PEN Norveç’ten avukat Ezio Menzione, Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFG) Eşbaşkanı Dicle Müftüoğlu’nun karar duruşması öncesi iddianameyi değerlendirdikleri bir raporu yayınlandı. Raporda, Müftüoğlu’nun bugün süregelen yargılamasının oldukça kafa karıştırıcı bir geçmişe sahip olduğu, Ankara Mahkemesi’ne gönderilen aynı içerikli iki iddianame bulunduğuna dikkat çekildi. Raporda, “Ankara’daki mahkemenin davaya bakmayı reddetmesinin ardından dava bu kez Diyarbakır Mahkemesi’nde açılmıştır. Bu dava, 5’i gazeteci olan ve Ankara’da mahkeme kararıyla tutuklanan 19 kişiyle ilgili bir başka davayla da örtüşmektedir: Bu kişilerden biri olan Müftüoğlu 3 Mayıs 2023’te tutuklandı. Nihayet Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi’ne taşınan davanın Şubat 2024’te görülen üçüncü duruşmasında, yargılama boyunca yurtdışına seyahat yasağı getirilen Müftüoğlu serbest bırakıldı. Kökenleri tartışmaya açık olduğundan, tek bir dava yerine davalardan söz etmenin daha uygun düşeceği bu yargılamalar, Haziran 2022 ve Nisan 2023’te açıldı. Hayli karmaşık olan bu yargılama öncesi süreç boyunca ve şu anda aleyhindeki davada Müftüoğlu’na yöneltilen suçlamalar daima ‘terör örgütü kurmak ve yönetmek’, ‘terör örgütü üyeliği’ ve ‘terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etmek’ olmuştur” denildi.
“SAVCI MAHKEMEYİ YÖNLENDİRİYOR”
İddianamenin değerlendirildiği bölümde ise raporda şu ifadelere yer verildi: “CMK md. 170/5’in iddianamenin sonuç kısmında savcıya şüphelinin lehine olan unsurları da ileri sürüp göz önünde bulundurma görevini vermesi tesadüf değildir. Unutulmamalıdır ki iddianame, savcının şüpheliye karşı bir dava açılıp açılmayacağına karar verecek olan mahkemeye sunmak istediği bir mütalaadır (ve aynı zamanda bir özettir). Bu nedenle, böyle bir belgenin şüphelinin lehine olan unsurları da içermekten başka şansı yoktur. Aksi türde bir yaklaşım mahkemeyi zorla bir çözüme doğru yönlendirmek olur ki bu hukuk ‘hususlar’ kelimesi ile amaçlanan şey, araştırmanın arkasında bir mesele (issue) olduğunu ve araştırmanın tam aksi sonuçlara da varabileceğini vurgulamaktır. Bu davada, varılan sonuçlar savcılığın ulaşmak istediklerinden farklı olmuştur, çünkü sonuçlar şüphelinin pozisyonunu (masumiyet iddiasını) destekler biçimdedir. 5 kültürünün iki temel noktasını ihlal etmek anlamına gelir: İddia ve savunma makamı arasında bulunması gereken diyalektik ile mahkemenin yargılama kararını verirken, cezai sorumluluğun bulunmadığına kesin olarak tanıklık eden tek bir unsurun dahi bulunmaması gerektiğini söyleyen usul ekonomisi. Şurası kesindir ki, ‘hususlar’ terimiyle kastedilen şey, kurulan suçlamaya aykırı olsalar bile savcının kesinlikle dahil etmekle yükümlü olduğu maddi gerçekler (örneğin suçun işlendiği sırada başka bir yerde olunduğunun ispatı, teknik bir analiz, bir uzman görüşü, vb.) değildir sadece. Hususlar aynı zamanda hukuki olgular, mantıksal argümanları, gerekçeli sonuçları kapsar. Burada bizi ilgilendiren her şeyden evvel hukuki olgulardır. Hukuki olgulardan kastımız basit ya da karmaşık olsunlar önceki olaylar ya da halihazırda alınmış olan yargı kararlarıdır. Kısacası mevcut şüpheliyi geçmişte etkilemiş olan ve elbette suçlama üzerinde de bazı yansımaları bulunan her türlü hukuki ve yargısal unsurdur.”
“İDDİANAME MÜKERRER”
Davanın mükerrer olduğuna dikkat çekilen raporda, “Şüphesiz savcının varacağı sonuçlar, çifte bir iddianamenin ya da daha net ifade etmek gerekirse mükerrer bir iddianamenin düzenlendiği olgusunu dışarıda bırakamazdı. Latincede ve bugün kullanılan hukuk dilinde buna ne bis in idem denilmektedir. Belirli olaylar nedeniyle yargılanan (hatta kesinleşmiş bir hükümle mahkum edilmiş olan) bir kişi hakkında aynı olaylardan yola çıkılarak yeni ve farklı, ya da çok da farklı olmayan bir iddianame hazırlanamayacağını ifade eden durumudur bu. Roma Hukukundan ödünç alınan ve yüzyıllar boyunca sürdürülegelmiş, bütün hukuk sistemleri tarafından da her zaman tanınmış bir mekanizmadır. Aynı suç kapsamında iki ayrı iddianame -yani kişinin halihazırda yargılandığı eski iddianame ile tekrar yargılanacağı yeni iddianame- düzenlenmesinin neden yasaklı bir hipotez olduğu sezgisel olarak da fark edilebilir. Diğer yandan, olayların aynı olduğu ancak bunların hukuki niteliklerinin (isnat edilen suçun) değiştirildiği hipotez de aynı şekilde yasaklanmıştır: Esasen ceza mahkemesinde sanıklar olayların kendisinden sorumlu tutulurlar, olayların ceza kanunundaki konumlarından değil. Devletin bu tür olaylarla ilgili cezalandırma yetkisi de sanıklar bu olaylardan dolayı yargılandıklarında sona erer” ifadelerine yer verildi.
“AYNI OLAYLAR YENİDEN Mİ DEĞERLENDİRİLİYOR”
Mükerrer bir dosya kapsamında Müftüoğlu’nıın tekrar yargılandığının ifade edildiği raporda Müftüoğlu’nın hakkındaki önceki yargılamayı akılda tutarak, “Bu iddianame 2018 sonrasını kapsayan farklı olaylarla mı ilgilidir; yoksa aynı olayların bu kez farklı ve hukuka aykırı düşen bir şekilde yeniden değerlendirilmesinden mi ibarettir?” sorusunun sorulması gerektiği vurgulandı. Tanıkların ifadelerinin uzun bir geçmişe dayanan olaylarla ilgili olduğuna şüphenin olmadığının belirtildiği roporda, “DM’nin adını veren her iki tanık da (yani Gökalp ve gizli tanık) onun PKK’nin kadro okulunda oynadığı rolü vurgularken 2014 yılının belirli bir ayına atıfta bulunmaktadır. Bu zaman dilimi önceki iki davanın kapsadığı ve dolayısıyla DM’nin yargılandığı ilk davada dikkate alınan bir husus olup, burada DM’nin terör örgütü üyesi olduğu iddiası reddedilmiştir. Büyük ölçüde emin olarak söyleyebiliriz ki burada bir ne bis in idem ya da double jeopardy durumu ile karşı karşıyayız: kimse aynı olaylardan dolayı ikinci kez (bırakın hüküm giymeyi) yargılanamaz” denildi.
“İDDİANAME YOK HÜKMÜNDEDİR”
“Savcının görevi mahkemeye sunulan bu konunun an azından büyük bir bölümünün önceki yargılamalarda zaten dikkate alınmış olduğundan iddianamede bahsederek, yeterli kanıt bulunması halinde yargılama yapılıp yapılmayacağına karar verilmesine yardımcı olmaktır” denilen raporun devamında, “Ancak savcı bunu yapmamıştır ve biz bunun bilinçli bir tercih olduğuna inanıyoruz: Mahkemeyi yanıltmak, aldatmak amacıyla, ne bis in idem olasılığı kadar önemli bir durum hakkında sessiz kalmıştır. Bu noktada sessiz kalmak, iddianamenin düzenlenmesinde savcıya yüklenen görevlerin ihlal edildiği anlamına gelmektedir; zira bu, sanığın hayli lehine olabilecek bir unsur hakkında sessiz kalmak demektir. Böyle bir ihlalle birlikte iddianame yok hükmünde olacaktır” ifadelerine yer verildi.
“İDDİALAR SADECE ATIFTIR”
İddianamenin Müftüoğlu’nun “PKK kadroları için düzenlenen bir eğitime katıldığı” iddia edilen 2014 yazına yalnızca zamansal bir atıf içeriğinin belirtildiği raporda, diğer tüm ihtilaflı olaylar ve kanıtların zamansal bir referans içermediğine işaret edilerek, “Müftüoğlu’nun PKK için çalışmak üzere Irak sınırını geçtiği zamana dair genel ifadeler dışında hiçbir bilgi verilmemiştir. PKK’ye yardım etmek için ne zaman para aktardığına dair hiçbir bilgi verilmemiştir. Müftüoğlu’nun PKK mensubu olduğundan şüphelenilen kişileri ne zaman aradığı veya bu kişilerle ne zaman mesajlaştığı belirtilmemiştir. Telefon ve mesajların yanı sıra yurtdışı seyahatlerinin de Müftüoğlu’nun gazeteci olarak yaptığı işlerle gerekçelendirilebileceği gerçeğini bir kenara bırakalım. Burada bizi ilgilendiren nokta, suçlama unsurlarının herhangi bir zamansal çerçeveye yerleştirilmemiş oluşunun Müftüoğlu’nun kendisini savunmasını son derece zorlaştırmasıdır” diye belirtildi.
TAVSİYELER
Raporun devamında yapılması gerekenlere dair şu tavsiyelere yer verildi:
“- Türkiye’deki yasa koyucusunun gizli tanık müessesesini kaldırmasını öneriyoruz. Çünkü tamamen anayasaya aykırı olan bu müessese Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde genel hatları ortaya konan sistemle de uyuşmamaktadır.
– Savcılık temsilcisinin iddianameleri hazırlarken, şüpheli aleyhine getirilen tüm olayların zamanını (gün, ay, yıl, süre olarak) belirtmesini; mahkemenin durumdan haberdar olabilmesi için, şüphelinin geçmişte geçirdiği yargılamaları ve aldığı mahkumiyet veya beraat kararlarını açıkça belirtmesini, atılı suçun mahkemede daha önce yargılanıp yargılanmadığını hemen değerlendirebilme imkanı sağlamasını öneriyoruz.”
MA