Tarihe Beyazıt Meydanı Katliamı olarak geçen 16 Mart 1978’deki katliam, Türkiye’nin 12 Eylül 1980’deki askeri faşist darbe ile sonuçlanacak sürecin bir halkası oldu.
Önce 1 Mayıs 1977 Türkiye’de kontrgerilla faaliyetinin en büyük katliamı yaşanmış, 35 devrimci yaşamını kaybetmişti. Sonrasında ise yükselen işçi sınıfının öncülerine, sol-sosyalist örgütlere yönelik saldırılar ardı arkası kesilmeden devam etti.
1 Haziran tarihinde, terfilere 1 ay kala, Darbe söylentileri nedeniyle Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Namık Kemal Ersun, 1. Milliyetçi Cephe (MC) hükümetince görevden alınmıştı! Haziran 1977’de Genel Seçimlerinde, CHP en fazla oyu almasına rağmen Hükümeti kurma çoğunluğunu elde edemediği için 2. Milliyetçi Cephe Hükümeti olarak adlandırılan AP, MSP, MHP koalisyonu görevlendirilmişti.
MHP’nin iktidar ortağı olmasıyla Muhsin Yazıcıoğlu başkanlığını ve Abdullah Çatlı da başkan yardımcılığını yaptığı faşist Ülkü Ocakları Derneği altında, kolluk kuvvetlerinin desteğiyle, sivil faşist saldırılar örgütlenmeye, toplumsal muhalefetin en diri ocağı olan üniversiteler işgal edilerek ilerici, devrimci, demokrat öğrencilerin üniversitelere girmelerini engellemeye başlamışlardı.
Bu saldırılara karşı da İGD, GENÇ ÖNCÜ, SGB, GEB, DDKD, DHKD, YDGF, Partizan, DEV-GENÇ (Dev-Yol ve Dev-Sol), Kurtuluş, başta olmak üzere dönemin gençlik örgütlerinin neredeyse tümü bir araya gelerek üniversitelerdeki faşist işgali kırmaya yönelik eylem birliği kararı almışlardı. İstanbul Üniversitesi’ndeki işgal de Mart 1978 başında kırılır. Herhangi bir saldırıya karşı tedbir olarak da öğrenciler üniversiteye toplu olarak gidip gelmeye başlarlar.
16 Mart 1978’de de öğrenciler yine toplu olarak okulun Beyazıt kapısından çıkış yaparlar. Her gün öğrenciler polis gözetiminde okul kapısından çıkarlarken o gün polisler farklı görevlere gönderildiğinden onların yerine yeni bir ekip gelmiştir.
Saat 13.45 de öğrenciler ana kapıdan çıkarlar. Dışarıda “Beyazıt Komünistlere mezar olacak” diye slogan atan faşist gurup vardır ve dışarıda görevli 7 polis onlara doğru giderler.
Topluca yürüyen öğrencilerden grubun başı Eczacılık Fakültesine geldiği an öğrencilerin ortasına atılan bir bomba patlar ve arkasından da silahlarla ateş açılır.
Saldırıda 5 öğrenci olay anında, 2’si ise kaldırıldıkları hastanede can verdi. Hatice Özen, Cemil Sönmez, Baki Ekiz, Turan Ören, Abdullah Şimşek, Hamit Akıl, Murat Kurt’tur. Öğrencilerin 3’ü İGD’li, 2’si GENÇ ÖNCÜ, 1’i DDKD, 1’i DEV-GENÇ üyesidi. 40’dan fazla öğrenci de yaralandı.
Katliamın olduğu gün üniversiteye daha önceki günlerden farklı bir Toplum Polisi ekibi görevlendirilmiş, başlarında da Başkomiser Reşat Altay vardır. Reşat Altay daha sonra Çiftehavuzlar’da Dev-Sol kadrolarının 1992 Nisan’ında yakalanabilecekleri halde yargısız infaz edilmesinden, 2007 Ocak ayında Hrant Dink suikastına kadar farklı kontr-gerilla eylemlerinde baş rolde olmuştur.
Reşat Altay, Toplum Polislerinin bombaya atan ve kurşun yağdıran katilleri yakalamak için harekete geçmelerini engeller.
16 Mart Katliamından sonra İstanbul çapında tüm üniversite ve liselerden ilerici, devrimci demokrat öğrenciler İstanbul Üniversitesi’ni işgal eder.
DİSK 17 Mart’ta ülke çapında örgütlü olduğu tüm işyerlerinde 2 saat iş bırakarak “Faşizme İhtar” eylemini gerçekleştirir.
Bombayı atan Zülküf İzot ailesi içinde suçunu itiraf eder ve resmi ifade veremeden ülküdaşı Latif Aktı tarafından konuşmaması için öldürülür. Çünkü atılan bombanın Abdullah Çatlı tarafından bir subaydan alınıp kendisine verildiğini de söyler.
Asıl katiller ve sorumlular dışında birkaç faşist yargılanır ancak tek ceza alan Sıddık Polat’ın aldığı 11 yıl ceza Askeri Yargıtay tarafından bozulur. İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi davanın tümü için, katliamdan 25 yıl sonra, 2003 yılında “zaman aşımı” kararı alır, Yargıtay onaylar ve dava düşer.
16 Mart Katliamı 12 Eylül faşist darbesi için döşenen yolun köşe taşlarından biridir. Görüleceği gibi failleri bilindiği halde yargılanmamış, hesap sorulmamıştır. 16 Mart Katliamı’nın aydınlatılması, aradan geçen 45 yıl boyunca Susurluk, Ergenekon, SADAT gibi farklı biçimlerde süre gelen kontrgerilla örgütlenmesi ile hesaplaşmak ve demokratik bir Türkiye’nin kurulması için verilen mücadeleden ayrı düşünülemez.
HM