İktisatçı Mustafa Durmuş, Türkiye’de “ne istihdamda ne eğitimde” olan genç nüfusa ve onların yaşadıkları yabancılaşma sonucu toplumdan uzaklaşmalarına dikkat çekti. Türkiye ne istihdamda ne de eğitimde olanlar açısından, yüzde 26,6’lık bir oran ile OECD ülkeleri arasında ilk sırada yer aldığını kaydeden Durmuş, bu durumun gençlerin organize suç örgütlerine katılımını arttırdığını belirtti.
Durmuş’un “Gençler sadece ekonomiden değil toplumdan da uzaklaşıyor, farkında mısınız?” başlıklı yazısının tamamı şu şekilde:
TÜİK tarafından hazırlanan son “Hanehalkı İşgücü Araştırmasının (HİA)” sonuçları geçen ay yayımlandı. Dar tanımlı işsizlik oranı yüzde 8,6; buna karşılık geniş tanımlı işsizlik oranı (âtıl işgücü) yüzde 28,6 olarak açıklandı. Böylece Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştaki kişilerde dar tanımlı işsiz sayısı Eylül ayında 3 milyon 75 bin oldu. (1)
Dar ve geniş tanımlı işsizlik arasındaki uçurum büyüyor!
DİSK-AR ise daha gerçekçi bir tanımla (geniş tanımlı işsizlik adı altında), bu sayıyı 11 milyon 705 bin olarak hesaplıyor. Böylece geniş tanımlı işsizlik ile dar tanımlı işsizlik arasındaki uçurum büyüyor. Dahası, geniş tanımlı işsiz sayısı son bir yılda 1 milyon 255 bin kişi arttı. Geniş tanımlı kadın işsizliğinde ise bu oran ortalamanın 10 puan daha üzerinde seyrediyor (yüzde 38,3). Yani kadınlar işsizlik konusunda da düzenin asıl kurbanları konumundalar. İşsiz sayısındaki artışa rağmen, işsizlerin yüzde 84’ünün işsizlik ödeneğinden yararlanamaması ise (2) iktidarın işsizlerin ıstırabını anlamadığını gösteriyor.
8 milyonluk bir fark
Dar ve geniş anlamda işsizlik arasındaki bu büyük fark nereden kaynaklanıyor, bunu anlayabilmek için ayrıntılara bakmak gerekiyor.
Türkiye’de fiilen işsiz ama işsiz sayılmayan bir kesim var. Bu kesim; eksik istihdam edilenlerden, iş bulma ümidi olmayanlardan, çeşitli nedenlerle iş aramayan, ancak iki hafta içinde işbaşı yapmaya hazır olduğunu belirten kişilerden, geçici olarak askerlik hizmetinde bulunanlardan, ev emekçilerinden, eğitim öğretimde bulunanlardan (yani bir öğrenim kurumuna devam etmesi nedeniyle iş aramayan ve işbaşı yapmaya da hazır olmayan kişilerden), emeklilerden ve hastalık ve bedensel ya da zihinsel engellerinden dolayı çalışamayacak olan 15 yaş üstü bireylerden oluşuyor.
Bu grupta yer alanların sayısı ne kadar fazla olursa, resmi (dar anlamda) işsiz sayısı da o kadar azalıyor. Geniş ve dar anlamda işsiz sayısı arasındaki farkın 8 milyonun üzerinde olmasının asıl nedenini işsiz sayılmayan bu kesimin büyüklüğü oluşturuyor.
“Ne istihdamda ne eğitimde” (NEET)
Ancak bir başka kategori daha var ki bu da çok büyük bir sorun oluşturuyor: “ne istihdamda ne eğitimde olan gençler”. Bu gösterge seçilen yaş grubundaki nüfusun yüzdesi olarak ifade ediliyor.
İstihdam, malum: OECD/ILO tanımlarına göre, referans haftasında en az bir saat ücretli çalışmış (veya işinden geçici olarak uzaklaşmış) olan herkesi içeriyor. Eğitim ise okullar ya da mesleki eğitim kurumlarını kapsıyor. Yani işsiz veya aktif olmayan ve eğitim veya öğretime katılmayan bireyleri içeriyor. Eğitim, yarı zamanlı veya tam zamanlı resmi programları kapsıyor (kayıt dışı ve çok kısa süreli eğitim faaliyetleri hariç).
Türkiye ne istihdamda ne de eğitimde olanlar açısından, yüzde 26,6’lık bir oran ile OECD ülkeleri arasında ilk sırada yer alıyor. Yani 15-29 yaş arasında, bir işi olmayan ama eğitimde de olmayan genç oranı toplam gençlerin dörtte birinden fazla.
Özetle, ülkemizdeki her dört gençten biri hali hazırda işsizken (bu oranlar kadınlarda çok daha yüksek), her dört gençten birinin de ne yaptığı bilinmiyor. Böylece gençler sadece ekonomiden değil, toplumdan da giderek uzaklaşıyorlar.
Peki bu gençler neredeler ve neler yapıyorlar? Bu gençlerin (özellikle de üniversiteyi bitirip işe giremeyenlerin) bir kısmı “ev genci” diye de tanımlanıyor. Bunlar zamanlarının büyük bir kısmını evlerinde ya da AVM’lerde geçirmek durumunda kalıyorlar.
Kayıt dışı istihdamın göreli olarak yüksek olduğu Türkiye’de, bazı gençlerin ise kayıt dışı olarak çalıştığını ileri sürmek mümkün. Yani bu gençlerin bir kısmı kayıt dışı çalışıyor olabilirler.
“Suç ekonomisi”
Kayıt dışı istihdamın ise çok daha karanlık ve son derece zararlı bir boyutu var: Suç Ekonomisi. Yani bu gençlerin bir kısmı mafyatik yapılanmalar ve/veya organize suç örgütlerinin içinde kendilerine yer buluyorlar. Türkiye’de organize suç örgütlerinin sayılarındaki patlama bunun göstergelerinden biri. Hatta bu durum birçok mafyatik TV dizisine de yansımış durumda.
Maddi imkanlardan yoksun, evde ya da sokakta kendisine itibar edilmeyen gençlerin en azından bir kısmının, maddi ihtiyaçlarını ve beklentilerini karşılamanın yanı sıra, kendilerini böyle faaliyetlerle itibar sağlamaya çalışmaları ise yasa dışı faaliyetlerin varlığını sürdürebilmesini sağlıyor.
Dolayısıyla da hapishanelerdeki adi suçlu olarak nitelendirilen genç sayısı bir hayli yüksek. Nitekim son verilere göre, Türkiye’de, toplam 304.886 kapasiteli 402 hapishanede 428.267 mahpus tutuluyor. Bunun yüzde 66’sı 18-40 yaş aralığındaki mahpuslardan oluşuyor. (3)
Bu haliyle Türkiye’nin, 100.000 kişi başına düşen hükümlü oranı açısından dünyada 11. sırada, G20 ülkeleri arasında ise 2.sırada yer aldığının altını çizmekte yarar var. (4)
Türkiye’nin Suç Göstergeleri
Bu durum uluslararası suç endeksine de yansıyor. Aşağıdaki tabloda Türkiye’deki (2023-2025 dönemindeki) suç göstergelerine yer veriliyor. Buna göre, Türkiye son yıllarda ciddi bir sektör haline gelen organize suç sektöründeki suçluluk oranında ilk 10 ülke arasında yer alıyor. (Bir önceki yıl 14.sıradaydı). (5)
Suç aktörü puanının ayrıntıları iseçok çarpıcı (10 puan en yüksek suçluluğu gösteriyor): Mafya tipi örgütler ve organize suç ağı 8 puan, devletteki aktörler 9 puan, yabancı aktörler 6,5 puan ve özel sektördeki aktörler 6 puan.
Suça direnç çok zayıf
Bu rakamların yüksekliği ülkenin “suça direnç” ya da “suça dayanıklılık” göstergelerinin puanlarının düşüklüğü ile uyumlu. Şöyle ki: Siyasal liderlik 4 p, şeffaflık ve hesap verilebilirlik 3 p, uluslararası iş birliği 5 p, devlet politikaları ve yasalar 5 p, yargı 3 p, kolluk gücü 4 p, toprak bütünlüğü 5 p, kara para aklama ile mücadele 4.5 p, ekonomik düzenleme kapasitesi 4.5 p, kurban ve tanık desteği 3.5 p, önleme politikaları 3 p ve devlet dışı aktörler 3.5 puan. (6)
Aşırı sağcı hareketlerle iş birliği
Yasa dışı faaliyetler içeren bu sektörün bir diğer özelliği bu sektörü kontrol edenlerin aşırı sağcı-faşist yapılanmalarla ve ideolojilerle olan organik ilişkileri. Nitekim herhangi bir organize suç örgütü operasyonunda yakalananların sosyal medya hesaplarında yaptıkları paylaşımlarda bu ilişkileri net bir biçimde görebilmek mümkün.
Daha da korkutucu olansa, büyük kent merkezlerindeki organize suç örgütlerinin faaliyetleri otoriterliğin güçlü bir itici gücü haline geliyor olması. Çünkü başta İstanbul olmak üzere, birçok şehirde çetelerin neden olduğu çatışmaların görünürlüğü halkın hayal kırıklığını, korkusunu ve kızgınlığını körükleyerek, gerçekte sistematik sosyal reform gerektiren bir soruna “kanun ve düzen” çözümleri vaat eden otoriter yönetimler için verimli bir zemin yaratıyor. Otoriter liderler, gelir eşitliği, nitelik eğitim ve sağlık hizmeti ve istihdam gibi hizmetleri sunmak yerine, cezalandırıcı önlemleri, gözetimi ve yoksulluğun kriminalize edilmesini savunarak durumu istismar edebiliyorlar.
Otoriterleşmenin zemini
Sorunların mafyatik yollarla çözümünün önünün açılması bu durumu kamu güvenliği, özel mülkiyet ve yaşam kalitesi için bir tehdit olarak algılayan toplumda hayal kırıklığı yaratır. Belirsizlikler altında ve korku ile yönetilen toplumlar meseleyi kamu güvenliğine indirgeme eğiliminde olurlar ve toplumda ötekileştirilen kimliklerin ve iktidar muhaliflerinin kriminalize edilmesine davetiye çıkartırlar.
Bu hoşnutsuzluktan faydalanmak isteyen iktidarlar ve/veya politikacılar “kanun ve düzeni tesis etme” ve “sokakları temizleme” sözü verirler. Bu liderler bu sorunları daha büyük ve yapısal sosyal sorunların bir belirtisi olmaktan ziyade, kamusal bir sıkıntı olarak çerçeveleyerek liberal politikaların başarısız olduğunu düşünen seçmenleri yanlarına çekmeye çalışırlar. Bu söylem, odağı sistemik başarısızlıklardan bireysel sorumluluğa kaydırarak, empatiyi azaltır ve otoriter çözümlere olan desteği artırır.
Nitekim Avrupa çapında yeni yapılan bir anket, endişe verici bir tablo ortaya koyuyor: Her 10 genç Avrupalıdan 6’sı demokrasinin en iyi yönetim şekli olduğuna inanırken, beşte biri belirli koşullar altında otoriter yönetimi destekleyeceğini söylüyor. Bu, hayal kırıklığından daha fazlasını gösteriyor: demokrasinin dayandığı temel güven erozyona uğruyor. Gençlerin liberal demokrasiye olan inancı azalıyor. BM Dünya Sosyal Raporu 2025 ise kurumlara olan güvenin küresel olarak azaldığını gösteriyor. Bu değişim en çok gençler arasında belirgin: 1990’larda doğanların dörtte birinden fazlası hükümetlerine hiç güvenmediğini belirtiyor. Bu rakam 65 yaşın üzerindeki kişilerde yaklaşık yüzde 17. Bu geçici bir düşüş değildir. Bu, vatandaşların iktidara bakış açısında nesiller arası bir değişimi gösteriyor. Ancak genç Avrupalılar otoriterliği tercih ettikleri için demokrasiyi reddetmiyorlar, eşitsizlikler ve gelecekle ilgili güvencesizlikler gibi ekonomik sorunlar karşısında sorumluluk almayan, tepkisiz ve adaletsiz bir demokrasiyi reddediyorlar. (7)
Sonuç olarak
Türkiye’de gençlerin işsizliği sadece bir ekonomik sorun olmanın ötesine geçti ve sosyal ve siyasal bir soruna dönüştü. Öyle ki işi gücü, evi barkı olmayan gençlerin, yüksek enflasyon karşısında daha da yoksullaşan yoksul hanelerde ebeveynleri ile birlikte yaşamaları giderek zorlaşıyor.
Herhangi düzenli bir gelirleri olmadığından, bu gençlerin bağımsız yaşama imkanları da yok. Hatta asgari ücretli olarak çalışan bir gencin (bırakın ailesine destek olmasını) kendisini geçindirebilmesi bile zor zira açlık sınırının altında gelir elde edebiliyor. Bu da onu, maliyetleri paylaşmak için, başka gençlerle birlikte aynı konutu paylaşmaya ya da kayıt dışı akçalı işler yapmaya teşvik ediyor. Bu gençlerin çok çalışarak evlenebilmeleri ve çocuk sahibi olabilmeleri ise mevcut hayat pahalılığı koşullarında neredeyse imkânsız.
Bu durum karşısında İktidar Blokunun gençlere çözüm olarak muhafazakâr ve dini değerlere (aile gibi) sığınma çağrılarının da karşılığı pek yok. Nitekim kendilerini daha önce muhafazakâr ya da dindar olarak tanımlayan gençler dahi bu değerlerden giderek uzaklaşıyorlar.
Sol-sosyalist ideolojinin ve hareketlerin bir türlü krizlerinden çıkamadığı, dolayısıyla da görünür bir alternatif olamadığı çağımızda, bu gençlerin bazıları kurtuluşu sinizmde, nihilizmde ve/veya ırkçı-faşist hareketlere yanaşmakta buluyor. Bazıları ise kolay yoldan para kazanabilmek için kumar, bahis, iddia ya da diğer organize suç ağlarına katılıyorlar.
Özetle, gençlerin sadece ekonomiden değil, toplumdan da uzaklaşması, yabancılaşması akıllı telefonlar ve sosyal medya bağımlılığı gibi günümüz teknolojilerinin belirleyiciliğine bağlanabilirse de bu durum hikâyenin sadece bir kısmını açıklayabilir. Bunlar ancak durumu daha da kötüleştiren etkenler olabilir.
Asıl neden yapısaldır, sistemiktir. Gençlerin emek sömürüsü başta olmak üzere, her türden sömürüye tabi tutulmalarıdır. Gençlere hiçbir umut vermeyen aksine onların hayatlarını karartan kapitalizmdir. Gençlerin geleceğini ellerinden alan sermaye yanlısı politikalar uygulayan aşırı sağcı otoriter iktidarlardır.
Bu yüzden de toplumun diğer kesimleriyle birlikte, gençlerin kurutuluşunu sağlayacak olan hakiki çözümler kapitalizm ve otoriterlik karşıtı, barışçıl, demokratik, özgürlükçü, eşitlikçi ve sosyal adaletçi olmak zorundadır.
Son olarak ne istihdamda ne eğitimde olan gençler için somut bir öneri olarak, merkezi hükümet, yerel yönetimler ve işçi sendikalarının iş birliği ile ulusal çapta iş garantisi programları tasarlanıp uygulanmalıdır. Bu program, gençlere gerçek ücretli, yüksek kaliteli bir işte hayati deneyimi, yeni beceriler kazanma fırsatları ve daha ileri istihdamda onlara destek olacak bir referans oluşturabilir.
HABER MERKEZİ















