm ve emperyalizm sömürü ve savaş demekse, dünya halkları da savaşsız sömürüsüz bir dünya için mücadelelerini ara vermeden geliştirmek zorundadırlar. Bu mücadelenin gerekçelerinin ortadan kalkması dünyada kapitalist-emperyalist sistemin ortadan kaldırılması ile mümkündür. Türkiye’nin de Alman faşistlerinin gizli ortağı olarak üstlendikleri rolü doğru değerlendirip, bu ülkede de kapitalizmi ve onun bir yönetim biçimi olan faşizmi bir daha kafasını kaldıramayacak şekilde tarihin çöplüğüne gömme görevi de başta işçi sınıfı olmak üzere Türkiye’nin tüm emekçi halklarının ertelenemez görevidir.
POLİTİKA YAYIN KOLEKTİFİ