Bir kitle iletişim aracı olarak toplum üzerinde oldukça etkili olan, bu nedenle de politik olduğu kabul edilen sinemanın müdahale ve mücadelenin arasında var olma serüveni devam ediyor. Cumhuriyetin ilk yıllarında başlayan, ardından 12 Eylül Askeri Darbesi ile devam eden sansür politikaları nedeniyle Türkiye’de bağımsız film yapan sinemacılar, ekonomik ve siyasal baskılar karşısında üretmede zorlanıyor.
Türkiye’de baskı ve sansür politikaları karşısında çalışmalarına devam edemeyen ancak 6 Şubat Depremi sonrasında tekrardan setlere döndüğünü belirten “İki Dil Bir Bavul”, “Dengê Bavê Min (Babamın Sesi)”, “Taş” filmlerinin yönetmeni Orhan Eskiköy ile son filmi “Ev” ve Türkiye’deki sansür politikalarına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Türkiye’de sansür ve baskı politikalarının Gezi Parkı Eylemleri sonrası ve 15 Temmuz darbe girişimi ile ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) döneminde arttığını anımsatan Eskiköy, Kültür Bakanlığı tarafından sinemacılara verilen fonlar üzerinden bu durumun anlaşıldığını kaydetti. Eskiköy, ekonomik yetersizlik ve sansür politikaları karşısında film yapmayı bırakmak zorunda kaldığını belirterek, “Fark ettim ki Kültür Bakanlığı’ndan destek alabilmek için düşündüklerimi yazamıyorum. Ya ülkenin durumu ile ilgilenmeden bir senaryo yazıp başvuracağım ya da hiç başvuru yapamayacağım. Zaten 2017’de ‘Taş’ı çektiğimiz zaman koşullar iyice kötüleşmişti. 15 Temmuz olmuş, insanlar içine kapanmıştı. ‘Bir şey konuşmayalım, başımıza bir şey gelmesin’ durumu çoktan başlamıştı. O yüzden ‘Taş’ın gösteriminde zorluk yaşamıştık. Finansal bir krize girdim. Benim için ondan sonra da film yapmanın koşulları ortadan kalktı. Hem düşündüğümü söyleyemiyorum hem söylersem filmimi gösteremiyorum. ‘O zaman ben nasıl sinema yapacağım’ dediğim için sinema yapmaktan vazgeçmiştim” dedi.
SİNEMAYA GERİ DÖNÜŞ
Marmara Depremi’ni yaşayan biri olarak Mereş merkezli 6 Şubat depreminden etkilenerek tekrardan sinemaya döndüğünü ifade eden Eskiköy, “Deprem olunca da hem benim ülkeme duyduğum sorumluluk hem travmalarımın yeniden yüzeye çıkması, hem 99’daki depremde İstanbul’da çok şiddetli bir şekilde hissetmiştik. Her deprem olduğunda o geceyi hatırlıyorum. Dolayısıyla 6 Şubat’ta deprem olduğunda o insanların ne yaşadığını ancak yaşayan bilebilir. Ben bunları anlatmak üzere tekrar yola çıktım. Kendi finansal koşullarımı arkadaşlarımın desteği ile yaratarak bu filmi yapmış olduk” diye konuştu.
‘YÜZLEŞMEK VE HATIRLAMAK İÇİN’
Hatay’da evleri ağır hasar alan ve çadırda yaşamaya başlayan bir ailenin hikayesini, depremin gürültülü halinin aksine yoğun bir sessizlik ile izleyiciye sunan Eskiköy, filmde hakim olan sessizlik temasını şöyle açıkladı: “Hafızamızdaki şeyler bağırmazlar; bir şeyi hatırladığımızda ona ihtiyaç duyduğumuz için hatırlarız. Dolayısıyla bağırmanın, bağırarak bir şey anlatmanın insana hiçbir faydası yoktur. Aksine konuşan, hatırlayan, o hatıranın bize hissettirdikleriyle yüzleşebilen, anlatabilen bir şeylere ihtiyacımız var. Bu nedenle filmin dünyası genel olarak yüzleşme ve hatırlama odaklı. Sessizliği buna bağlayabilirim. Öyle bir film olsun ki bir ruh hali kalsın geride istedim. Filmi izleyen birinin, ‘Bunu bir daha yaşamamak için ne yapmak gerekir?’ diye sormasını bekliyorum.”
‘YAŞADIĞIM ZAMANIN TANIĞIYIM’
Filmlerinde yer alan farklı kimlik çatışmalarının aslında Türkiye’yi temsil ettiğini söyleyen Eskiköy, “Bir sinemacı olarak kameramla, kişiliğimle ve düşüncelerimle yaşadığım zamanın tanığıyım. Bu ülkede yaşıyorum ve bu ülkede kimler var, neler yaşıyor, ne düşünüyor, ne hissediyor diye bakıyorum. ‘İki Dil Bir Bavul’ filmi, Türk öğretmen ve Kürt öğrencilerin anlaşamaması üzerine kurulu. Çocukların kendi dillerinde okuyup yazmayı öğrenememelerinin bir sorun olduğunu tespit etmek üzerine yaptığımız bir filmdi. O sınıf, bu ülkeyi temsil ediyordu bir bakıma. Toplumun farklı kimliklere sahip bireylerinin hikayesidir. ‘Ev’de de tesadüfen beni Antakya’ya götüren arkadaşımın çevresinin Samandağ’da olması, orada Arap Alevileri ile karşılaşmama vesile oldu” ifadelerini kullandı.
FESTİVAL SANSÜRLERİ
“Ev” filmi ile Adana Altın Koza Film Festivali’nde Yılmaz Güney Ödülü alan Eskiköy, burada yaptığı konuşma nedeniyle daha sonrasında film gösterimi ve festival yarışmalarına katılmakta zorlandığını belirtti. Daha sonra başvurduğu Ankara Film Festivali’ne benzer bir konuşma yapmaması için başvurusunun kabul edilmediğini söyleyen Eskiköy, “Gerekçe olarak ‘Festivalde belgesel yer almayacak’ denildi. Halbuki ‘İki Dil Bir Bavul’, 2009’da Kürt sorunu konuşulabildiği dönemde herkesin ‘Biz de bu filmi gösterelim’ diye yarıştığı dönemde Ankara Film Festivali’nde ana yarışmada gösterilmişti. ‘Ev’e göre daha belgeseldi; hatta doğrudan belgesel sinema filmidir. Filmi ana yarışmaya almadılar ama başka bir kategoriye de almak istemediler. Ben de ‘Filmimi ince bir şekilde kimseye belli etmeden sansürlüyorsunuz’ dedim. Filmi vizyona sokmakta da zorlanıyorum şimdi. Bir takım özel gösterimler yapmaya çalışıyoruz” dedi.
‘GEREKEN TEPKİ VERİLMEDİ’
2014’te Antalya Film Festivali’nde “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek” filminin gösterime alınmamasının ardından sinemacılar tarafından sansüre karşı gereken tepkinin verilmemesi nedeniyle sansür politikalarının arttığına dikkat çeken Eskiköy, “Sinemacılar bu durumla ilgilenmek yerine festivalin para ödülü peşinden koştular. Bu bakış açısıyla sinemanın bir yere varması mümkün değil tabii ki. Sadece sinema için de geçerli değil. Barış Akademisyenlerinin başına gelen şeye baktığımızda da onların ne kadar yalnız bırakıldıklarını görüyoruz. Bu toplumsal bir çözülme hali aslında; sadece bizle de ilgili değil. Dayanışmanın, örgütlenmenin neredeyse tamamen ortadan kalktığı bir mücadele biçimi olamaz. Kriz anlarında ortaya çıkabilecek bir dayanışma hali yok maalesef” diye konuştu.
‘SİNEMA YOLUYLA RIZA ÜRETİLİYOR’
Sinema ve televizyon yoluyla toplumun kutuplaşması ve kamplaşmasına rıza üretildiğine dikkat çeken Eskiköy, “Sinemada çok uzun süredir bu anlamda rıza üretiliyor. Bir tarafta ezildiğini söyleyebilenler var, bir de ezildiğini söyleyemeyip ‘Buradan nasıl çıkarım, hangi kampa dahil olmalıyım?’ diyen insanlar var. Ezilen, ezilme halinde sanki mutsuz değilmiş, hiçbir sorun yokmuş, her şeyi kabullenmiş gibi rıza üreten bir sinema var” diye belirtti. Eskiköy, ayrıca Türkiye’de çoğu sinemacının sinema dışında herhangi bir toplumsal sorunla ilgilenmediği eleştirisini yaparak, “Sinema temsili bir iştir. Yaptığınız film ise bir düşüncenin karşılığıdır. Böyle bakmıyorsanız eğer sinemanın politik bir şey olduğunu kavrayamamışsınızdır. Biz de maalesef sinemanın politik olduğu gerçeğinden bağımsız düşünülmeye çalışılıyor. Bu incelikli bir şekilde, 12 Eylül yasaları ile yapılmıştır. Sonraki gelen tüm hükümetler bir takım fikirler ekleyerek bu inceliği sürdürmeye çalışmaktadır. Türkiye’de incelikli bir şekilde yaşam gaspı vardır. Bu yüzden politik sinema, politik düşünmek, ülkesini anlamaya çalışmak kıymetli bir şeydir” diye kaydetti.
‘HAKİKATLE YÜZLEŞİLMELİ’
Hakikatle yüzleşilmeden hiçbir toplumsal sorunun çözülemeyeceğini vurgulayan Eskiköy, “Kırılma noktaları olacaktır elbette. Bu ilelebet devam edecek bir şey değildir. Bizden özür dileyecek insanların kimler olduğunu bilmeliyiz. Herkes ile yüzleşmek istiyorum. Günü geldiğinde Antalya Film Festivali’nde yaptıkları için sinemacılardan özür dilenmediği sürece, o festivale gidilmediği bir ülke hayal ediyorum. Özür dilenmiyorsa, hakikatlerle yüzleşilmiyorsa o festival yapılmasın. Böyle bir yüzleşme olmadığı sürece Türkiye’nin bir yere varması, bir refah ülkesi olması mümkün değil” dedi.
MA / Deniz Karabudak – Sema Bingöl













