Amed’de Yeni Asya Medya Group, Risale-i Nur Enstitüsü ve 3 aylık fikir dergisi Köprü tarafından, “Hürriyetler ve Demokrasi Ekseninde Doğu/Güneydoğu Meselesi” başlıklı panel düzenlendi. Çok sayıda kişinin konuşmacı olarak yer aldığı panel, ÇandAmed Kongre Merkezi’nde gerçekleştirildi.
Burada konuşan Doç. Dr. Vahap Coşkun, önemli olan bu toplantının başlığı olarak “Doğu/Güneydoğu” isimlerinin belirlenmesine dair eleştirisini dile getirdi. Bir coğrafi isimlendirme yapmak gerekiyorsa, bunun “Doğu-Güneydoğu meselesi” değil, Kürdistan meselesi olduğunu vurgulayan Coşkun, “Çünkü, Doğu ve Güneydoğu; milli değildir, yerli değildir. 1941’de Coğrafya Kongresi yapılmıştır. Bu Birinci Coğrafya Kongresi’nde uydurulmuş bir kavramdır. Sünni bir kavramdır. Akdeniz’e Akdeniz, Ege’ye Ege, Marmara’ya Marmara, Anadolu’ya Anadolu, Trakya’ya Trakya diyen irade; Kürdistan’a Kürdistan diyemediği için Doğu ve Güneydoğu’yu icat etmiştir. Dolayısıyla bu kavramsallaştırmanın doğru olmadığı kanaatini belirtmek lazım” şeklinde konuştu.
ÜÇ ÖNEMLİ KAYIP
Kürt meselesinin, Kürtlerin etnik kimlik hakları tanınmamasından kaynaklı politik bir mesele olduğunu ve çözümü de eninde sonunda politik olmak durumda olduğunu sözlerine ekleyen Coşkun, “Meselenin tarihsel arka planı çok gerilere götürülebilir ama en azından bu mesele cumhuriyet ile yaşıttır. Çünkü Cumhuriyetin izlediği üç siyaset Kürtlerde ciddi tahribata yaratmıştır. Bu siyasetlerden bir tanesi asimilasyonist Türkçülüktür. İkincisi katı bir laikçilik anlayışıdır. Üçüncüsü de sert bir merkeziyetçiliktir. Bu üç siyaset Kürtlerde üç önemli kaybı da beraberinde getirmiştir. Asimilasyonist Türkçülük Kürtlüğün kaybına, sert bir merkeziyetçilik özerkliğin kaybına, katı bir laikçilik ise dinin kaybına sebebiyet vermiştir. Bu üç alandaki kayıptan ötürü Kürtler sisteme itiraz etmişlerdir. Bu itirazlar bazen sistemin içerisinde kalmıştır. Siyaset yoluyla kendisini dışa vurmuştur. Bazen de sistemin dışına çıkmış, şiddet ve isyan yoluyla kendisini göstermiştir” ifadelerini kullandı.
Kürtlerin kimi net taleplerinin yasal değişikliği gerekli kıldığını sözlerine ekleyen Coşkun, “Örneğin vatandaşlık tanımının yeniden yapılması, yerel yönetim düzeyinin yeniden belirlenmesi veya başta anadili olmak üzere kültürel hakların yeniden düzenlenmesi bir takım anayasal değişikliklerini belirtiyor. Kürt meselesi sürekli iki boyut üzerinden akmıştır. Bir tarafta şiddet boyutu vardır. Bir diğer taraftan ise yasal ve anayasal talepler boyutu vardır. Bu süreç bu şiddet boyutunu çözecektir ve bu son derece önemlidir, hayatidir, değerlidir” diye kaydetti.
Sürece farklı nedenlerle karşıt olanlara dair de konuşan Coşkun, Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş’un Amed’de yaptığı Kürtçe konuşmayı hatırlatarak, “Kürtçe iki beyit okudu. Bu beyitler Meclisin resmi hesabından yayınlandı ve kıyamet koptu. Yani Kürtçe iki beytin yayınlanması, Meclis Başkanı’nın Kürtçe iki kelam etmesini bile kabullenemeyen bir toplumsal kesim var. Muhtemelen Meclis Başkanı orada İngilizce konuşsaydı veya Almanca bir paylaşım yapsaydı övecek olanlar takdir edecek olanlar, Kürtçenin konuşulmasından çok büyük bir rahatsızlık duydu. Dolayısıyla böyle bir problemimiz de var” diye belirtti. .
‘SİVİL TOPLUM VE SİYASETE ÖNEMLİ GÖREVLER DÜŞÜYOR’
Sorunun çözümü konusunda siyaset ve sivil topluma önemli görevler düştüğünü belirten Coşkun, konuşmasına şöyle devam etti: “Daha kapsayıcı bir vatandaşlık anlayışı geliştirmemiz gerekiyor. 1924’ten bugüne kadar gelen vatandaşlık anlayışı maalesef dışlayıcıdır. Her ne kadar resmi söylemde cumhuriyet jargonunda bu vatandaşlık anlayışının Türkiye’de yaşayan bütün herkesi kapsadığı iddia ediliyorsa da, gerçeğin bu olmadığını biliyoruz. İkincisi, kültürel hakları mutlak manada tanımalıyız. Anadilde eğitimi, anadilin kullanılmasını bir tehdit olarak görmekten vazgeçmeliyiz. Üçüncü olarak da yerel yetki aktarımını sağlamak durumundayız. Bunların hepsi daha geniş bir siyaset mecrasında, daha mutlak bir anayasa tartışması içerisinde konuşacağımız konular. Ama siyasal olarak da mutlak bir değişiklik yapmamız lazım. Bizim bir paradigma değişikliğine ihtiyacımız var. Yani Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar Kürtleri tehdit olarak gören bir yaklaşımdan mutlak manada devletin kendisini kurtarması gerekiyor. Kendi içindeki Kürtlere güvenmediği için sınırları dışındaki Kürtlerin kazanımlarından da ürken bir devlet yapısı var. Bu devlet yapısı ve bu devlet zihniyetiyle kesin bir çözüm bulamaz. Dolayısıyla Kürtlerle barışan Kürtlerin eşitliğini hem fiili hem zihni hem de fikri olarak kabul eden bir değişiklik ve bunu taçlandıracak olan bir hukuki değişiklikle; Türkiye’nin daha demokratik, daha adil, daha eşitlikçi bir düzen inşa edebileceği düşünüyorum.”
ENSARİOĞLU: DEVLET ‘HERKES TÜRK OLACAK’ DEDİ
AKP Milletvekili Galip Ensarioğlu da Kürt meselesini çözerken en önemli şeylerden birinin “anadilde eğitim, vatandaşlık tanımı, yasal-anayasal değişikliklerde eksik kalan durumlar” olduğunu söyledi. Türk ve Kürtlerin tüm savaşlarda, başarılarda, yaşanmışlıklarda birlikte hareket ettiğini belirten Ensarioğlu, “Cumhuriyeti de birlikte kurdular. Ancak ne olduysa ondan sonra oldu. Cumhuriyeti kurduktan sonra o günün modası, o günün kurucuları bir model seçtiler. ‘Ulus devlet’ dediler. ‘Üniter yapı’ dediler. Batı’yı örnek aldılar. Batı’nın tavsiyelerini dinlediler. Ulus devletin özünde tekçilik vardır. Milleti tekleştirmek vardır. Allah’ın ayetlerine muhalefet vardır. Yani Allah tekçiliği reddeder. O devlet ‘Herkes Türk olacak’ dedi. Cumhuriyetin dediği tek millet, Türk milletidir. Senin hangi dilde konuşacağına, neyi düşüneceğine, neye inanacağına devlet karar veriyor. Bu da nasıl olur? Zulümle olur, baskıyla olur. Bu zulümleri herkes yaşadı” şeklinde konuştu.
‘ENTEGRASYON SÜRECİ’
Ensarioğlu, “Sayın Cumhurbaşkanımızın ortaya koyduğu irade, Sayın Devlet Bahçeli’nin bu meselede kolaylaştırıcı rolü, hizmeti ve Öcalan’ın da nihayetinde bu yeni paradigmaya ‘Ben de destek vermek istiyorum’ diye ortaya koyduğu irade, bu sorunun artık geriye dönüşü mümkün olmayacak şekilde çözümüne doğru hızlı bir şekilde ilerliyor. Ok yaydan çıktı. Bu meselede artık dönüş yok. Bu mesele enfeksiyona açık süreçlerdir. Çok hızlı yürütülmesi lazım. Ve örgütü kuran irade de, örgütünü feshetti. Şimdi silahlar nereye bırakılacak, nasıl bırakılacak, Avrupa’dakiler ne olacak, cezaevindekiler ne olacak, silahlı güçlerin akıbeti ne olacak? Kandil’dekiler, Irak’ta mülteci durumunda olan 10 bin insan var. Bütün bunlara hızlı bir şekilde çare bulunmak zorunda. Kimse bundan gocunmasın. Bu sosyal, siyasal, entegrasyon sürecidir. Sebep ve sonuçlarıyla ortadan kaldırmak zorundayız” ifadelerini kullandı.
Panel, diğer konuşmacıların sunumları ardından sona erdi.
MA











