University of Europe for Applied Sciences (Avrupa Uygulamalı Bilimler Üniversitesi) Öğretim Üyesi İlhan Döğüş, Meclis Plan Bütçe Komisyonu’nda görüşülen 2026 Merkezi Bütçe Kanun Teklifi’ne dair değerlendirmelerde bulundu. Meclise sunulan bütçe kanun teklifinin mevcut haliyle Türkiye’nin içerisinde bulunduğu çoklu krizlere çözüm olamayacağını söyleyen Döğüş, bütçenin toplum lehine düzenlenmediğini belirtti. Döğüş, “iktisat siyasetten koparıldı” dedi.
Kamu bütçesinin, iktisat politikasının ana enstrümanı olduğunu belirten Döğüş, Meclis’te yapılan görüşmelerin ise halkın oyları ile seçilen vekiller tarafından yapıldığını belirtti. Döğüş, bütçenin bu yöntemle belirlenmesi, aynı zamanda kamu bütçesi ve iktisatla, demokrasinin bağlandığı ana nokta olduğu vurgusunu yaparak, Meclis’in toplum adına hangi alanlara kaynak aktardığını ve halkın vereceği vergiye karar verdiğini belirtti.
‘DEMOKRASİ VE SOSYAL REFAH’
Anayasasında “demokrasi ve sosyal refah” tanımlarının olduğu bir ülkede, bütçenin sosyal refahı öncelemesi gerektiğini belirten Döğüş, böylesi ülkelerde hazırlanan bütçelerin yaşanan ekonomik krizlerin üstesinden gelmesinin beklendiğini kaydetti. Döğüş, sadece Türkiye’de değil dünyanın genelinde ekonomi politikalarının 1980 yılından sonra değiştiğini, maliye politikasının “ekonomik politikanın ana enstrümanı” olmaktan çıkarıldığına ve teknokratlara teslim edildiğini söyledi. Söz konusu teknokratları “seçilmeyen uzmanlar” olarak tarifleyen Döğüş, bu kişilerin, görevden alınmayan ve hesap vermeyen kişiler olduklarını da ekleyerek, “Mesela Merkez Bankası kadrosu yenilendi. Mehmet Şimşek 2023 yılında göreve geldiğinde enflasyon hedefi, enflasyonu 2026 yılında yüzde 10’a düşürülmesiydi. Ancak enflasyon halen yüzde 33’te seyrediyor. Yani aslında başladıkları yerdeler” şeklinde ifadeler kullandı.
‘FAİZ GELİRİNİ ELDE EDENLER’
Bütçeye dair bir diğer hususun ise, “denk bütçe hedefi dayatması” olduğunu belirten Döğüş, özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde bu dayatmanın olduğunu belirterek, “Hatırlayın, Kemal Derviş dönemi gelen ‘Stand by’ anlaşmaları ve IMF programları bütçeyi denkleştirmek içindi. Bunun için de ‘Kamu harcamalarını kısmak gerekir’ deniyordu. Bu da şu anlama geliyor; yani kamu harcamalarını özelleştirmek… Faizi fazla vermek uğruna emekli maaşlarını kısmak ve yine sosyal transferleri azaltmak gibi uygulamalara geçildi. Peki bu faiz ne uğruna yapıldı; yani devlet, daha çok faiz ödüyor olsun diye yapıldı. Peki devlet bu faizi kime ödüyor; uluslararası ve ulusal, küresel tekelci finans çevrelerine. Elbette bu faiz gelirini elde edenler bunlar ya da toplumun üst gelir grubu. Yani bütün dünyada onlara çalışan bir bütçe var” dedi.
‘BÜTÜN EKONOMİK KRİZLER BİLEREK YARATILIR’
İtirazların geliştiği dönemlerde ise krizlerin yaratıldığını ve dünyada yaşanan bütün ekonomik krizlerin, merkez bankalarının faiz artışları sonrası yaşandığını belirten Döğüş, söz konusu krizlerin bilerek yaratıldığını dile getirdi. Döğüş, faiz artışlarının ise merkez bankalarının kendi tercihleri olduğunu belirterek, enflasyonu talep kaynaklı (ücretlerden bahsediliyor ama talep adı altında gizleniyor) gösterip, aslında kâr kaynaklı olan enflasyonun kaynağına dair algı oluşturulduğunu belirtti. Kemer sıkma politikalarının, kamu harcamalarının düşürülmesinin ve talebin baskılanması politikalarının bu gerçek gizlenerek meşrulaştırıldığını belirten Döğüş, “Ondan sonra faiz arttırmaktan bahsediyorlar. Şimdi, siz faizi arttırdığınız ve ekonomiye gelir yaratan kamu harcamalarını kıstığınızda; insanların borç-gelir oranı artıyor. Yani borçlar gelirden daha hızlı artıyor. İnsanlar borcunu çeviremiyor ve iflas ediyor. Bu iflasın sonucu da kriz demektir. Dolayısıyla bütün ekonomik krizler aslında bilerek yaratılmış krizlerdir. Covid kaynaklı ve yine doğal afetleri bir kenara bırakabiliriz. Ancak zaten o Covid şokunda, Merkez Bankası’nın tepkisinin de faiz arttırmak yönünde olmaması gerekiyordu ama bunu fırsat bildiler” diye kaydetti.
‘DOĞAL İŞSİZLİK VE FAİZ OLMAZ’
Hakim iktisat teorisinin yanıltıcı iktisadi tanımlar yaptığını da söyleyen Döğüş, “Hakim iktisat teorisi, bize fizik gibi iktisadın da kanunlarının olduğunu söylüyor. Buna boyun eğmek zorundayız, işsizsen işsizsin, senin hatan. Piyasanın doğal sonucudur bunlar.’ Bu söylemlerle piyasayı doğalmış gibi tanımlıyorlar. Doğal işsizlik, doğal faiz gibi söylemlerle yaşananları doğalmış gibi kabul ettirmek istiyorlar. Fakat baktığımız zaman, doğada doğal bir işsizlik yok aslında. Yani maymunlar arasında işsizlik yok. Aslında doğada işsizlik yok ki doğal işsizlik olsun” ifadelerini kullandı.
‘BÜTÇE POLİTİK DEĞİLMİŞ GİBİ SUNULUYOR’
Dünyada 1980 sonrası değişen iktisat politikalarının sıkça vurgulanması gerektiğini belirten Döğüş, 1980 sonrası ekonomi ve maliye politikalarına bakıldığında bütçe yapma işinin, kamu harcamalarının ve vergilerin kimlerden alınacağı işlerin tekniş işlermiş gibi yansıtıldığına vurgu yaparak, “Yine sanki bütçe politik değilmiş gibi sunulup ana iktisat politikasının merkezine de para politikasını, merkez bankacılığını koyan bir zihniyet var” dedi.
‘FAİZ ARTIŞI BÜTÇE AÇIĞINI ARTTIRIR’
İktisat ile demokrasinin bir arada düşünülmesi ve bu noktada politik tartışmaların da iktisat ile birleştirilmesi gerektiğine işaret eden Döğüş, şunları söyledi: “Orada bu teknokrat yaklaşım bize şöyle bir yalan söylüyor; diyor ki, işte enflasyon talep kaynaklı o yüzden faizi arttırmamız lazım. İşte bütçe açığını azaltmamız lazım. Çünkü bütçe açığı artarsa enflasyon artar. Çok para ekonomiye girer ama sonra bu faiz artışı, hem firmaları iflasa sürüklediği ve işsizliği arttırdığı için vergi gelirini düşürür hem de bütçeden faize yapılan ödemeler artar. Aslında faiz artışları bütçe açığını arttırıyor. Sonra bu bütçe açığını denkleştirmek için dayatılan yapay bir hedef de bu denk bütçe oluyor.”
‘SOL SOSYALİSTLER DE YALANDAN ÖZGÜRLEŞEMEDİ’
Toplumun ve sol sosyalist kesimin, neoliberal politikaları meşrulaştıran iktisadi yalanlardan özgürleşmesi gerektiğini de söyleyen Döğüş, “En başta da ‘devletin harcaması için vergi gelirine ihtiyacı var’ söylemi yalandır. Devlet vergiden harcamaz. İnsanlar vergi ödediğinde vergi yükümlülüğü ortadan kalktığı için para yok olur. Devlet harcadığı anda para yaratır. Hatırlayın Mart 2020 tarihinde Almanya’da, 750 milyar Euro’luk paket korona ile mücadele için ayrıldı. Ne diğer harcamalar kısıldı, ne borçlanma arttı, ne vergiler arttırıldı, ne de faizler arttı. Devlet, aktarımı Meclis’te geçirdiği anda Alman Merkez Bankası, o ödemeleri yapması için ilgili bakanlıkların hesabına parayı aktardı ya da ödemenin yapılacağı firmaların ve insanların hesabına yatırdı” dedi.
‘BARIŞIN TOPLUMSALLAŞMASI İÇİN REFAH ŞART’
Döğüş bütçenin Barış ve Demokratik Toplum Süreci’ne de etki edeceğini belirterek, şunları aktardı; “Barışa toplumsal desteğin güçlenmesi için ekonomik refahın artması lazım. Dolayısıyla eğer Kürtlerle bir barış tesisinde ciddiyse devlet ve o barış sürecine toplumsal desteğin güçlenmesini istiyorsa, yoksulluğun ve işsizliğin ve borç yükünün azaltılması lazım. Çünkü insanlar borç yükünün altında ezilirken, çalışmıyorsa işsizse, çalışıyor ama işi garanti altında değilse, güvencesi yoksa ve borcunu borçla çevirmek zorundaysa kendisi de huzurlu olamaz. Komşusuyla, Kürt ve Arap ile de huzurlu bir ilişki kuramaz. Dolayısıyla, demokrasi ile ekonominin ciddi bir ilişkisi var. Demokrasi ekonomik kalkınmaya ciddi bir katkı sunuyor. Dünyada da örnekleri var.”
MA / Ömer Güngör













