Bilkent Üniversitesi Kadın Çalışmaları Topluluğu’nun Rojin Kabaiş için düzenlediği eyleme “uyarı” cezası verilmesine tepki gösteren topluluk yöneticisi Gamze Saçar, cezanın şiddetin nasıl kurumsallaştığını ortaya koyduğunu ifade etti.
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi öğrencisi Rojin Kabaiş, KYK yurdundan ayrıldıktan sonra kampüs içerisinde kaybolmuş ve 18 gün sonra yaşamını yitirmiş olarak bulunmuştu. Olayın üzerinden bir yıl geçtikten sonra açıklanan Adli Tıp Kurumu (ATK)raporuna göre Kabaiş’in bedeninde iki erkeğe ait DNA örnekleri tespit edildi. DNA örneklerinin ortaya çıkması ve raporun bir yıl boyunca gizlenmesi, cinayet ihtimalini güçlendirdi.
Rojin Kabaiş İçin Adalet Komisyonları’nın çağrısıyla birçok üniversitede “Rojin için adalet” eylemleri düzenlendi. Bilkent Üniversitesi’nde Kadın Çalışmaları Topluluğu’nun (Bilkent KÇT) kampüs içinde yaptığı yürüyüş ve basın açıklaması sonrası, Öğrenci Dekanlığı’na bağlı Öğrenci Etkinlik Merkezi, (ÖEM) etkinliğin “onaylanmış” olmadığını gerekçe göstererek topluluğa uyarı cezası verdi. Ayrıca eylemin tekrarlanması halinde topluluğun kapatılacağı bildirildi.
KADINA ŞİDDETİN KURUMSALLAŞMASI
Konuya ilişkin konuşan Bilkent KÇT Yönetim Kurulu üyesi Gamze Saçar, Rojin Kabaiş için yapmak istedikleri eylemin üniversite yönetimi tarafından hedef alındığını söyledi. ATK raporunun ortaya çıkmasıyla artık Rojin Kabaiş’in ölümünün bir cinayet olduğundan emin olduklarını ifade eden Gamze Saçar, “Bütün süreç bize aslında kadına şiddetin nasıl kurumsallaştığını gösteriyor. Rektörün aynı zamanda otopsiye girmesi, öğrenci eylemlilikleri ile başlayan mücadeleyi durdurmak istemesi ve bunun için her türlü baskı yöntemini öğrenciler üzerinde uygulaması, bu olayın gizlenmesi için temel bir rol oynuyor” diye belirtti.
‘KİŞİSEL NUMARALARINDAN ARADILAR’
Diğer üniversitelerde olduğu gibi Bilkent Üniversitesi’nde de artan kadın şiddetine dikkat çeken Gamze Saçar, Rojin İçin Adalet Komisyonları’nın çağrısıyla kampüste eylem düzenleyerek şiddete karşı ses çıkarmak istediklerini belirtti. Gamze Saçar, eylemin sanal medya üzerinden duyurulmasının ardından ÖEM çalışanlarının kişisel cep telefonu numaraları ile aranıldığını ifade ederek şunları söyledi: “ÖEM çalışanları, bizimle görüşme yapmamız yönünde çeşitli ısrarlarda bulundular. Aramızdan bir arkadaşımızın inisiyatif almasıyla birlikte görüşmeye katıldık. Ancak görüşmede hakaret içeren ifadelerin kullanılması ve ‘Rojin İçin Adalet’ eyleminin bu şekilde engellenmeye çalışılması bizi ciddi anlamda baskı altına aldı. Bu durum, kampüste hâlihazırda devam eden kadınlara yönelik şiddetin bir uzantısı haline geldi. Eylem öncesi görüşmeye çağrılan arkadaşımızın hakarete uğraması, eyleme izin verilmeyeceğinin beyan edilmesi akabinde de izin verilmediği için Kadın Çalışmaları Topluluğu’na uyarı cezası verilmesi, şiddetin nasıl kurumsallaştığını gösteriyor” diye kaydetti.
‘VERİLEN CEZA HUKUKİ DEĞİL’
Verilen uyarı cezasının standart ya da hukuki bir uygulama olmadığını belirten Gamze Saçar, “Hem bu kararın bu kadar hızlı verilmesi, hem arkadaşımıza hakarette bulunulması; öğrenci topluluklarına karşı artan baskılarla üniversitenin politik baskıya gideceğini gösteriyor. Aldıkları kararları hiçbir hukuki gerekçeye dayandırma ihtiyacı bile hissetmeden, çok keyfi bir şekilde öğrencilere bu şekilde tehdit etme hakkını kendilerinde görüyorlar. Kampüsleri hiçbir şekilde güvenli bulmuyor oluşumuzun bir sebebi de bu. Kampüslerde yaşanan kadın cinayetleri de şiddet örnekleri de bunun birer sonucu” diye kaydetti.
‘KAMPÜSLER, ERKEK HEGEMONYASININ MİNYATÜRÜDÜR’
Şiddet faili olmasına rağmen üniversitede çalışmaya devam eden Cihan Okay’ın kendisine tepki gösteren kadınlara karşı kampüse çağrılan polisler tarafından ifade vermeye zorlandığını da hatırlatan Gamze Saçar, “Kampüslerde kadınların şiddete uğruyor olması, cinayete kurban gidiyor olması ve bütün bunlara ses çıkarırken yine kadınların suçlu bulunması da şiddetin kurumsal boyutunu gösteriyor. Sadece Bilkent değil bunun yanında yakın zamanda DTCF’de (Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi) kadınların düzenlemek istediği basın açıklamasına güvenlik biriminin saldırması da bunun bir örneği. Aynı şekilde Kayseri Erciyes Üniversitesi’nde bir kadının göz göre göre cinayete kurban gitmesi ve orada yine kadınların yapmak istediği basın açıklamasına güvenlik birimlerinin gösterdiği saldırgan tavrı herhangi bir faile göstermemesi, kampüslerin kadınlar için değil erkek hegemonyasının minyatür bir biçimi olduğunu gösteriyor” şeklinde konuştu.
‘BİRLİK OLUŞURSA KAZANIM ELDE EDİLİR’
Gamze Saçar, yargının erkek egemen yapısı nedeniyle erkek şiddetinin sürekli yeniden üretildiğini söyleyerek, buna karşı kadınların ses çıkarması gerektiğini belirtti. Bu nedenle 25 Kasım’da kadınların yan yana gelmesinin önemine vurgu yapan Gamze Saçar, devamla şunları söyledi: “Ancak bu bizleri tedirgin hissettirmekten çok öfkelendiriyor. Yine kadınların faillerine karşı özsavunma uyguladıklarında indirimlerden faydalanamadıklarını görüyoruz. Burada adaletten söz etmek mümkün olmuyor haliyle. Bu noktada 25 Kasım’ın öneminden bahsetmek gerekiyor. Kadınlar seslerini yükselttiğinde ve birlik halinin oluştuğu alanlarda kazanımlar elde ettiğimizi görüyoruz. İstanbul Sözleşmesi’nin tek gecede feshedildiği bir ülkede bizlerin alanlarda olması hayati bir önem taşıyor. Bu yüzden alanları doldurmakta, konuşmakta tıpkı Şule Çet’in failinin ödüllendirilir gibi açık cezaevine geçişi ardından Adalet Bakanlığı’nın buna dair açıklama yapma zorunluluğu hissetmesi gibi biz ses yükselttikçe geri adım atmak zorunda kaldıkları birçok alan var. Biz kadınlar olarak bu alanları doldurmak zorundayız. Çünkü bu, hem kendi hayatlarımızı hem yan yana yürüdüğümüz kadın arkadaşlarımızın ve tüm öznelerin geleceği, bugünü ve yaşamı için çok ciddi bir önem taşıyor.”
MA / Sema Bingöl














