Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği’nin (CİSST), Beyoğlu’nda bulunan bir otelde iki gün boyunca gerçekleştirdiği “Pandemi ve Hapishaneler” başlıklı uluslararası konferansı sona erdi. Konferansın ikinci gününde “Hapishanede sağlık ve pandemi” ile “Çocuk mahpuslar ve pandemi” başlığıyla 2 oturum gerçekleştirildi. Konferansa çok sayıda kent ve ülkeden insan hakları savunucuları, hukukçular, araştırmacılar ve cezaevi uzmanları katıldı.
“KISITLAMALAR SINIRLANDIRILMALI”
CİSST’ten Jiyan Ay’ın moderatörlüğünde başlayan “Hapiste sağlık ve pandemi” başlıklı oturumda ilk olarak, Hollanda Leiden Üniversitesi’nden akademisyen Adriano Martufi çevrimiçi bağlanarak sunum yaptı. Avrupa Konseyi (AK) içerisinde bulunan politika birimlerinin pandemi sürecinde bir takım tavsiyeler ortaya koyduğunu fakat bunun yasal anlamda bir bağlayıcılığı olmadığını kaydeden Martufi, “Özellikle CPT çok önemli. Bu kurumların politika tavsiyelerine bakacak olursanız bir taraftan riskin azaltılması bir taraftan da kaldırılması için öneriler veriyor. Ziyaret hakkının engellenmemesi gerekiyor. Pandemi sebebiyle bunun mahpuslar üzerinde çok etkisi olabiliyor. Sonuçta bir hücrede kapalı kalıyorlar, farklı faaliyetlere gidemiyorlar. Dış dünyayla ilişkisini kesiyorsunuz ya da kendi aralarındaki faaliyetleri engelliyorsunuz. Bunları yaparken güçlü bir gerekçelendirilmeniz gerekiyor. Bunun belli bir süreyle sınırlandırılması lazım” ifadelerini kullandı.
“ÖN VE ARKA KAPI” POLİTİKASI
Bazı ülkelerde pandeminin ilk birkaç ayı boyunca cezaevleri hakkında bir bilgilendirme yapılmadığını belirten Martufi, neden kısıtlamalara gidildiğinin tutuklulara anlatılmadığına dikkat çekti. AİHM’in, “Fiziksel sağlığı korumak için cezaevlerinin bir sorumluluğu vardır ve gerekli önlemleri alabilirler. Bu kısıtlamalar orantısal olmalı” dediğini fakat kısıtlamaların incelenmesi gerektiğine dair ortaya bir görüşün konulmadığını dile getiren Martufi, “Bir hapishane önleyici bir adım attığı zaman hapishane sistemi içinde bu kısıtlamaların telefi edilmesi lazım” dedi. CPT’nin “Ön ve arka kapı” politikasının düşünülmesi gerektiği önerisinde bulunduğunu aktaran Martufi, “Ön kapıdan kasıt, yeni mahpus gelmemesi için küçük hapis cezalarının başka şeylere çevrilmesi. Arka kapı politikası da şöyle açıklanabilir: Mahpusların erken salınarak, bu şekilde hapishanedeki yükün azaltılması. AK üyesi 47 devletten 16’sı erken tahliye ya da af mekanizması benzeri yöntemleri tercih etmişler. Avrupa çapında çok az sayıda ülke bunu tercih etmiş” aktarımlarında bulundu.
SAĞLIĞA ERİŞİM HAKKI ENGELLENİYOR
Martufi sonrası söz alan Türk Tabipleri Birliği (TTB) Yürütme Kurulu Üyesi Dr. Ayşe Uğurlu, sağlığa erişimin cezaevindeki tutuklular üzerinde bir baskı unsuru olarak kullanıldığına dikkati çekti. Hasta tutukluların, normal hastaların yararlandığı haklardan yararlanması gerektiğini ve devletin bunu engelleme hakkı olmadığını belirten Uğurlu, “Yasaklamalar yasalara aykırıdır” dedi. Hasta tutukluların yaşadığı sorunları sıralayan Uğurlu, “terörden” yargılanan tutukluların tedavi sırasında yalnız bırakılmamasına tepki göstererek, “Bu sistem hekimlerin iyi hekimliğini ve tutuklularında tedavi almasını engelleyen bir sistem. 2017’de güvenlik önlemlerinin iyi karşılandığı, jandarmanın olmadığı bir odada hekimin tutukluyu muayene etmesi gibi bir düzenleme yapıldı ama bu da temelinde sakat bir düzenleme. Normalde hastanın sesini duyamayacak kadar uzak bir mesafede olmasının gerektiğine dair bir düşünce hayata geçirilmek istendi. Ama ne yazık ki ülkemizde kendince iyileştirilmiş düzenlemeler yapılmış olmasına rağmen bu uygulanmıyor. Polis ya da jandarma eşliğinde hastaların muayeneleri yapılıyor” ifadelerini kullandı. Jinekolog muayenesini polis eşliğinde yaptırmak zorunda kalan kadın tutuklulara dikkat çeken Uğurlu, “Bu yüzden tedavi olmayarak bu hakkından mahrum kalanlarda var. Kelepçeli muayene ile ilgili mahpusların sıkıntıları var. Çıplak arama sonrası tam hastaneye gidecekken, tekrar çıplak aramaya maruz kalıyorlar. Bunun rencide olduğunu düşündüklerinden dolayı tedavi olmaktan vazgeçen mahpuslar var” diyerek, konuşmasını sonlandırdı.
DOKTORLARA SESLENDİ
Sağlığı, “Kişinin fiziksel, ruhsal, siyasal iyilik hali” olarak tanımlayan Türkiye İnsan Hakları Vakfı (THİV) Yönetim Kurulu Üyesi Ümit Biçer, “Sağlık yalnızca kişinin kendisiyle ilgili değil, çevresindeki koşullarıyla ilgilidir. Sağlıktan bahsederken hastalanmamak, iyilik halini korumaktan bahsediyoruz” dedi. Biçer, “Ben bir hekime gittiğim zaman sıkıntımı özgürce anlatmalıyım. Başka bir yerde söylenmeyeceğinden emin olmalıyım ki, derdimi rahatça anlatabileyim. Doktor özgürlüğü kısıtlayıcı araçla muayene yapamaz. Burada kolluk güvenlik adına kimse bulunamaz. Güvenlik adına endişe ediyorsanız bu konuda yapabileceğiniz çok kolay bir şey var. Hastanın derdini öğrenin daha sonra çok zorlanacaksanız başka bir meslektaşınızı çağırın. Siz hastanede normal hastanızda içeriye güvenlik çağırıyor musunuz?” diyerek, doktorlara seslendi.
“HAKİKAT HAKLAR GİBİ ORTADAN KALDIRILDI”
Pandemi sonrası fiziksel mesafenin iktidar tarafından, “sosyal mesafe” olarak kafalara empoze edilmeye çalışıldığına dikkati çeken Biçer, pandeminin tıbbi, ekonomik, ekolojik, siyasi ve insani bir sorun olduğunu ve bu şekilde ele alınması gerektiğini vurguladı. Adalet Bakanlığı ve Ceza Tevkifevleri’nin bir duyuru, bilgilendirme yapmadığını belirten Biçer, yapılan “kabaca” bilgilendirmelerin ise eksik olduğunu kaydetti. Israrla bilgiye ulaşabilmeye çalıştıklarını ve tartışarak paylaşmak istediklerini belirten Biçler, “Hakikatin gizlendiğine, bir anlamda hakikatin haklarımız gibi ortadan kaldırıldığına tanık olduk. Orada kurumlar işlevsiz hale getirildi. Başlarda bakanlarda konuyu kavrayamadılar. Bir anda uzmanlar peyda oldu. Uzmanlar dikkate alınmaya başladı. Baktılar TTB gibi kurumlar ön plana çıkıyor, bunları işlevsiz hale getirmeye başladılar. Bir şeyler yapmış gibi yapılıyor. Dönemin belki de temel ifadesi o olabilir” şeklinde konuştu.
Tecridin ruhsal çöküntü dışında “öz kıyıma” da neden olduğunu sözlerine ekleyen Biçer, son olarak “Ring araçları adeta özel işkence araçları. Hapisteki insana sosyal destek olarak verilen şey… Sosyal mekana ya da havalandırmaya çıkan bir insana bu bir ödülmüş gibi veriliyor. Hava almanın bile ödül olduğu bir sistemden bahsediyoruz” ifadelerini kullandı.
PANDEMİDE İSRAİL CEZAEVLERİ
ABD’de İnan Hakları İçin Doktorlar’dan Naji Abbas, örgütlerinin sağlık konusunda en çok şikayet alan örgütlerden biri olduğunu belirtti. İsrail’de Sağlık Baknalığı’nın cezaevlerini kendi sorumluluğunda görmediğini ve görev üstlenmediğini kaydeden Abbas, cezaevlerindeki sağlık sisteminin dışarıdakinden çok farklı olduğunu söyledi. Cezaevindeki doktorların hiçbirinin uzman olmadığını belirten Abbas, “Önemli bir başka sorun ise, hapishanede çalışan doktorlar yine tabipler birliğine üye olmak durumunda değiller. İsrail’deki güvenlik görevlilerinin herhangi bir meslek örgütüne üye olması da yasak. 29 tane hapishane var ve yaklaşık 15 bin kişi mahpus. Bu insanların 3’te biri Filistinli. İsrailliler Filistinlileri ‘güvenlik tedbiri gerektiren’ mahpuslar olarak tanımlıyorlar. Her bir hapishanede bir küçük sağlık kliniği var. Bir mahpusu bir uzmana göstermek gerektiğinde, bunu hapishane dışında gerçekleştirmek gerekiyor. Çünkü hapishanede böyle bir ortam yok. Özellikle Covid döneminde alınan tedbirler bunu çok engelledi” aktarımlarında bulundu.
“KOVİD CEZAEVLERİNE PERSONELLERLE TAŞINDI”
Pandeminin ilk 4 ayı cezaevlerinde her şeyin kapatıldığını dile getiren Abbas, “İlk 4 ayın sonundaki döneme baktığımızda aile ziyaretleri tamamen engellenmişti. Filistinli mahpuslar telefon kullanamıyorlar. Onların tek dışarı teması aile ve avukatla gerçekleşiyor. 4 ay boyunca kimsenin cezaevine girmesine izin verilmedi. Hapishane içindeki bütün etkinliler engelleniyordu. Günü gününe yaptıkları faaliyetlerden men edildiler. Hastanelerde gerekli tedavilerin tamamına ulaşabiliyordunuz ama hapishanelerde dışarıdaki sağlık hizmetine ulaşım 4-5 ay tamamen kapatıldı. Bu arada cezaevi içindeki personel çok rahat hareket edebiliyordu. Her ne kadar cezaevleri kapatılmış olsa da bu personeller üzerinden bu tür yerlere covid taşındı” ifadelerini kullandı.
“261 BİN 200 ÇOCUK YOKSUN BIRAKILDI”
“Çocuk Mahpuslar ve Pandemi” başlıklı son oturum ise UNİCEF çalışanı Gökhan Yıldırım’ın sunumu ile başladı. Cezaevlerinin yetişkinlere göre uyarlandığını söyleyen Yıldırım, “261 bin 200 çocuğun ceza ya da adli işlemler nedeniyle yoksun bırakıldığını biliyoruz. Pandemi patladığında adalet sisteminin buna pek de hazır olmadığını gördük. Acil durumlarda adalet merkezlerinin olmadığını da gördük. Mesele çocuklar olduğunda sadece salıverme olamaz. Yaklaşık 600-700 çocuk salıverildi ama bunlar hükümlüydü. Çok daha fazla çocuk içeride kaldı. Doğru alternatiflerle sosyal destek sağlanmadan salıverildiler” aktarımlarında bulundu.
“PSİKOLOJİK DESTEK ALAMADILAR”
Adalet Bakanlığı çalışanı psikolog Rezan Gedik, sunumuna 2010 yılında çocuk kavramının ceza infaz sisteminde çok fazla yer almadığına dikkat çekerek başladı. Çözümün çocuklara özel ceza infaz sisteminde görüldüğünü eleştiren Gedik, yetişkin cezaevlerinde kalan tutuklu çocukların çokça zorlandığını dile getirdi. Pandemi sürecinde çocukların 9 kişilik koğuşlarda kaldığının bilgisini veren Gedik, tüm ziyaretlerin pandemide kesildiğini aktardı. Gedik, “Bizim de içeri girişimiz kapandı. Çünkü 15 gün boyunca karantinada kalmamız gerekiyordu. Kimse bunu yapmak istemiyordu, kaygılıydık. Biz uzmanlar bir noktadan sonra içerideki kontrolü kaybetmiş olduk. İçeride neler yaşandığını bilmiyorduk” sözleriyle yaşananları anlattı. Psikiyatriye giden çocukların döndüğünde tekrar sorunlar yaşadığını ve yaşamına son vermeyi düşündüğünü aktaran Gedik, 14 gün boyunca karantinaya girmemek için yeniden gitmek istemediklerini ifade etti.
ÇOCUK TUTUKLULARIN YAŞADIKLARI
Öte yandan uzmanların da karantina nedeniyle cezaevine gitmek istemediği için pandemi sürecinde psikolojik destek kapsamında çocuklarla iletişim kurmakta zorlandığını kaydeden Gedik, bir çocuğun Kovid testi çıkmadan yaşamına son verdiğini aktardı. Yine çocukların karantina nedeniyle mahkemeye gitmemesi için Sesli ve Görüntülü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile bağlanmak istediklerini belirten Gedik, “Tahliye için de ya ailelerine ya da polise verilmeleri gerekiyor. Ama aileler dışarı çıkamıyordu, çocukların da sokakta yalnız olmaması gerekiyor. Polis de, ‘İşim var’ diyebiliyor. Bu nedenle çok zor bir dönemdi” diyerek sürecin zorluğuna dikkat çekti.
İleriki aylarda CİSST tarafından sonuç bildirisi kitaplaştırılacak olan konferans, soru-cevap kısmının ardından yapılan kapanış konuşmasıyla son buldu.
MA