İsrail ile Filistin arasındaki çatışmalar, 7 Ekim 2023 tarihindeki Hamas’ın İsrail’e karşı başlattığı saldırıyla yeni bir boyut kazandı. Kürt sorununda olduğu gibi Filistin sorununun çözümsüzlüğü de Ortadoğu’da yaşanan kaosu derinleştiriyor. Bu sorunun çözümsüzlüğünden kaynaklı Filistin’de bitmek bilmeyen çatışmaların etkisini en fazla yaşayan kesim ise hiç kuşkusuz kadın ve çocuklar.
İsrail’in 7 Ekim’den bu yana Gazze Şeridi’ne düzenlediği saldırılarda yaşamını yitirenlerin sayısının 43 bin 972’ye, yaralı sayısının da 104 bin 8’e yükseldiği kaydedildi. Birleşmiş Milletler (BM) Kadın Birimi’nin yayımladığı raporda, Gazze’de yerinden edilen 1.9 milyon kişinin yaklaşık 1 milyonunun kadın olduğu bildirildi. Göçe zorlanan kadınların en büyük sorunu “mahremiyet ve hijyen” olurken, saatte iki annenin hayatını kaybettiği kaydedildi. BM Nüfus Fonu (UNFPA), çatışmaların şiddetlendiği ilk aylarda Gazze’de 45 bin hamile ve 68 bin emziren kadın ölüm riskiyle karşı karşıya olduğunu aktardı.
İşgal altındaki Batı Şeria’nın El-Bireh kentinde yaşayan Filistinli Amal Wahdan, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü dolasıyla Mezopotamya Ajansı’na (MA) konuştu.
MÜCADELEDE KADINLAR HEP EN ÖNDE
Tek Demokratik Filistin Devleti Meclisi (One Democratic State of Palestine Assembly) Koordinatörü olan Amal Wahdan, Birinci İntifa sırasında İsrail güçleri tarafından ev hapsine maruz kaldı, tutuklandı ve sınır dışı edildi.
Çatışmaların tarihine değinerek değerlendirmesine başlayan Amal Wahdan, “Oslo Anlaşması’ndan önce halk ayaklanması yönünde ilerleyen 1987’deki Birinci İntifa’da makineli tüfekler ve bombalar gibi ağır askeri araçlar kullanılmadı ve çok da başarılı oldu. Çünkü toplumun tüm kesimleri özellikle de kadınlar bu ayaklanmaya katılmıştı. Çünkü sendikalarımız vardı; kadın sendikaları, öğrenci sendikaları, işçi sendikaları ve doktorlar, avukatlar için sendikalar vb. Bu noktada Filistin Ulusal Hareketi her türlü ulusal mücadele ile donatılmıştı ancak silahlı mücadeleden değil halk ve pasif mücadeleden bahsediyoruz. Ve tabii ki kadınlar başından beri Siyonist rejimin sömürgeci varlığına karşı ulusal mücadelenin hem ulusal hem de sosyal bir mücadele olduğu sloganını yükseltti” diye belirtti.
DİNE DAYALI SÖMÜRGE
Yaşanan savaşın gerekçesini ise Amal Wahdan, şöyle özetledi: “Sömürgeci güçler bu bölgeyi istediler ve amaçlarına hizmet etmek için Arap dünyasını farklı ve küçük monarşilere böldüler. Kendilerini Yakın Doğu ve Uzak Doğu’ya bağlayacak bir orta bölge istiyorlardı ve burası onlar için mükemmel bir coğrafi konumdu. 1897’de kurulan Siyonist hareket bundan yararlandı. İşte bu şekilde Yahudi halkına refah beyannamesi verildi ve Yahudi halkının bir Yahudi devletine sahip olma hakkı tanındı. İnsanların 80 ülkeden gelip bu toprakları kendilerine Tanrı’nın verdiğini iddia etmelerine izin veren böyle bir yasa yok. Tanrı’nın insanlara toprak dağıtmak için bir emlakçı gibi çalıştığını düşünmüyorum. Dine dayalı bir sömürge devleti yaratmak istediler. Ancak bugün bunun çökmekte olduğunu görebiliyoruz çünkü farklı yerlerden ve kökenlerden gelen insanlar, ister sömürgeci İsrail’de ister ABD’de olsun, elitlerin siyasi çıkarlarını savunmak için ön saflara yerleştirildiler. Şimdi hükümetin onları kandırdığını görüyorlar, bu yüzden İsrail iç cephesinde laik ve liberaller ile ultra Siyonist ve faşist eğilim arasındaki parçalanmayı görüyoruz.”
KADIN VE SÖMÜRGE
Kadınların en büyük düşmanının sömürgeciler olduğunu dile getiren Amal Wahdan, buna karşı kadınların kitle hareketlerinin her kademesinde önemli roller üstelenip, büyük işler başardıklarını söyledi. Savaştan en çok kadınların etkilendiğini kaydeden Amal Wahdan, şunları belirtti: “Tabii ki ilk etkilenen biz olduk çünkü kadın olarak; sevdiklerimizi, babamızı, kardeşimizi, kocamızı ya da çocuklarımızı kaybettik. Kadınlar çocuklarıyla mücadele ediyorlardı ve fedakarlık yapmak zorundaydılar. Kocaları hapisteyken tüm yükü omuzlamak zorunda kaldılar. Bu yüzden her zaman iki sorumluluk almak zorunda kaldılar; dışarıda çalışmak ve içeride ailesiyle ilgilenmek.”
OSLO’DAN 31 YIL SONRA
İsrail ile Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) arasında 1993 yılında imzalanan Oslo Anlaşması’nı hatırlatan Amal Wahdan, bu yıldan sonra işlerin değiştiğini söyledi. Amal Wahdan, “Barış anlaşması için yükseltilen sloganlar ki; bu bir barış anlaşması değildi tam bir yıkımdı. Ulusal mücadelemizin tam bir yenilgisiydi. 31 yıl sonra ulusal mücadeleden ve silahlı mücadeleden geri çekilmenin sonucunun ne olduğunu görebiliyoruz. İsrail, müzakerelere başlamadan önce Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) silahsızlanmasını koşmuştu. Bugüne geldikçe daha fazla bedel ödedik. Bugün tüm topraklar İsrail’in kontrolü altında. Örneğin; bugün Gazze’ye yönelik savaş, tüm insanlar için ama özellikle kadınlar için bir yıkımdır. Bu savaş bir halkın yok edilmesidir. Örneğin; hastaneler gibi halka temel hizmet sağlayan tüm sektörler neredeyse tamamen zarar görmüş durumda” dedi.
Savaşın doğurduğu sonuçların yanı sıra ayrıca kadın olmanın getirdiği etiklerde olduğunu belirten Amal Wahdan, “Örneğin doğum sırasında kadınlar, sadece hastanelerde değil mülteci olarak yaşadıkları çadırlarda da korkunç bir süreçten geçmek zorunda kalıyorlar. Çünkü bir bölgeden başka bir bölgeye göç ettiler” diye belirtti.
İMHA SAVAŞI YÜRÜTÜLÜYOR
İsrail saldırılarının Hamas’a değil tüm halka karşı olduğunu ifade eden Amal Wahdan, “Bu, ABD liderliğindeki batı dünyasının büyük ve küresel planının bir parçası. Gazze ve Akdeniz’de gaz ve petrol olduğunu biliyorsunuz. Bu durum Lübnan için de geçerli ve Suriye’ye de uygulandı. Çok kutuplu ve ABD tarafından temsil edilen tek kutuplu sistem arasındaki küresel savaşın kurbanı haline geliyoruz. Ukrayna’daki savaşın tüm Avrupa’yı etkilediğini görebiliyoruz. Yine kadınlar böyle bir savaşın kurbanı oluyorlar. Batı Şeria’daki durum da bu. Bu savaş halinin tüm insanları ama özellikle de kadınları ve çocukları etkilediğini görebiliyoruz. Sorun 7 Ekim’de başlamadı. Karşı karşıya olduğumuz şey başka bir imha savaşı, başka bir etnik temizlik savaşıdır. Batı Şeria için hazırlanan şey sadece daha fazla toprağa el konulması değil. Çünkü şu an Batı Şeria topraklarının sadece yüzde 15’i Filistinlilere ait, geri kalanına el konulmuş durumda. Batı Şeria’da yaklaşık 800 bin yerleşimci var ve bunlar Batı Şeria’nın kuzeyinden güneyine kadar önemli noktaları ellerinde tutuyorlar. Burada benim şehrimde, El-Bireh’de iki büyük yerleşim yeri var; biri İsrail ordusunun Batı Şeria’daki karargahı ve güneyde üç dağı ve binlerce dönümü işgal eden başka bir büyük yerleşim yeri ve biz sıkışmış durumdayız. Yerleşimciler İsrail ordusuna bağlı milislerdir” ifadelerini kullandı.
FİLİSTİN’DEKİ CEZAEVLERİ
Filistin’de yaşanan önemli sorunlardan birinin de cezaevlerindeki tutuklular olduğunu belirten Amal Wahdan, “Mahkum sayısı üç kat arttı. Cezaevleri askeri mahkemeler tarafından yönetiliyor ve kimi tutuklamak istediklerine karar verebiliyorlar. Şu anda 11 bin ile 13 bin arasında tutuklu ve hükümlü var. Gazze bölgesinden insanları tutukladılar ve güneyde Liman adında bir hapishaneye götürdüler. İşkencenin büyüklüğü ve boyutu inanılmaz” dedi.
‘HAMAS’IN DEĞİL DİRENİŞİN DESTEKÇİSİYİM’
Dindar olmadığını söyleyen Amal Wahdan, “Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasına, temel insan haklarına, eşitlik ve adalete, kadın ve çocuk haklarına inanıyorum. Hamas’ın destekçisi değilim ama direnişin destekçisiyim. 7 Ekim, Filistinlilerin mücadelesinde bir dönüm noktası oldu. Gazze’deki direniş sadece Hamas’tan ibaret değil. Sahada savaşan en az 7 grup var ve bunların bazıları laik, bazıları Marksist. Hepsi dindar, İslami gruplar değil, ama hepsinin amacı aynı. Silahlı mücadele, Filistin halkı için bir haktır ve mücadele hakkımızı ya da İsrail işgaline karşı savaşma hakkımızı her türlü araçla savunmalıyız. Direniş var, silahlı direniş var, yasal direniş var, kültürel direniş var, halk direnişi var. ‘Nehirlerden denizlere özgür Filistin’ sloganı küresel bir slogan haline geldi ve biz de bunun için çağrıda bulunuyoruz. ABD ve müttefiklerinin bu saldırgan gündemlerinden korunabilecek hiçbir ülke yok. Batı dünyası kendi politikalarına karşı herhangi bir muhalefet istemiyor” ifadelerini kullandı.
TÜRKİYE-İSRAİL İSTİHBARATI
Türkiye-İsrail ilişkilerine dikkati çeken Amal Wahdan, “Türk istihbaratı ile İsrail istihbaratı arasındaki ilişkinin hiç durmadığını, her iki taraf arasında devam ettiğini ve İsraillilere yardımcı olduğunu biliyoruz. Ancak ne yazık ki Filistinliler için Türklerin bu rolü o kadar net değil. Çünkü insanları manipüle ediyorlar. Türk halkını manipüle ediyorlar. Filistin halkını da manipüle ediyorlar” dedi.
’50 YIL GERİYE GİTTİK’
Filistin’de Oslo’dan sonra kadını koruyan tüm toplumsal değerlerin geriye gittiğini dile getiren Wahdan, “Topluma bakışımızda ve toplumun kadına bakışında 50 yıl geriye gittik. Örneğin; fuhuş kurumsallaşmış gibi. STK’lardaki Filistinlilerin çoğu eskiden Marksist ve sol partilerden geliyordu ama şimdi batı çevresi tarafından sübvanse edilen ve finanse edilen programlar yürütüyorlar. Yüzyılın başından beri Filistinli kadınlar, siyasi, ekonomik ve sosyal alanlarda bir ilerleme görüşüne sahipti. Bizim de Türkiye’de sizin gibi geleneksel bir mücadelemiz var. Batılı aklın ve batılı kadın gündeminin toplumumuza uygulanmasına ihtiyacımız yok. Tüm toplum için, kadınlar ve çocuklar için bugünümüzü ve geleceğimizi yönetebiliriz. Dolayısıyla STK’ların bu sızması kadınları etkiledi. 60’larda, 70’lerde ve 80’lerde olduğu gibi gerçek bir kadın hareketimiz yok. Bu ortadan kalktı ve maalesef STK sisteminin bir parçası haline geldiler. STK’lar hükümet gibi çalışıyor çünkü fonları var. Bazen hükümetin yeterli fonu yoktur ama STK’ların yeterli fonu vardır. Bu da insanların zihnini ve gündemini yozlaştırmak için kullanıldı” diye belirtti.
Amal Wahdan, bu gerilemeyi yaşadıkları üzerinden ise şöyle anlattı: “Birinci İntifa’da hapisteydim ve beni ziyarete gelip kitap getiren Yahudi arkadaşlarım vardı. Gelip hapishanenin önünde gösteri yapıyor, bize kitap ve kıyafet getiriyorlardı. Evet aramızdaki ilişki farklıydı. Hala bazı ilişkilerimiz var ama çok az. 7 Ekim’de işler gerçekten kötüye gitti. İsrail toplumu için bile barış için büyük bir hareket olan ‘Barış Şimdi’ hareketi geri çekildi. Sol öldü ve bu taban örgütleri de neredeyse yok oldu.”
KADINLAR NELER YAPIYOR?
Tüm bu gerilemeye rağmen kadın ve çocuk haklarıyla ilgili çalışan, raporlar hazırlayan kadınlar olduğunu dile getiren Amal Wahdan, “Savaş bölgelerinde kadınlar tarafından yürütülen girişimleri bulabileceğiniz pek çok parlak örnek var. Örneğin Gazze’de, muhtaç insanlara yemek sağladıkları, hizmet sundukları açık mutfakları var. Sığınma evlerinde kadınların nasıl sorumluluk aldıklarını, çocuklara nasıl baktıklarını görebilirsiniz. Özellikle kadın öğrenciler zaten mükemmel, çok büyük sorumluluk alıyorlar. Onlar savaşıyorlar, onlar direniş savaşçıları. Filistin hafızası için bir müzemiz var. Belgeliyoruz ve aslında 1948’de yaşanan ve sonrasında her şeyin üzerine inşa edilen Filistin’i anlatan müze kurma sürecindeyiz. 7 Ekim’den bu yana tüm çalışmalarımızı değiştirdik. 1948’de yaşananlarla bu 13 ayda Gazze’de yaşananlar arasında bağlantı kurduk, videolar çekiyoruz. Avrupa’daki ve Amerika’daki diğer insanlarla bağlantı kuruyoruz ve oradaki kadınlarla birlikte çalışmaya başladık. Tabi temel hedefimiz bu savaşı sona erdirmek. Bu savaşı sona erdirmenin tek yolu da bu sömürgeci varlığı ortadan kaldırmaktır. Gelecek hakkında konuşmadan ateşkes hakkında konuşamayız çünkü ateşkes ve esir değişimi olursa hiçbir şey İsrail’in bize karşı yeni bir savaş açmasını engelleyemez. Sömürgeci Siyonist varlığın kendisi sadece Filistinlileri değil, Türkiye de dahil olmak üzere tüm bölgeyi tehlikeye atıyor. Dolayısıyla bu bölgede barış, refah ve güvenliğe sahip olmak istiyorsak, bu sömürgeci varlığın parçalanması gerekiyor” ifadelerini kullandı.
‘ONURLU BİR YAŞAM İSTİYORUZ’
Kadınların aynı zamanda toprağın koruyucuları olduğunu belirten Amal Wahdan, şöyle devam etti: “Şimdi zeytin mevsimindeyiz. Kadınlar, erkeklerle birlikte zeytin ağaçlarını yerleşimciler tarafından yakılmaktan koruyorlar. Muhtemelen zeytin ağacına sarılan bir kadın resmini görmüşsünüzdür. Biz yaşam kültürüne değer veriyoruz, çünkü yaşamı seviyoruz, onurlu bir şekilde yaşamak istiyoruz. Özgürlük ve bağımsızlık içinde yaşamak istiyoruz. Bu yüzden çocuklarımızı direnmeleri için veriyoruz. Onları yaşam için veriyoruz. Geride kalan insanlar onurlu ve özgür bir şekilde yaşayabilsinler diye veriyoruz. Dolayısıyla bu Siyonistlere ve cahil batı sistemine de bir cevaptır.
Bu işgal eril bir işgaldir. Bu dünyayı yönetenlerin çoğunluğu erkeklerden oluşuyor. İster Beyaz Saray’da, ister Avrupa Birliği’nde, isterse de burada İsrail toplumunda olsun erkekler çoğunluktadır. Her yerde kendimizi, savaş üreten ya da yürüten erkeklere karşı mücadele ederek savunuyoruz. Bu savaşlar nüfusun yüzde 5’inin çıkarı için yapılıyor.
‘KADINLAR BİRLEŞMELİ’
Dünya kadınları insanlığa ve kadınlara karşı her türlü baskıyı sona erdirmek için birleşmelidir. 25 Kasım kadınlar için birlik, her türlü baskıyı, terörü ve şiddeti ortadan kaldırmak için çabalarını birleştirerek özgürlüklerini, onurlarını ve insanlıklarını korumak ve muhafaza etmek için birlik anlamına geliyor. Şiddet terörizmden kaynaklanır. Dolayısıyla savaşlara göz yuman ve diğer insanları öldürmek için silah üreten tüm siyasi sistemleri ortadan kaldırırsak kadınlar ve dünyanın özgür insanları için de büyük bir iş yapmış oluruz.”
Hivda Çelebi – Zemo Ağgöz / MA