İstanbul’da Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan (SGK) kazanç sağlamak için önceden anlaştıkları özel hastanelerin yoğun bakım ünitelerine sevk ettikleri bebeklerin ölümlerine neden oldukları ortaya çıkan “Yenidoğan Çetesi” davasının duruşması 6’ncı gününde devam ediyor. Bakırköy 22’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde süren duruşmada, 22’si tutuklu 47 sanık “suç işlemek amacıyla örgüt kurma”, “kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi”, “kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık” ve “resmi belgede sahtecilik” suçlamasıyla yargılanıyor.
Duruşmaya, “çete lideri” olarak nitelendirilen Fırat Sarı’nın da aralarında bulunduğu 22 tutuklu sanık ve bazı tutuksuz sanıklar ile tarafların hazır bulundu. Bazı tutuksuz sanıklar ise bulundukları şehirlerdeki adliyelerden Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile duruşmaya bağlandı. Duruşmaya çok sayıda avukat ve basın mensubu da izleyici olarak katıldı.
Kimlik tespitiyle başlayan duruşmada pazartesi gününden bu yana 21 sanığın savunmasının alındığı duruşma iddianamede “organize suç örgütünün elebaşı” olarak nitelendirilen ve 582 yıla kadar hapis istemiyle yargılanan Fırat Sarı’nın savunmasının alınmasıyla başladı.
‘İNSANLIK ONURUMU KAYBETTİM’
Fırat Sarı, “Öyle şeyler çıktı ki hayal gücüme sığmıyor. Param ve hiçbir şeyim yok. Aksine borçlarım var. İnsanı varlık yapan ne kadar değer varsa hepsi üzerimden alındı. Bir hiç kaldım. Maddi varlığımı, mesleki kariyerimi, en son da insanlık onurumu kaybettim” dedi.
‘DEVLETLE İLİŞKİ İÇERİSİNDEYDİM’
Savunmasında bir dönem devletle ilişkisinin de olduğuna dikkat çeken Sarı, “Üniversitede bir yürüyüşe katıldım, bu nedenle 4-5 yıl cezaevinde örgüt üyeliğinden yattım. 16-17 yaşlarında çocukların ölüm orucu yaptığı dönemde bulundum. Örgütü benim kadar iyi kimse bilemez. Daha sonra ayrıştım ve güvenlik güçleriyle görüşmeye başladım. FETÖ kalkışmasına kadar devletle ilişki içindeydim” diye belirtti.
‘İŞLETME KÜLTÜRÜ HER ZAMAN VARDI’
İstanbul’un Esenyurt ilçesinde çok fazla tıp merkezi bulunduğunu, orada yaşayan halkın da sosyo-ekonomik seviyesinin düşük olduğunu belirten Sarı, “Bir hekimin günde 100’ün üzerinde hasta baktığı bir yer Esenyurt. Zorunlu hizmetimi yaptığım Esenyurt Devlet Hastanesi’nden sonra 2018 yılında Reyap Hastanesi’nde işe başladım. Reyap Hastanesi’nde çok iyi çalışınca bana teklifler gelmeye başladı. Hastanelere biz teklif etmedik, iyi çalıştığımız için hep teklif geldi. İşletme denilen yapı böyle başladı. İstanbul’daki özel sağlıkta işletme kültürü her zaman olan bir şeydi” dedi.
‘BU SİSTEMİ BEN KEŞFETMEDİM’
İstanbul’daki tüm özel hastanelerin ‘işletme’ kültürü ile yönetildiğini, buna neden olarak da hastane personeli ve hasta sorununu gösteren Sarı, “Yenidoğan gibi yerlerde personel bulmak zor oluyor. Hemşirelerin maaşlarında sorun var. Maaşlar asgari ücretin biraz üzerinde. Birine fazla maaş verdiğinde bu sefer iş ortamındaki denge bozuluyor. Bir yandan da hasta sorunu var. Özel hastanelerden yanayım, destekliyorum. Özel hastanede iyi işler başarıldı. Ancak sonuçta orası da bir işletme, para kazanmak istiyor. İnsan sağlığıyla ilgileniyorsunuz; en ufak bir hata korkunç boyutlara ulaşabilir. Daha iyi şekilde yönetmek istiyorlardı. ‘Hizmet işbirliği sözleşmesi’ yapılıyordu. İlaçlar, demirbaşlar, doktorlar, hemşireler, hastaneye aitti. Hastanenin kurumsal sistemi aynı şekilde çalışmaya devam etti. Zaten İstanbul’da tüm özel hastanelerde işletme var. Bu sistemi ben keşfetmedim, benden önce de vardı” diye belirtti.
Duruşma, Sarı’nın savunmasıyla devam ediyor.
MA