■ Politika’dan Yorum
14 Mayıs seçimleri deprem felaketini olduğu gibi 1 Mayıs’ı da ana gündemden uzaklaştırdı. Oysa hem deprem hem de 1 Mayıs, 14 Mayıs seçimlerini etkileyen en önemli iki temel konudur.
Deprem olmasaydı, seçim takviminin bu şekilde işlemeyeceği biliniyor. Diğer taraftan deprem mevcut iktidarın, devletin bütün kurumlarıyla birlikte nasıl bir çürüme, yozlaşma içinde olduklarını en acı ve ağır şekilde ortaya çıkaran bir olay oldu. Enkaz altındaki yaralıların kurtarılması için kritik olan ilk üç gün hiçbir şekilde hareket etmeyen, ilk refleksi de yardım tırlarını engellemek olan devlet, bugün bile ne barınma sorununu ne su sorunu ne de sağlık sorunlarını çözebilmiş değil. Bilakis kuralsızca yapılan enkaz kaldırma faaliyetleri yeni felaketlere neden oluyor. Yakınlarını bulamayanlar, yurtlarını terk etmek zorunda kalanlar, enkazdan ancak uzuvlarını kaybederek kurtulabilenler, yetim kalanlar, işsiz, evsiz binlerce yurttaşımız belirsizlik içinde yaşama tutunmaya çalışıyor.
14 Mayıs seçimlerini etkileyecek bir diğer güç hiç kuşkusuz işçi sınıfı. Öncesi bir tarafa pandemi sürecinde herkes eve kapatılırken sağlıkları hiçe sayılarak işe gitmek zorunda bırakılan, hatta fabrikalara kapatılarak kölece çalıştırılan işçi sınıfı, AKP-MHP iktidarı tarafından büyük bir yoksulluk girdabına atıldı. Asgari ücrete zamlarla ağzına bir parmak bal çalınarak kandırılmaya çalışılsa da enflasyon karşısında ücretler hızla eridi. İşsizlik ile açlık arasına cendereye alınan işçi sınıfı büyük oranda “asgari ücretli ordusu” haline getirildi.
AKP-MHP iktidarının en büyük oy deposunun yine de işçi sınıfı olduğu biliniyor. Bunun neden böyle olduğu da biliniyor. Yıllardır sendikaların yozlaşması, sınıf işbirlikçi çizgiyle mücadeleden uzaklaşmaları, sosyalist ve komünist partilerin sınıf çalışmasından uzaklaşmaları diğer ideolojik vb. sorunların başında geliyor. Fakat son yıllardaki yeni ve farklı işçi sınıfı öbeklerindeki eylemler, grev ve direnişler mevcut hal ve gidişattan duyulan memnuniyetsizliğin ve örgütlenme arzusunun da göstergesi oldular. İşin garibi işçi sınıfının bu çıkışlarıyla birlikte sosyalist partiler ve örgütlerde işçi sınıfına doğru bir ilgi belirmesine rağmen, bunlar kısa sürede siyasetin yüksek konuları –seçimler, ittifaklar vb.- tarafından massedildi. Bunun en somu örneği Emek ve Özgürlük İttifakı kadar İşçi Emekçi Birliği’nin gündem olamamasıdır. İşçilerin taleplerinin liste çekişmeleri, kim nereden aday gösterildiği kadar konuşulmuyor olmasıdır.
İşçi sınıfının yoksullaşması, sınıf üzerindeki AKP-MHP hegemonyasının kırılması için yeterli koşul değil, ama yeni genç işçi sınıfı öbeklerini ikna edecek bir sol-sosyalist programın en üst perdeden dile getirilmesi, bunun için bir imkân yaratabilirdi. Ekonomi tartışmaları enflasyon, merkez bankasının eriyen rezervleri, iktidarın örtülü operasyonları ile sınırlayan Millet İttifakı’nın yaklaşımı gayet anlaşılır. Çünkü onlar da “kalkınmak” için işçi sınıfının haklarını gasp etmeye devam edecek. Seçimlerden sonra gündemde olan “acı reçete” daha önce olduğu gibi yine işçi sınıfına içirilmeye çalışılacak. Fakat Emek ve Özgürlük İttifakı’nın diğer sol sosyalist güçlerin de işçi sınıfının gerçek taleplerini gündeme taşıyamamış olmaları ciddi bir sorundur.
1 Mayıs nedeniyle Taksim mi başka bir yer mi tartışması kadar ve ondan daha fazla yapılması gereken işçilerin yaşadığı sorunları ve çözüm önerilerimizin konuşulmasını sağlamak olmalıdır. 1 Mayıs’ı 14 Mayıs’a bağlamak için işçi havzalarını, mahallelerini hedef almak, oralarda çalışmaları yoğunlaştırmak gerekir. İşçilerin bir iki bildiri ve ajitasyonla kararlarını değiştirmelerini kimse beklemiyor kuşkusuz. Buralardaki çalışmayı sadece “oy isteme” olarak da görmemek gerekir. Sadece seçimlerin yarattığı kitle seferberliğinin yarattığı sinerji ile işçilerle bağlar kurmak, tartışmak bakımından yapılacak çalışmalar önemlidir, etkili de olacaktır. Bunun için her türlü iletişim araç ve biçimleri denemelidir.